Türkiye'de muhalif gazeteciler bir bir işlerini kaybederken (Son olarak Vatan gazetesi faciası yaşandı: Mustafa Mutlu, Ruhat Mengi, Can Ataklı, Selahattin Duman, Zülfü Livaneli gazeteden bir bir ayrıldılar) demokratik açılım teraneleri doğrusu çok hoş duruyor.Gazeteciler, Başbakan ya da bakanlara bir gazetecinin sorması gereken soruları asla soramıyorlar. Medya mensupları kabineye mensup bakanlara ancak şak şakçı sorular sorabiliyor. Hükümeti zor durumda bırakacak bir soru sorulduğu an o muhabirin işini kaybetmesi an meselesi.Böyle olunca da bakanlar basın toplantılarını "medya tarafından hiç bir şekilde sıkıştırılma" durumu olmadan rahat bir şekilde icra ediyorlar.Bir bakan, kendisine soru soran gazeteciye "sen bana nasıl böyle bir soru sorarsın?" kompleksine giriyorsa, egosu onu çıldırtma noktasına getiriyorsa onun zaten bakanlık yapma vasfı yok demektir.Çok uzun olmayan demokrasi tarihimizde bu ülkenin gazetecilerinin, bu ülkenin siyasetçilerine ne denli cesur sorular sorabildiklerinin ve o siyasetçilerin ne denli cesur cevaplar verebildiklerinin örneklerini bir bir koymak lazım bakanların önüne.Ve bu ülke basının neden hükümet mensuplarını zor durumda bırakacak bir soru soramaz hale geldiğini irdelemeleri gerekir.Mesela neden Başbakanın gözlerinin içine baka baka bir basın mensubu ona, "Daha düne kadar aile efradınızı Esad'ın sarayına gönderecek kadar Esad'a güveniyordunuz. Esad o zaman da diktatördü. Neden şimdi Esad'a savaş ilan eder hale geldiniz?" diye soramıyor.Gözlerinin içine baka baka!Milli Eğitim Bakanı Nabi Abcı, tek sınavın yapıldığı SBS'yi kaldırıp yerine 36 sınavın yapılacağı yeni bir sistemi getirirken, bunun ne kadar güzel bir değişim olduğunu anlattığı basın toplantısında ona neden şu soruyu sormuyorlar: "Sayın bakan. Geçen yıl 5 yaş çocuklarını okula alırken de bu sistemin çocukların eğitimine ne büyük katkılar sağlayacağını anlatmıştınız. Ancak görüldü ki çocukların yüzde 70'i sınıfta altına işedi. Okumayı yazmayı öğrenemediler. Acaba 36 sınavlı yeni sistem de "altına işeyecek mi?"Türkiye'de lay lay lom nevinden basın toplantılarıyla kendi yandaş gazetecilerin ve ürkütülmüş yandaş olmayan basın mensuplarının önünde kahraman edasıyla açıklamalar yapan bakanlarımız, dış seyahatlerde yabancı basının karşısına çıkınca ya tir tir titriyorlar ya da ucuz kahramanlık peşinde koşuyorlar.Bunun son örneğini Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu'nda gördük.BM tarafından düzenlenen bir toplantıda konuşan Davutoğlu'na bir Çinli gazeteci çok şık ve ahlaki bir soru soruyor."Diyor ki, Madem BM denetçilerinin raporunu beklemeyeceksiniz, neden buradasınız?"Aslında Çinli gazeteci Davutoğlu'na "stratejik derinlik dersi" veriyor.Hem BM'ye üyesiniz, hem uluslararası hukuktan yanasınız hem de "ben BM raporunu beklemem, gider Suriye'ye saldırırım" diyorsunuz.Bunu çeteler yapar.Devlet, hukuka ve uluslar arası kaidelere bağlı olan kurumdur.Çinli gazetecinin hatırlattığı bu aslında.Ahmet Davutoğlu, bu soru karşısında elini masaya vurarak bildik vahşet edebiyatını anlattı. Ve yandaş medya da bunu "Davutoğlu'ndan Çinli gazeteciye ders" manşetiyle verdi.Oysa Davutoğlu'nun kimseye ders filan derdiği yoktu.Ders veren Çinli gazeteciydi.Ucuz kahramanlık peşinde olan Türk bakan, her konuşma ve hareketiyle uluslar arası kamuoyunda hem kendinin hem Türkiye'nin itibarını tüketiyor.Çok makul ve şık bir soruya, "kendisine küfredilmiş gibi" cevap veren, sabırsız ve suçluluk psikolojisi taşıyan bakanın cevabı, dış politikamızın da düzeyini ortaya koyuyor.