Gazetemizin dünkü sayısında yer alan "varlık içinde yokluk çekiyoruz" haberi ilginizi çekmiştir.
Haber şöyle: "Türkiye resmen hazinenin üstündeki dilenci gibi...
Ülkemizde işletmeye hazır 8 altın yatağı bulunuyor. Ekonomiye kazandırılmayı bekleyen mevcut altın rezervinin ise 4.5 Milyar Dolar tutarında olduğu biliniyor".
Bu madenleri işletmek için gerekli olan yatırım miktarı ise, sadece 830 Milyon Dolar.
Türkiye, bu 830 Milyon Dolarlık yatırımla 4.5 Milyar Dolarlık gelir elde edebilecekken bunu yapmıyor.
Ya ne yapıyor? Her yıl 2 Milyar Dolarlık dövizimizi altın ithalatına harcıyor.
bu çarpıklık, bu vurdumduymazlık, bu peşkeş sadece altın madeninde mi?
Elbetteki hayır. Madenciler Derneği 2. Başkanı isyan ediyor.
Türkiye zengin toryum, bor, çinko, mermer, petrol gibi zengin yeraltı kaynaklarını unutmuş.
Ama, ABD'nin devlet ve uluslararası şirket olarak gözü bu madenlerde diyor.
Dün Ortadoğu petrollerine göz koyan ABD, Bugün el koymak üzere. Yarın aynı akıbet bizi bekliyor.
4 Trilyon Doların üzerinde oturuyoruz, IMF'ye avuç açıyoruz.
Osmanlı'nın çöküşü döneminde Anadolu'daki bu zenginlikleri tespit eden Batılılar Türkiye'nin bu zenginliklere el sürmesini yasakladılar.
Dedelerimiz bu acı gerçeği "esir madenler" diye hafızalara kazıdılar.
Bir yandan madenlere el sürmemizi yasaklayan güçler, diğer yandan "cömertçe yüksek faizle borçlar vererek" bir milleti esir almaya kalktılar.
Türk Milleti, Kuvâ-yı Milliye Ruhu ile ayağa kalkarak bağımsızlığını ilan etti.
Ancak zihniyet ve ekonomik bağımlılığı üzerinden atamadığımız için 80 yıl sonra yine zenginliğimizi unutup el kapısında dileniyoruz.
Afrika ülkeleri dahi IMF politikalarına isyan ederken medeniyetler inşa etmiş bir millet IMF'ye mahkûm bir sefaleti yaşıyor.
Niçin? Niçin?
Topyekün bir bilinç uyanmasına, bir ve çalışma hummasına tutulamadığı için. Hükümetler gidiyor, hükümetler geliyor. Ama hepsinin vizyonu, IMF'nin dayattığı "faiz dışı fazla" sınırları içinde debelenmek.
Milletçe önce bilinç düzeyinde, sonra her sahada Bağımsız Türkiye anlayışına dönmediğimiz müddetçe Prof. Dr.
Haydar Baş Bey'in hep vurguladığı gibi "hazine üzerine oturan dilenci olmaktan kurtulamayız.