Gelen haberler de bu tezimizi doğruluyor. ABD Başkanı Bush'un yüzüne yansıyan öfke, kamuoyunun acısını hafifletmekten, acılı aileleri yatıştırmaktan öte bir anlam taşımıyor. Eminim ki Başkan Bush, Ulusal Güvenlik Konseyi üyeleriyle yaptığı onlarca toplantıda, "terörü nasıl ortadan kaldırabileceklerini" değil, 21. yüzyılda dünyanın en stratejik bölgesi olacak olan "Orta Asya'ya nasıl çöreklenebileceklerini" tartışıyordur. ABD gibi küresel hegemonik gücün, küçük hesaplar peşinde olacağını düşünmek saflıktır.
Birçok yazar Washington'a ve New York'a yönelik terör eylemlerini, Japonya'nın Birinci Dünya Savaşı esnasında ABD'nin Havai Adası'ndaki Pearl Harbor'a yönelik 'kamikaze' baskınlarıyla karşılaştırdı. Sonuçları itibariyle doğru bir karşılaştırma bu. Japonların bu saldırısı sonrasında, ABD savaşa girmişti. Nagazaki ve Hiroşima'ya atom bombaları atarak, 200 bin masum insanın feci şekilde ölümüne yol açmış; Japonya'ya da Pearl Harbor baskınının bedelini ağır bir şekilde ödettirmişti. Japonya aradan 46 yıl geçmesine rağmen, hala bedel ödüyor. Ülkesinde Amerikan üslerine yer vermek zorunda; Okinava bölgesindeki yaklaşık 37 bin Amerikan askerinin tecavüzler de dahil her türlü ahlaksız hareketlerine katlanmak zorunda.
Düzen değiştiren savaş
İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünya düzeni tamamıyla değişti. Birinci ve ikinci dünya savaşları arasında "yalnızcılık-inziva" politikası izleyen ABD, Sovyetler Birliği'nin İkinci Dünya Savaşı'nın sonuna doğru işgal ettiği Doğu Avrupa'dan çekilmemesi üzerine aktif bir politika izlemeye başladı. Ayrıca Moskova'nın 'komünizmi tüm dünyaya yaymak için' aktif faaliyetlere girişmesi, Washington'un stratejik konseptini değiştirmesine yol açtı. Artık 'soğuk savaş' yılları başlamıştı.
Birinci ve ikinci dünya savaşlarından topraklarında tek bir mermi atılmadan çıkan ABD, sahip olduğu ekonomik güçle diğer devletlerin bir hayli önüne geçmişti. O dönemde dünyadaki toplam üretimin yarısı ABD'de yapılıyordu. Bu oran şu anda 3'te bire düşmüş durumda. Böylesine büyük ekonomik gücün bir numara olması doğaldı. ABD'ye meydan okuyabilecek olan bir Sovyetler Birliği ise savaşta 20 milyon insanını yitirmişti. Keza aynı yıllarda iç savaş yaşayan bir Çin vardı. Japonya ve Almanya harabeye dönmüştü. Fransa, İkinci Dünya Savaşı yıllarında Almanya işgali altındaydı. İngiltere ise İkinci Dünya Savaşı'nı ancak ABD'nin yardımıyla, O'nun safında kazanabilmişti.
İkinci Dünya Savaşı'nı 'demokratik cephe' kazanmıştı. ABD ve İngiltere, bu cephenin iki üyesiydi. Oysa yenilen taraflara bakıldığında; Almanya'da Nazi diktatörlüğü, İtalya'da, faşist diktatörlük; Japonya'da ise yayılmacı politikalar izleyen 'militarist-askeri' bir rejim vardı.
Yeni düzene doğru
Dünyanın önde gelen yazarları, stratejistleri ABD'ye yönelik terör eylemlerinin; tıpkı Pearl Harbor baskını gibi 'dünya düzenini' değiştireceğini savunuyorlar. Bu doğru bir teşhistir. Burada dünyaya hakim olan 'güç merkezi' değişmeyecektir. Mevcut başat güç yani ABD, önümüzdeki yıllarda kendisine rakip olabilecek güçleri (Çin, Rusya, Japonya ve Almanya) rekabetlerini ilan edebilecekleri olgunluğa erişmeden bertaraf etmek için sözkonusu terör eylemlerinden tepe tepe yararlanacaktır. Amaç egemen konumu sürdürmek.
