Tarih, bir çok şehrin, başkaları tarafından alındığına veya fethedildiğine şahitlik etmektedir. Fakat hiç bir şehrin alınışı, İstanbul'unki kadar zor, sıkıntılı ve aynı ölçüde şerefli ve muazzam bir hadise olarak tarih sayfalarında yer almamıştır. Asırları aşan bir müjdeye nail olmak için girişilen fetih çabası, mutlu bir şekilde sonuçlanmıştır. Burada, bu çabanın bütün detaylarından bahsetmenin mümkün olmadığını takdir edersiniz. Bu sebeple biz de, bu mübarek fethi, ana hatları ile de olsa günümüze taşımaya gayret ettik.
Osmanlı Padişahı Sultan II. Mehmed, Ahmed b. Hanbel'in Müsned'indeki "Hadis-i Şerif"in işaret ettiği müjdeli emîr olma gayesiyle, daha önce gerek dedelerinin, gerekse babasının girişmiş oldukları büyük ve cür'etli bir teşebbüsü gerçekleştirmek istiyordu. Tabiat ve coğrafya, İstanbul'u, doğu ve batıdaki Osmanlı ülkelerine merkez yapmıştı. Kostantiniyye, başka bir devletin elinde kaldıkça Osmanlı ülkesi, Hıristiyan istilasına açık bulunacağı gibi, Avrupa ile Asya arasındaki bağ ve alaka da emniyete alınamazdı. Böylece devlet, tam ve sağlam bir vücud olacak yerde, gövdesi ortasından ikiye bölünmüş olarak parçalanmak tehlikesine maruz kalırdı. Bu sebeple genç hükümdar, Osmanlı Asya'sı ile Avrupa'sını birbirine bağlayıp devletin tabii sınırları ile coğrafi ve siyasi birliğini sağlama gayretinde idi. Bunu başardığı takdirde Peygamberinin dili ile "müjdeli emîr" olma vasfını da kazanacaktı.
Gerçekten II. Mehmed dönemine kadar Osmanlılar tarafından İstanbul'un fethi için yapılan teşebbüslerin her birinde engel çıkarak veya çıkarılarak muvaffakiyet önlenmişti. Fakat burası, Bizans'ın elinde bulundukça Osmanlılar'ın Rumeli'ye tamamen hakim olmaları mümkün değildi. Nitekim, Varna muharebesine gidilirken Çanakkale"nin ve hatta Sarayburnu ile Boğaza doğru olan yerlerin düşman tarafından tutulmuş olması, bu arada İstanbul'un da, düşmanı teşvik eden imparatorun elinde bulunması yüzünden büyük tehlikeler altında Çeneviz gemilerine 40 bin duka altın verilerek Rumeli sahiline geçilebilmşiti. Gelişen olaylar, iki kıtadaki Osmanlı hakimiyetinin, devamlı bir surette ve sinsi bir siyasetle Osmanlılar aleyhinde çalışan Bizanslılar yüzünden ne kadar korkunç tehlikeler arz ettiğini gösteriyordu.
Genç Padişah, Rumeli Hisarı'nın (Boğazkesen) tamamlanmasından sonra ordusu ile birlikte İstanbul sınırlarına iyice yaklaşarak şehri yakından görebilmişti. O, hem arazi, hem de surlarla ilgili tedkikler yaptıktan sonra Edirne'ye dönmüştü. Edirne'ye döndükten sonra buradaki en önemli düşüncesi İstanbul'u almaktı. Nitekim dönemin Bizans tarihçisi Dukao, genç hükümdarın İstanbul'u almak için ne denli kararlı olduğunu şu ifadelerle ortaya koymaktadır:
"Harman vakti geçti, sonbahar başlamak üzere idi. Sultan Mehmed, Edirne'deki sarayında vakit geçiriyor, fakat gözüne uyku girmiyordu. Gece gündüz İstanbul'u nasıl alabileceğini ve nasıl bu şehrin sahibi olabileceğini düşünüyordu."
