Şu esmer çocuk!... Siz tanımazsınız onu... Yaşına göre zayıf boyu küçük... Gözleri çakmak çakmak... Hep koşmak, hayal perdesine akseden şekilleri ortaya çıkarmak ister...
Sizlere iki hatırasını anlatacağım... Bu çocuğun renkli dünyasının o günlerdeki tomurcuklarından bahsederim. Hani yaprakları daha açılmamış sapasağlam, geniş dallar üstünde kadife saraylar gibi duran güllerin ilk tebessümlerinin adına tomurcuk diyorum.
Bir gün, eline geçen bir derginin sayfalarını dikkatle çeviriyor. Derginin orta sayfasını açıyor orada gördüğü bir ismi görünce diyor ki: "Bu isim yerine benim ismim olmalı". Yani bu yazıyı yazan kim? derlerse benim diyeceğim der. Bu düşünceyle gidip bakkaldan uhu alır. Kendi isminin harflerini teker teker kesip onu yazarının yerine yapıştırır. Büyük bir gururla koşup ablasına dergiyi verir.
-Abla bak şu dergide ne var.
Ablası açıp derginin sayfalarını birer birer çevirirken çocuk "Dikkatli bak! Yoksa göremezsin" der.
Ablası: "Neye dikkat edeyim?" diye adeta bulması gereken tılsımını gizemli kelimesini istercesine sorar...
Çocuk ne de olsa bir yazının sahibi olmuştur. Binlerce kişi onu tanıyordur. Hem sadece duymayan ablası kalmıştır ona da söylese ne olur?
Ablası derginin orta sayfasını açınca çocuk birden:
-İşte bu yazıyı ben yazdım. Hem de üzerinde ismim yazılı.
Ablası binbir emekle harfleri kesip ismini yazı başına yapıştıran çocuğa hayretle bakıyordu... Aradan yıllar geçmişti. Çocuk elindeki bir dergiyi ablasına vermişti. Ablası çocuğun ismi ve resmi olan araştırma yazısını açmış okuyordu. Bir an durdu ve çocuğa dönerek:
-Hatırlıyor musun bir dergiye ismini yazıp yapıştırmıştın... deyince. Dünkü çocuk ablasından anlatmasını istemişti. Dinledikçe çocukluk ve olgunluk yaşı arasında tek tek yerlerine oturan taşları, harçları hatta tozları, gökleri, ağaçları... oyunları, hayalleri yıldız yıldız gözleri önünde canlanıyor kayıp gidiyordu...
İsterseniz bu çocuğun ikinci hatırasını da anlatayım... Bir dükkanda...
Çocuk yapraklı takvim görüyor. Yapraklar üzerinde Kur'an harfleri ile yazılı ayetler vardı. Besmele, fatiha ve diğer yazılı sayfalar... Çocuk sayfalardan bir tanesini istedi ve aldı onu eve getirdi. Ablasına göstererek bunu nasıl yazıyorlar demiş fakat cevap alamamıştı. Bir çerçeveye sığdırılmış, bir kalemle yazılmış, aralarındaki mesafe insanı büyüleyen kıvrımlarına çocuk kendini kaptırmıştı...
Hemen kağıdı kalemi hazırladı. Ayet-i kerime yazılı levhanın aynısını yazacaktı. Günlerce uğraştı. Önce kopya etti onu beğenmedi. O yazı içindeki saklı kuvvet kendisi olmalıydı. Sonunda yazının aynısını kağıdına çizmişti. O çizimin ve yazının anlamı ve şekli hiç aklından çıkmamıştı. Aradan yıllar geçmiş çocuk bir arakadaşı ile dükkanda oturuyordu. Bursa'nın Orhangazi ilçesinde çini işleme sanatı ile uğraşan bir ustanın yeriydi. Arkadaşı çocuğa dönüp size şunu hediye edeceğim deyip duvarda duran işlenmiş bir çiniyi göstermişti. Çocuk şaşkındı. Gözleri mıhlanıp kalmıştı. Çini işleme ustası: Arkadaşın bunu çok beğendi deyince çocuk şöyle demişti:
-Yıllar önce bir takvim yaprağında görüp günlerce kopya etmek için uğraştığım bu yazıyı bu ayeti çok iyi tanıyorum.
"La havle vela kuvvete illa billah" (Allah'tan başka güç kuvvet sahibi yoktur) yazılı...
Dünkü çocuk... Yıllar geçince yaş yaş üzerine genç ve adam. Çocukların minik ellerinde bir küçük çubukla yeri eştiğini mi gördünüz... Belki dünyayı delip ortasından çubuğunu geçirecek gizemli tesbih tanesi gibi düşünceler hayaller sorular hareketler...
Kim bilir hangi kabiliyetlerin tohumları...
Kim bilir hangi ağaçların tohumu...
Kim bilir hangi çiçeklerin tomurcukları...
Kim bilir hangi fotoğrafların o gün çekilen resimleri...