“Etle kemik gibiyiz” tabiri eskiden sevginin, dostluğun, samimiyetin ifadesiydi. Şimdi bir “kanka” lafı hepsinin önüne geçti!
Kemiksiz et olur mu? Kasaplarda olur. Etsiz kemiği de yine vicdansız kasaplarda bulabilirsiniz. Kemiksiz et ne olur? Pişer, yemek olur. Sonucu biliyorsunuz. Ya etsiz kemik? O da insan elindeyse, suyu çıkana kadar kaynatılır, iliği sökülür. Yok, bir köpeğin elindeyse bir kuyuya gömülür.
Devletle ve millet kavramları da, (tabii bizim için yani “Asekirullah” ‘Allah’ın askeri’ unvanını almış) Türk Milleti için et ve kemik gibidir. Birbirinden ayrılamazlar.
Konuyu örnekle açarsak; Millet et olsun, devlet kemik olsun. Milletin, altı ateşli bir kazana girmemesi, hemencecik pişmemesi için sağlam bir kemiğin etrafında sarılı olması lazım değil mi? Aynı şekilde kemiğinde bir veya birkaç köpeğin saldırısına karşı durması için, bu köpeklere yem olmaması için kaslı bir et yapısına ve o kaslardan çıkan iliğe ihtiyacı vardır. O ilik askerdir, ordudur. İliği sökülmüş bir kemik ancak fosil olarak iş görür. Etleri ise çoktan birilerinin boğazından geçmiştir.
Dünya sahnesinde Türk Milleti, et ve kemik gibi birbirlerinin olmazsa olmazı gibi bir duruş gösterdiler. Bazen hastalandı. Bazen yorgun düştü, duraksadı. Bazen rüzgarlar sert esti. Ama bu iki değer (devlet, millet) birbirinden ayrılmadı. En son Çanakkale’de dünya tarihine “ben buradayım” notunu düşerken, verilen Kurtuluş Mücadelesiyle de “Avrupa, ben ölmedim. Buradayım kıyamete kadar) gerçeğini haykırmıştı.
Tabi bu coğrafya zor bir coğrafyaydı. Rüzgarlar alttan üstten, sağdan soldan hep en şiddetli biçimde esiyordu. Ama ne millet devletten ve ne de devlet milletten vazgeçmedi. Analar evlatlarını gönderdi; Canını ver ama toprağını verme, diye.
Birileri bu gerçeği çok iyi biliyordu. Ve gün geldi etler buruşmaya, kemik zedelenmeye başladı. İliği soracak olursanız bir kısmı demokrasinin (!) hücrelerine atılmış, kalanları ise kundaktaki çocuktan daha aciz bir duruşta. Çocukların sesi çıkar. Bunların sesi de kesildi. Hâlbuki demokrasiyi iliklerimize (!) kadar hissettirmediler mi?
Sağcı solcu, Alevi Sünni kavgaları yapıldı. Siyaset taraf oldu. Asker dinsiz, halk mazlum kavramı beyinlere, gönüllere işlendi. Askerde taraf oldu millete karşı. Sonuçta ise artık “Türk” kavramını sorgulayan siyasetçilerin eline kaldık. Kurtuluş savaşı sorgulanmaya başladı. Milletimizi bir arada tutan ve geçmişteki bağımsızlık mücadelesini vurgulayan, hatırlatan söylemler, Allah’ın farzıyla yan yana getirilerek, küçümsenme gayretine girildi. Çok eşliliğe hayır diyenler çok dinliliğe evet dedi.
Ya, amma da yaptın, diyenlere kimin söylediğini sona bırakacağım şu sözleri bir yorumlamalarını, düşünmelerini istiyorum. Ve soruyorum; Hangi vicdan sahibi bu sözleri edebilir? Böyle bir anlayışa girebilir?