Böylece iç dünyasında, Kostantiniyye'nin fethi mevzuunda kendisini, uzun asırların gönlünden ve dilinden yuvarlana gelen bir manevi müjdenin son ve gerçek temsilcisi olarak gören hükümdar, zihnî ve ruhî imkanlarını bütün hızı ve bereketiyle hep bu nokta üzerinde toplamıştı.
Bilindiği gibi Cuma, içinde Cuma namazı bulunduğu için Müslümanlarca mübarek ve önemli bir gün olarak kabul edilir. İşte böyle bir günde, Edirne'den başlayan hareket, 6 Nisan (26 Rebiülevvel) gününe tesadüf eden başka bir Cuma günü, genç hükümdarın ordusu ile birlikte eda ettiği (kıldığı) Cuma namazını müteakip kuşatma başlar. Namazdan sonra muhasara hareketine başlanılmasını emreden genç hükümdar, maddi kuvvet kadar manevi kuvvetin de tesirine inanıyordu. Bu sebeple Sultan'ın tarafında ulema, meşayih ve bunların talebelerinden meydana gelen bir halka bulunuyordu. Bunlar, asker arasında gaza ve cihadın faziletinden bahsederek onları "Feth-i Mübîn"e teşvik ediyorlardı. Onlar, bu kadarla da yetinmeyerek Feth-i Mübîn'in muhakkak olduğunu ve Kostantiniyye fethinin Sultan Mehmed tarafından gerçekleştirileceğini askere telkin ediyorlardı. Tarihçi Hoca Sa'deddin Efendi, alimler, şeyhler ve seyyidlerden meydana gelen bu grup hakkında tafsilatlı bilgiler vermektedir.
Osmanlı Padişahı Sultan II. Mehmed, Ahmed b. Hanbel'in Müsned'indeki "Hadis-i Şerif"in işaret ettiği müjdeli emîr olma gayesiyle, daha önce gerek dedelerinin, gerekse babasının girişmiş oldukları büyük ve cür'etli bir teşebbüsü gerçekleştirmek istiyordu. Tabiat ve coğrafya, İstanbul'u, doğu ve batıdaki Osmanlı ülkelerine merkez yapmıştı. Kostantiniyye, başka bir devletin elinde kaldıkça Osmanlı ülkesi, Hıristiyan istilasına açık bulunacağı gibi, Avrupa ile Asya arasındaki bağ ve alaka da emniyete alınamazdı. Böylece devlet, tam ve sağlam bir vücud olacak yerde, gövdesi ortasından ikiye bölünmüş olarak parçalanmak tehlikesine maruz kalırdı. Bu sebeple genç hükümdar, Osmanlı Asya'sı ile Avrupa'sını birbirine bağlayıp devletin tabii sınırları ile coğrafi ve siyasi birliğini sağlama gayretinde idi. Bunu başardığı takdirde Peygamberinin dili ile "müjdeli emîr" olma vasfını da kazanacaktı.
Gerçekten II. Mehmed dönemine kadar Osmanlılar tarafından İstanbul'un fethi için yapılan teşebbüslerin her birinde engel çıkarak veya çıkarılarak muvaffakiyet önlenmişti. Fakat burası, Bizans'ın elinde bulundukça Osmanlılar'ın Rumeli'ye tamamen hakim olmaları mümkün değildi. Nitekim, Varna muharebesine gidilirken Çanakkale"nin ve hatta Sarayburnu ile Boğaza doğru olan yerlerin düşman tarafından tutulmuş olması, bu arada İstanbul'un da, düşmanı teşvik eden imparatorun elinde bulunması yüzünden büyük tehlikeler altında Çeneviz gemilerine 40 bin duka altın verilerek Rumeli sahiline geçilebilmşiti. Gelişen olaylar, iki kıtadaki Osmanlı hakimiyetinin, devamlı bir surette ve sinsi bir siyasetle Osmanlılar aleyhinde çalışan Bizanslılar yüzünden ne kadar korkunç tehlikeler arz ettiğini gösteriyordu.
