Teker teker anlatalım:
Suriye'deki iç savaşın yavaş yavaş sonuna geliyoruz. Savaşın kazananları birden çok ama baş kaybedeni belli:
Türkiye!
Altı yıllık iç savaş sürecinde hemen hemen bütün argümanları boş çıkmış, bütün talepleri geri çevrilmiş, bütün stratejileri kof çıkmış bir dış politika faciası yaşıyor ülkemiz.
Sondan başlayalım; Kuzey Irak'taki referandumda Kürt devletine adım adım giden süreç, Türkiye'nin, yoğunluğunu Suriye iç savaşına vererek gücünü dağıtmasıyla direkt alakalı. Bunun sonucu olarak hem Kuzey Irak'ta hem Suriye'de "2 adet Kürt devletçiğini kapımızda bulduk!"
"Esad gidecek, mutlaka gidecek" diye yıllarca bağırdık, çağırdık ama sonuçta bütün dünya Esad'ın gitmeyeceği bir Suriye üzerinde anlaşmaya varmış durumda. Astana'da bile Türkiye'nin de içinde bulunduğu müzakerelerde Esad'lı bir Suriye'nin yapılandırılması görüşülüyor.
"Uçuşa yaksa bölge kurulsun" diye yıllarca söylendik ama söylediklerimiz "uçtu gitti", kimse dinlemedi. Suriye hava sahası emperyal güçlerin savaş uçaklarının cirit attığı bir gökyüzüne dönüştü.
"Suriye'de güvenli bölge kurulsun" diye yalvardık ama kimse dinlemedi.
"Eğit, donat" projesi için maaş verdiğimiz milisler bizi yarı yolda bıraktı. Projenin çöktüğü bizzat Obama tarafından açıklandı. Zira Amerika bu projeyi, "sırf Türkiye'nin talebini yerine getiriyormuş gibi" gözükmek için kabul edip iflasa mahkûm ettirmişti.
Suriye'nin bazı bölgelerinde kimyasal gaz kullanıldı diye uluslararası bir askeri gücün direkt müdahalesini istedik ama duyan olmadı.
Amerikan uçakları askeri havaalanı yakınlarındaki boş tarlaları bombalayıp geri döndü.
"Bayırbucak, Bayırbucak!" diye gece gündüz yayınlar yaptık, "Bayırbucak'ı Esad'dan ha kurtardık, ha kurtaracağız" diyerek haftalarca milletin milliyetçilik duygularıyla oynadık, sonuçta Bayırbucak'ı Rus-Suriye güçlerinin teslim aldığını kamuoyuna bildirmedik bile!
Rakka'yı kurtarma operasyonunda aktif rol almak için ne ricalar ettik ne görüşmeler yaptık ama olmadı. Rakka operasyonu Türkiye'nin terörist dediği YPG ile yapılıyor.
Cerablus'tan ve El Bab'tan öteye gitmek için, Afrin'i almak için nutuklar attık, ama o nutukları hatırlayanımız kalmadı!
Halep'teki "son mücahitler!" için dünyayı ayağa kaldırdık, onlara dualar, karşı tarafa beddualar ettik, olan biteni bilmeyen halkın sokaklara döktük, zalimlere karşı yürüyüşler yaptırdık ama sonunda Halep'i kendi ellerimizle Esad'a teslim eden anlaşmaya imza attık.
Halep'ten ayrılan muhalifleri İdlib'e yolcu ettik.
Radikal Şii milisler olan Haşdi Şabi güçleri için "Musul'a giremezler, girerlerse onlara günlerini gösteririz" dedik.
Dedik ama Haşdi Şabi Musul'a da girdi, Tuzhurmatu'ya da girdi, hatta şu sıralar Kerkük'e girmeye hazırlanıyorlar.
PYD'ye terörist dedik, Amerikalılar yüzlerce tır silah göndererek onları "yeni müttefikleri" ilan etti.
Uzatmayalım, "sınır ötemizde" ortaya koyduğumuz mezhepçi, önünü görmeyen, stratejik zafiyetsizlik şaheseri politikalarımızla "hep kaybeden taraf olduk."
Hiçbir talebimiz, öngörümüz, taktiğimiz gerçekleşmedi.
Ülkemize yığılan 3.5 milyon Suriyeli mülteci, onlara aktarılan 30 milyar dolar para, meydana gelen sosyal ve kültürel uyumsuzluğun ateşi de üzerimize fatura kaldı.
Ateş bizi cayır cayır yaktı ama hala ders alabildik mi bilmem.
Hala "Yurtta sulh cihanda sulh!" bayrağının muhteşem gölgesinden başka çare olmadığını idrak edebildik mi bilmem.
BOP diyerek bizi bataklığa sürükleyen ve yapayalnız bırakan "dost bildiklerimizden" bu kadar kazık yememize rağmen hala aynı karanlık dehlizlerde yürümeye devam edersek vay halimize.