“Sen ne mutlu Türküm dersen oda ne mutlu kürdüm der. Türklük yerine Türkiyelilik bilinci yerleştirilmelidir.” (1)
“Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı sırtımızı, Amerika’ya karşı yönümüzü dönmeliyiz.” (2)
“Cumhuriyetin ilanı İstanbul’un tarihi değerini ve saygınlığını düşürmüştür.” (3)
“Atatürk öldüğünden beri hala zenginlik ve özgürlük üretemiyorsak sebebi Kemalizm’dir.” (4)
“Vatan sevgisi nedir ki? Vatanı seveceğinize gidin evde karınızı sevin.” (5)
“Türkiye, sadece Türklere bırakılmayacak kadar önemli bir ülkedir.” (6)
“Kimse söylemiyor bari ben söyleyeyim. Türkiye’de 1 milyon Ermeniyle 30 bin Kürt katledildi.” (7)
“Kürtlerin geleceği ve özgürlüğü için Türk askerinin kanının oluk oluk akması gerekir.” (8)
1- Tayyip Erdoğan 2- Fetullah Gülen 3- Kadir Topbaş 4- Ahmet Altan 5- Çetin Altan 6- M.Ali Birand 7- Orhan Pamuk 8- Leyla Zana
Örnekleri çoğaltarak yaranın üstünü daha fazla açmayalım. Bu bir kaçını saydığım şahıslar her gün toplumun hayatında istese de, istemese de yer alan şahıslar. Gündemi onlar belirliyor, haberlere onlar çıkıyor. Seni, beni onlar temsil ediyor! Yani sonuçta geldiğimiz nokta ortada; Tüm İslam komşularımız bizi düşman bellemiş. İslam olmayanlar zaten hep pusuda. Israrla maddi ve manevi bir savaşın içine çekilmeye çalışılıyoruz. (Suriye artı Şia, Sünni çatışması gibi) Siyaset bu savaşa meraklı bir duruş gösteriyor. İnsanımız ise kendisini bekleyen maddi, manevi tehlikelerden habersiz derin hülyalara dalmış, gidiyor. Ama nereye? Ne zamana kadar?
Kemiksiz et olur mu? Kasaplarda olur. Etsiz kemiği de yine vicdansız kasaplarda bulabilirsiniz. Kemiksiz et ne olur? Pişer, yemek olur. Sonucu biliyorsunuz. Ya etsiz kemik? O da insan elindeyse, suyu çıkana kadar kaynatılır, iliği sökülür. Yok, bir köpeğin elindeyse bir kuyuya gömülür.
Devletle ve millet kavramları da, (tabii bizim için yani “Asekirullah” ‘Allah’ın askeri’ unvanını almış) Türk Milleti için et ve kemik gibidir. Birbirinden ayrılamazlar.
Konuyu örnekle açarsak; Millet et olsun, devlet kemik olsun. Milletin, altı ateşli bir kazana girmemesi, hemencecik pişmemesi için sağlam bir kemiğin etrafında sarılı olması lazım değil mi? Aynı şekilde kemiğinde bir veya birkaç köpeğin saldırısına karşı durması için, bu köpeklere yem olmaması için kaslı bir et yapısına ve o kaslardan çıkan iliğe ihtiyacı vardır. O ilik askerdir, ordudur. İliği sökülmüş bir kemik ancak fosil olarak iş görür. Etleri ise çoktan birilerinin boğazından geçmiştir.
Dünya sahnesinde Türk Milleti, et ve kemik gibi birbirlerinin olmazsa olmazı gibi bir duruş gösterdiler. Bazen hastalandı. Bazen yorgun düştü, duraksadı. Bazen rüzgarlar sert esti. Ama bu iki değer (devlet, millet) birbirinden ayrılmadı. En son Çanakkale’de dünya tarihine “ben buradayım” notunu düşerken, verilen Kurtuluş Mücadelesiyle de “Avrupa, ben ölmedim. Buradayım kıyamete kadar) gerçeğini haykırmıştı.
Tabi bu coğrafya zor bir coğrafyaydı. Rüzgarlar alttan üstten, sağdan soldan hep en şiddetli biçimde esiyordu. Ama ne millet devletten ve ne de devlet milletten vazgeçmedi. Analar evlatlarını gönderdi; Canını ver ama toprağını verme, diye.
Birileri bu gerçeği çok iyi biliyordu. Ve gün geldi etler buruşmaya, kemik zedelenmeye başladı. İliği soracak olursanız bir kısmı demokrasinin (!) hücrelerine atılmış, kalanları ise kundaktaki çocuktan daha aciz bir duruşta. Çocukların sesi çıkar. Bunların sesi de kesildi. Hâlbuki demokrasiyi iliklerimize (!) kadar hissettirmediler mi?
Sağcı solcu, Alevi Sünni kavgaları yapıldı. Siyaset taraf oldu. Asker dinsiz, halk mazlum kavramı beyinlere, gönüllere işlendi. Askerde taraf oldu millete karşı. Sonuçta ise artık “Türk” kavramını sorgulayan siyasetçilerin eline kaldık. Kurtuluş savaşı sorgulanmaya başladı. Milletimizi bir arada tutan ve geçmişteki bağımsızlık mücadelesini vurgulayan, hatırlatan söylemler, Allah’ın farzıyla yan yana getirilerek, küçümsenme gayretine girildi. Çok eşliliğe hayır diyenler çok dinliliğe evet dedi.
