ANAP lideri Mesut Yılmaz, geçtiğimiz hafta, partisinin grup toplantısında yaptığı konuşmada, Türkiye'nin AB'ye üye olmasıyla birlikte polisin imam hatip liseleri önünde 13 yaşında türbanlı öğrenci kovalamayacağını söyledi...
Bu sözleri duyunca birden gözümün önünde Sayın Yılmaz'ın AB müktesabatına uyum için hazırlanan ulusal(!) programın kamuoyuna sunulması ile ilgili basın toplantısında bir gazetecinin sorduğu, ulusal program AB'ye sunulurken üniversitelerde yaşanan başörtülü öğrencilerin durumunun da olup olmadığıydı. Sayın Yılmazın cevabı kısa ve netti "AB'nin bizden böyle bir talebi yok."
Aslında bu beyanların irdelenmesi ve fotoğrafın net olarak ortaya konulması gerekmektedir. Sayın Yılmaz bu ülkede bakanlık, başbakanlık yapmış ve halen de iktidarın önemli bir ortağıdır. Ülkede başörtüsü maalesef istismarlar sonucu bir sorun haline gelmiştir. Ve hiçbir kamusal görevde bulunmayan öğrenciler sadece başörtüsü taktığı için ilahiyat fakültelerine ve imam hatip liselerine girememekte ve sadece bu ülkenin okullarında, öğrenim hakkını kullanmak istedikleri için polisle karşı karşıya getirilmektedirler.
Geçen hafta Meclis Başkan Yardımcısı Murat Sökmenoğlu da bu konuyu Meclis'e getirdi. Ancak Meclis'te bu konuyla ilgili soru önergesine cevap verecek bir bakan bulamadığı için kendisi birkaç cümle edebildi. Öğrencilerin başörtülü olarak okula gitmelerini yasaklayan herhangi bir yasanın olmadığını belirten meclis başkan vekili uygulamayı benimsemediğini de meclis kürsüsünden belirtti. Gerçekten de mevzuatımızda baş örtüsünü yasaklayan hiçbir yasa yok. Ancak eğitim ve öğrenim, din ve vicdan özgürlüğü anayasamızın vatandaşlara tanıdığı en önemli hürriyetler.
Anayasaya rağmen uygulanan bu yasaklar hukuka aykırılık teşkil ediyor.
Bütün bu gerçeklerin yanında başörtüsü sorunu çözebilecek mevkiide ve yetkide olan sayın Yılmaz'ın bu sorunun çözümünü AB baharına bırakması oldukça çarpıcı. AB karşıtı cephenin ciddiye alınmasını isteyen Yılmaz, bu cephenin genişlemesinin engellenmesi gerektiğini söylerken her kesimin ağzına bir parmak bal sürme çabasında.
AB'ne giden yol Diyarbakır'dan geçer derken de sayın Yılmaz neyi kastetmişti? Ardından bu yollar Kıbrıs'tan, Ege'den, terör örgütünün siyasallaşmasından, Ermeni soykırım iddialarını kabul etmekten, Türk vatandaşlarını azınlık kabul etmekten ve daha neden ve nerelerden geçer...
Yine ANAP'tan Mehmet Keçeciler'in terör örgütünün siyasallaşmasını savunması ve partisinin sandıkta bu örgütü yeneceğini söylemesi ne anlama geliyor?
Yapılan kamuoyu yoklamalarında yüzde 10'luk seçim barajını dahi geçmeyen ANAP'ın bu iddialı söylemi hayli düşündürücü...
AB olayını doğru bir perspektife oturtmaya çalıştıkları iddiasında olan siyasilerimizden Dışişleri bakanı İsmail Cem Türkiye'de önemli bir kesimin AB'ne bakılabilecek en yanlış açılardan baktığını iddia ederken millet olarak hangi pencereden bakmamız gerekiyor acaba? Buradan bakınca nedense hep böyle görünüyor. Daha geçen hafta AB parlamentosundan geçen Ermeni tasarısı da yanlış perspektifimize mi kurban gitti? AB'nin olmazsa olmazlarına baktığımızda kimlerin perspektiflerini düzeltmesi gerektiği çıkıyor ortaya.