Rakipleri boyun eğdirmenin
tam zamanı
Şu anda gayri resmi rakamlara göre, dünyanın ikinci büyük ekonomik gücü olan Çin, muhtaç olduğu petrol ve doğal gazı risksiz bir şekilde ancak Orta Asya Türk Cumhuriyetleri'nden sağlayabilir. Dolayısıyla buradaki etkinliğini geliştirmek zorundadır. Çin bu amaçla geçtiğimiz yıl Rusya, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan'ı yanına alarak, Şangay Beşlisi'ni oluşturdu. Bu strateji çerçevesinde iki yıl önce Taliban ile diyaloğa geçti. Ama aynı Çin'in şu anda yumuşak karnı bulunuyor. Çin, 2002'nin ilk aylarında Dünya Ticaret Örgütü'ne üye olmayı amaçlıyor. Bunun gerçekleşebilmesi için ABD'nin onayı gerekli. Böylece çekik-gözlüler, gümrük duvarlarıyla karşılaşmadan istedikleri ülkelere daha fazla mal satabilecekler. Bu sırada daha fazla mal da almak zorunda kalacaklar! Dolayısıyla böyle bir Çin'in oyunun kendisine karşı oynandığı görse de, şu dönemde Washington'a diklenebilmesi sözkonusu değil.
Türkiye gibi IMF kredilerine muhtaç olan bir Rusya da şu anda Bush ile işbirliği yapmak zorunda. Ayrıca Orta Asya Türk Cumhuriyetleri'ni dini yönden etkileyebilecek bir Afganistan yönetiminin ayakta kalması da Moskova'nın işine gelmiyor. Dolayısıyla burada amaç birliği sözkonusu. Diğer iki küresel güç pozisyonundaki Almanya ve Japonya ise hala daha İkinci Dünya Savaşı sonunda imza ettikleri anlaşmalarla bağlı durumda olduklarından, şu aşamada Washington'u izlemekten başka yapabilecekleri bir şey yok.
Zahir Şah oyunu
ABD, eski kral Zahir Şah'ı Afganistan'a getirterek; burada kukla bir yönetim kurmayı amaçlıyor. Bu yeni bir durum değil. Ancak böyle bir stratejinin alt yapısını oluşturmak için, İkiz Kuleler ve Pentagon'a yönelik terör eylemlerini beklemek gerekecekti.
Washington, Afganistan'da kukla yönetim kurdurabilirse, Moskova'daki Putin yönetimi İslam faktörü çerçevesinde ABD'ye verdiği desteğin bedelini acı ödeyecektir. Bu durumda Rusya'nın Türk Cumhuriyetleri üzerinde sahip olduğu etki azalacak; Türk Cumhuriyetleri de böylece Moskova'nın baskısından kurtulmuş olacaklar. Özbekistan hatta Tacikistan'ın ABD'ye havaalanlarını açmak için çaba göstermelerinin şifresi burada.
Afganistan'daki kukla yönetimi Türkiye'nin hesaplarını iki açıdan alt-üst edecektir. Birinci açı, Orta Asya'daki petrol ve doğal gaz boru hatları Afganistan ve Pakistan üzerinden dünya pazarlarına ulaştırılabilecektir. Belki de Pakistan'a bu yönde bir söz verilmiş olabilir. Bu durum Körfez Savaşı sonrasında Yumurtalık Petrol Boru Hattı'nı devre dışı bırakmak zorunda olan Türkiye'yi, 21. Yüzyıl'ın en stratejik bölgesinden uzaklaştıracaktır. Böylece jeopolitik önemimiz değerini ciddi ölçüde yitirecektir.
İkinci durum, böyle bir kukla yönetimi Kuzey Irak'ta da bir 'Kürt kukla yönetimi'nin kurulmasını kolaylaştıracaktır. Orta Asya'yı, kukla Afganistan'la kontrol eden bir ABD; Ortadoğu'yu da 'kukla bir Kürdistan' ile kontrol altında tutmak isteyebilir. Bu hiç de yabana atılabilecek bir ihtimal değil. Suudi Arabistan'ın ABD'ye üslerini açmakta tereddüt göstermesi, böyle bir girişimi hızlandırabilir bile.
Dikkat Türkiye! Oyun sadece Çin'e değil sana da oynanıyor.
ANALİZ: Recep BAHAR