Ya, amma da yaptın, diyenlere kimin söylediğini sona bırakacağım şu sözleri bir yorumlamalarını, düşünmelerini istiyorum. Ve soruyorum; Hangi vicdan sahibi bu sözleri edebilir? Böyle bir anlayışa girebilir?
“Sen ne mutlu Türküm dersen oda ne mutlu kürdüm der. Türklük yerine Türkiyelilik bilinci yerleştirilmelidir.” (1)
“Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı sırtımızı, Amerika’ya karşı yönümüzü dönmeliyiz.” (2)
“Cumhuriyetin ilanı İstanbul’un tarihi değerini ve saygınlığını düşürmüştür.” (3)
“Atatürk öldüğünden beri hala zenginlik ve özgürlük üretemiyorsak sebebi Kemalizm’dir.” (4)
“Vatan sevgisi nedir ki? Vatanı seveceğinize gidin evde karınızı sevin.” (5)
“Türkiye, sadece Türklere bırakılmayacak kadar önemli bir ülkedir.” (6)
“Kimse söylemiyor bari ben söyleyeyim. Türkiye’de 1 milyon Ermeniyle 30 bin Kürt katledildi.” (7)
“Kürtlerin geleceği ve özgürlüğü için Türk askerinin kanının oluk oluk akması gerekir.” (8)
1- Tayyip Erdoğan 2- Fetullah Gülen 3- Kadir Topbaş 4- Ahmet Altan 5- Çetin Altan 6- M.Ali Birand 7- Orhan Pamuk 8- Leyla Zana
Örnekleri çoğaltarak yaranın üstünü daha fazla açmayalım. Bu bir kaçını saydığım şahıslar her gün toplumun hayatında istese de, istemese de yer alan şahıslar. Gündemi onlar belirliyor, haberlere onlar çıkıyor. Seni, beni onlar temsil ediyor! Yani sonuçta geldiğimiz nokta ortada; Tüm İslam komşularımız bizi düşman bellemiş. İslam olmayanlar zaten hep pusuda. Israrla maddi ve manevi bir savaşın içine çekilmeye çalışılıyoruz. (Suriye artı Şia, Sünni çatışması gibi) Siyaset bu savaşa meraklı bir duruş gösteriyor. İnsanımız ise kendisini bekleyen maddi, manevi tehlikelerden habersiz derin hülyalara dalmış, gidiyor. Ama nereye? Ne zamana kadar?
Akın Aydın / diğer yazıları
- ‘Para milletin itibarıdır’ diyordu onu da kaybettirdi / 29.03.2024
- Siyasetçiler Yasak Elma ve Kızılcık Şerbeti dizilerini mi izliyor! / 28.03.2024
- Dünya lideri demek kolay, olmak zor / 27.03.2024
- Siyasette de hep masa kazanıyor / 25.03.2024
- Erdoğan neden sözlerinin esiri olmuyor? / 24.03.2024
- Erdoğan ‘seçimden sonrası tufan diyenleri’ not alıyormuş / 23.03.2024
- Müslümanların kan ile iftarı ve son fetva / 22.03.2024
- Erdoğan’a biat ve bozkurtların aklaşması / 21.03.2024
- Hüseyin Baş: 'Bunlarda hiçbir değer ve kutsal yok' / 20.03.2024
- Parası olan kaçırıyor, olmayan kaçıyor / 19.03.2024
- Siyasetçiler Yasak Elma ve Kızılcık Şerbeti dizilerini mi izliyor! / 28.03.2024
- Dünya lideri demek kolay, olmak zor / 27.03.2024
- Siyasette de hep masa kazanıyor / 25.03.2024
- Erdoğan neden sözlerinin esiri olmuyor? / 24.03.2024
- Erdoğan ‘seçimden sonrası tufan diyenleri’ not alıyormuş / 23.03.2024
- Müslümanların kan ile iftarı ve son fetva / 22.03.2024
- Erdoğan’a biat ve bozkurtların aklaşması / 21.03.2024
- Hüseyin Baş: 'Bunlarda hiçbir değer ve kutsal yok' / 20.03.2024
- Parası olan kaçırıyor, olmayan kaçıyor / 19.03.2024