"Türkiye'ye bir Avrupa vizyonu sunuyorum derken, üyelik beklentisini ayrılıkçı terör örgütünün umut ve beklentileriyle aynı zeminde buluşturmak ve bunları terör örgütünün kendi başarı hanesine kaydedeceği siyasi projeler haline dönüştürmek eğer siyasi bir fırsatçılık değilse bile tam bir sorumsuzluktur. Bugün AB'ye tam üyelik yolunda başarılı birer adım olarak sunulacak girişimler yarın Türkiye'nin istikrarını ve iç yapısını geri dönülmez biçimde tahrip edecek sonuçlar doğurabilir. Bugün, umut tacirliği siyaseten ayakta kalmanın zekice bir yoluyken, yarın tüm ülkeyi cendereye sokan bir açmaza dönüşebilir" sözleri de sayın Bahçeli'ye ait. Aynı hükümetin ortağı olan Bahçeli'nin bu tespiti nedense bir türlü AB yolunda atılan adımlardan geri bırakmıyor ne kendi partisini ne de hükümeti. Siyaseten ayakta kalmak uğruna umut tacirliği yapanlar herkese "Ya AB ya ölüm" diyerek, her türlü özgürlüğün AB'siz olamayacağını Türk toplumuna dayatarak Batı cephesini genişletmek mi istiyor? AB konusunda doğru perspektif ya da perspektifi doğrultmak bu mu acaba?
Bu sözleri duyunca birden gözümün önünde Sayın Yılmaz'ın AB müktesabatına uyum için hazırlanan ulusal(!) programın kamuoyuna sunulması ile ilgili basın toplantısında bir gazetecinin sorduğu, ulusal program AB'ye sunulurken üniversitelerde yaşanan başörtülü öğrencilerin durumunun da olup olmadığıydı. Sayın Yılmazın cevabı kısa ve netti "AB'nin bizden böyle bir talebi yok."
Aslında bu beyanların irdelenmesi ve fotoğrafın net olarak ortaya konulması gerekmektedir. Sayın Yılmaz bu ülkede bakanlık, başbakanlık yapmış ve halen de iktidarın önemli bir ortağıdır. Ülkede başörtüsü maalesef istismarlar sonucu bir sorun haline gelmiştir. Ve hiçbir kamusal görevde bulunmayan öğrenciler sadece başörtüsü taktığı için ilahiyat fakültelerine ve imam hatip liselerine girememekte ve sadece bu ülkenin okullarında, öğrenim hakkını kullanmak istedikleri için polisle karşı karşıya getirilmektedirler.
Geçen hafta Meclis Başkan Yardımcısı Murat Sökmenoğlu da bu konuyu Meclis'e getirdi. Ancak Meclis'te bu konuyla ilgili soru önergesine cevap verecek bir bakan bulamadığı için kendisi birkaç cümle edebildi. Öğrencilerin başörtülü olarak okula gitmelerini yasaklayan herhangi bir yasanın olmadığını belirten meclis başkan vekili uygulamayı benimsemediğini de meclis kürsüsünden belirtti. Gerçekten de mevzuatımızda baş örtüsünü yasaklayan hiçbir yasa yok. Ancak eğitim ve öğrenim, din ve vicdan özgürlüğü anayasamızın vatandaşlara tanıdığı en önemli hürriyetler.
Anayasaya rağmen uygulanan bu yasaklar hukuka aykırılık teşkil ediyor.
Bütün bu gerçeklerin yanında başörtüsü sorunu çözebilecek mevkiide ve yetkide olan sayın Yılmaz'ın bu sorunun çözümünü AB baharına bırakması oldukça çarpıcı. AB karşıtı cephenin ciddiye alınmasını isteyen Yılmaz, bu cephenin genişlemesinin engellenmesi gerektiğini söylerken her kesimin ağzına bir parmak bal sürme çabasında.