Genç Padişah, Rumeli Hisarı'nın (Boğazkesen) tamamlanmasından sonra ordusu ile birlikte İstanbul sınırlarına iyice yaklaşarak şehri yakından görebilmişti. O, hem arazi, hem de surlarla ilgili tedkikler yaptıktan sonra Edirne'ye dönmüştü. Edirne'ye döndükten sonra buradaki en önemli düşüncesi İstanbul'u almaktı. Nitekim dönemin Bizans tarihçisi Dukao, genç hükümdarın İstanbul'u almak için ne denli kararlı olduğunu şu ifadelerle ortaya koymaktadır:
"Harman vakti geçti, sonbahar başlamak üzere idi. Sultan Mehmed, Edirne'deki sarayında vakit geçiriyor, fakat gözüne uyku girmiyordu. Gece gündüz İstanbul'u nasıl alabileceğini ve nasıl bu şehrin sahibi olabileceğini düşünüyordu."
Böylece iç dünyasında, Kostantiniyye'nin fethi mevzuunda kendisini, uzun asırların gönlünden ve dilinden yuvarlana gelen bir manevi müjdenin son ve gerçek temsilcisi olarak gören hükümdar, zihnî ve ruhî imkanlarını bütün hızı ve bereketiyle hep bu nokta üzerinde toplamıştı.
Bilindiği gibi Cuma, içinde Cuma namazı bulunduğu için Müslümanlarca mübarek ve önemli bir gün olarak kabul edilir. İşte böyle bir günde, Edirne'den başlayan hareket, 6 Nisan (26 Rebiülevvel) gününe tesadüf eden başka bir Cuma günü, genç hükümdarın ordusu ile birlikte eda ettiği (kıldığı) Cuma namazını müteakip kuşatma başlar. Namazdan sonra muhasara hareketine başlanılmasını emreden genç hükümdar, maddi kuvvet kadar manevi kuvvetin de tesirine inanıyordu. Bu sebeple Sultan'ın tarafında ulema, meşayih ve bunların talebelerinden meydana gelen bir halka bulunuyordu. Bunlar, asker arasında gaza ve cihadın faziletinden bahsederek onları "Feth-i Mübîn"e teşvik ediyorlardı. Onlar, bu kadarla da yetinmeyerek Feth-i Mübîn'in muhakkak olduğunu ve Kostantiniyye fethinin Sultan Mehmed tarafından gerçekleştirileceğini askere telkin ediyorlardı. Tarihçi Hoca Sa'deddin Efendi, alimler, şeyhler ve seyyidlerden meydana gelen bu grup hakkında tafsilatlı bilgiler vermektedir.
Ziya Kazıcı / diğer yazıları
- Beyin göçü-I / 15.07.2001
- Kanun ve ahlak / 12.07.2001
- "Yine gam yükünün kervanı geldi" / 08.07.2001
- İmamların bazı görevleri / 05.07.2001
- Vergi / 01.07.2001
- Tarih, ilim ve kıyafet / 28.06.2001
- Savurganlık / 24.06.2001
- Diyalog / 17.06.2001
- Ülke dışındaki eserlerimiz / 14.06.2001
- Mide bulandıran programlar / 10.06.2001
- Kanun ve ahlak / 12.07.2001
- "Yine gam yükünün kervanı geldi" / 08.07.2001
- İmamların bazı görevleri / 05.07.2001
- Vergi / 01.07.2001
- Tarih, ilim ve kıyafet / 28.06.2001
- Savurganlık / 24.06.2001
- Diyalog / 17.06.2001
- Ülke dışındaki eserlerimiz / 14.06.2001
- Mide bulandıran programlar / 10.06.2001