AB'ne giden yol Diyarbakır'dan geçer derken de sayın Yılmaz neyi kastetmişti? Ardından bu yollar Kıbrıs'tan, Ege'den, terör örgütünün siyasallaşmasından, Ermeni soykırım iddialarını kabul etmekten, Türk vatandaşlarını azınlık kabul etmekten ve daha neden ve nerelerden geçer...
Yine ANAP'tan Mehmet Keçeciler'in terör örgütünün siyasallaşmasını savunması ve partisinin sandıkta bu örgütü yeneceğini söylemesi ne anlama geliyor?
Yapılan kamuoyu yoklamalarında yüzde 10'luk seçim barajını dahi geçmeyen ANAP'ın bu iddialı söylemi hayli düşündürücü...
AB olayını doğru bir perspektife oturtmaya çalıştıkları iddiasında olan siyasilerimizden Dışişleri bakanı İsmail Cem Türkiye'de önemli bir kesimin AB'ne bakılabilecek en yanlış açılardan baktığını iddia ederken millet olarak hangi pencereden bakmamız gerekiyor acaba? Buradan bakınca nedense hep böyle görünüyor. Daha geçen hafta AB parlamentosundan geçen Ermeni tasarısı da yanlış perspektifimize mi kurban gitti? AB'nin olmazsa olmazlarına baktığımızda kimlerin perspektiflerini düzeltmesi gerektiği çıkıyor ortaya.
"Türkiye'ye bir Avrupa vizyonu sunuyorum derken, üyelik beklentisini ayrılıkçı terör örgütünün umut ve beklentileriyle aynı zeminde buluşturmak ve bunları terör örgütünün kendi başarı hanesine kaydedeceği siyasi projeler haline dönüştürmek eğer siyasi bir fırsatçılık değilse bile tam bir sorumsuzluktur. Bugün AB'ye tam üyelik yolunda başarılı birer adım olarak sunulacak girişimler yarın Türkiye'nin istikrarını ve iç yapısını geri dönülmez biçimde tahrip edecek sonuçlar doğurabilir. Bugün, umut tacirliği siyaseten ayakta kalmanın zekice bir yoluyken, yarın tüm ülkeyi cendereye sokan bir açmaza dönüşebilir" sözleri de sayın Bahçeli'ye ait. Aynı hükümetin ortağı olan Bahçeli'nin bu tespiti nedense bir türlü AB yolunda atılan adımlardan geri bırakmıyor ne kendi partisini ne de hükümeti. Siyaseten ayakta kalmak uğruna umut tacirliği yapanlar herkese "Ya AB ya ölüm" diyerek, her türlü özgürlüğün AB'siz olamayacağını Türk toplumuna dayatarak Batı cephesini genişletmek mi istiyor? AB konusunda doğru perspektif ya da perspektifi doğrultmak bu mu acaba?
Mustafa Çiçek / diğer yazıları
- Birlik çağrısı / 27.10.2014
- Yol ayrımı / 15.08.2014
- Ey cumhur, kimi seçmek istersin?.. / 26.07.2014
- Yazmadan önce okumayı öğrenmek / 24.07.2014
- Ya Büyük İsrail, Ya Büyük Türkiye!.. / 22.07.2014
- Özgürleşme ve İslam Dünyası / 18.07.2014
- Cumhurbaşkanı ne iş yapar? / 16.07.2014
- Ramazanın çağrıştırdıkları... / 08.07.2014
- Geleceğin inşası / 19.06.2014
- Soma faciası ve madenlerde yaşam odası zorunluluğu... / 23.05.2014
- Yol ayrımı / 15.08.2014
- Ey cumhur, kimi seçmek istersin?.. / 26.07.2014
- Yazmadan önce okumayı öğrenmek / 24.07.2014
- Ya Büyük İsrail, Ya Büyük Türkiye!.. / 22.07.2014
- Özgürleşme ve İslam Dünyası / 18.07.2014
- Cumhurbaşkanı ne iş yapar? / 16.07.2014
- Ramazanın çağrıştırdıkları... / 08.07.2014
- Geleceğin inşası / 19.06.2014
- Soma faciası ve madenlerde yaşam odası zorunluluğu... / 23.05.2014