İmâm-ı Rabbâni Hz.
İmâm-ı Rabbâni; Hindistan'da yetişen en büyük veli ve alim. Âriflerin ışığı, velilelerin önderi, Müslümanların baştacı, müceddid, müctehid ve İslam alimlerinin gözbebeğidir. İnsanların itikad, ibadet ve ahlak husûsunda doğruyu öğrenmelerini, öğrendikleri bu bilgileri ile amel etmelerini sağlayan, insanları Allah-ü Teala'nın rızasına kavuşturmak için rehberlik eden ve kendilerine "Silsile-i Aliyye" denilen İslam alimlerinin yirmi üçüncüsüdür. İsmi, Ahmed bin Abdülehad bin Zeynel'âbidin'dir. Lakabı Bedreddin, künyesi Ebû'l-Berekât'tır. 1563 (H. 971) senesinde Hindistan'ın Serhend (Sihrind) şehrinde doğdu. İmâm-ı Rabbâni ismiyle tanınmıştır. İmâm-ı Rabbâni, Rabbâni alim demek olup, kendisine ilim ve hikmet verilmiş, ilmi ile amel eden, ilim ve amel bakımından eksiksiz ve kamil, olgun alim demektir. Hicri ikinci bin yılının müceddidi (yenileyicisi) olmasından dolayı "Müceddid-i elf-i Sani" ahkâm-ı İslâmiye ile tasavvufu birleştirmesi sebebiyle "Sıla" ismi verilmiştir. Hazret-i Ömer'in soyundan olduğu için, "Fâruki" nesebiyle anılmış, serhend şehrinden olduğu için de oraya nisbetle, "Serhendi" denilmiştir. Bütün bu vasıflarıyla birlikte ismi, İmâm-ı Rabbâni Müceddid-i elf-i sâni Şeyh Ahmed-i Fârûki Serhendi'dir.
Babası ve dedelerinin hepsi, zamanlarının büyük alimleri, salih ve faziletli kimseleri idiler. Babası Abdülehad Efendi din ve fen ilimlerinde yetişmiş, tasavvufta da en son mertebeye ulaşmıştı. Gençliğinde ilmi yaymak, insanlara hizmet etmek, doğru yolu göstermek için seyahat ettiği sıralarda, Hindistan'ın meşhûr kasabalarından Skendere'ye gitmişti. O memleketten asil bir aileye mensub saliha bir hanım, firasetiyle Abdülehad Efendinin mübarek bir zat olduğunu anlayıp, ona; "Kendi kucağımda terbiye edip büyüttüğüm, iffet ve ismet cevheri bir kız kardeşim vardır. Böyle saliha bir kızın sizinle nikahlanmasını arzu ediyorum. Bu ricamı kabul edeceğinizi umarım" diye haber gönderdi. Abdülehad Efendi bir müddet düşündükten sonra teklifi kabul edip, o kızla nikahlandı. Bu evliliklerinden İmâm-ı Rabbâni hazretleri doğdu.
İmâm-ı Rabbâni hazretleri çocukluğunda şiddetli bir hastalığa tutulmuştu. Evlerinde büyük bir üzüntü hâsıl olup, vefat edeceğini zannetmişlerdi. O zamanın meşhur velilerinden ve Abdülkadir-i Geylani'nin yolunun büyüklerinden Şâh Kemâl Kihteli Kâdiri'ye götürüp duasını istediler. Şâh Kemâl Kâdiri, İmâm-ı Rabbâni'yi görünce büyük bir hayranlıkla bakarak babasına; "Hiç üzülmeyiniz. Bu çocuk çok yaşayacak, ilmiyle âmil, büyük bir alim ve eşsiz bir veli olacak" demiş ve çocuğun elinden tutup, öpmüştü. Muhabbetle sarılmalarından dolayı, Abdülkâdir-i Geylani hazretlerinin feyzi ve nûru, mübarek vücudunu kapladı.
Şâh Kemal Kâdiri, İmâm-ı Rabbâni hazretleri hakkıda çok güzel ve büyük müjdeler verdi. İmâm-ı Rabbâni yedi-sekiz yaşlarında iken Şâh Kemâl Kâdiri vefat etti.
İmâm-ı Rabbâni; Hindistan'da yetişen en büyük veli ve alim. Âriflerin ışığı, velilelerin önderi, Müslümanların baştacı, müceddid, müctehid ve İslam alimlerinin gözbebeğidir. İnsanların itikad, ibadet ve ahlak husûsunda doğruyu öğrenmelerini, öğrendikleri bu bilgileri ile amel etmelerini sağlayan, insanları Allah-ü Teala'nın rızasına kavuşturmak için rehberlik eden ve kendilerine "Silsile-i Aliyye" denilen İslam alimlerinin yirmi üçüncüsüdür. İsmi, Ahmed bin Abdülehad bin Zeynel'âbidin'dir. Lakabı Bedreddin, künyesi Ebû'l-Berekât'tır. 1563 (H. 971) senesinde Hindistan'ın Serhend (Sihrind) şehrinde doğdu. İmâm-ı Rabbâni ismiyle tanınmıştır. İmâm-ı Rabbâni, Rabbâni alim demek olup, kendisine ilim ve hikmet verilmiş, ilmi ile amel eden, ilim ve amel bakımından eksiksiz ve kamil, olgun alim demektir. Hicri ikinci bin yılının müceddidi (yenileyicisi) olmasından dolayı "Müceddid-i elf-i Sani" ahkâm-ı İslâmiye ile tasavvufu birleştirmesi sebebiyle "Sıla" ismi verilmiştir. Hazret-i Ömer'in soyundan olduğu için, "Fâruki" nesebiyle anılmış, serhend şehrinden olduğu için de oraya nisbetle, "Serhendi" denilmiştir. Bütün bu vasıflarıyla birlikte ismi, İmâm-ı Rabbâni Müceddid-i elf-i sâni Şeyh Ahmed-i Fârûki Serhendi'dir.
Babası ve dedelerinin hepsi, zamanlarının büyük alimleri, salih ve faziletli kimseleri idiler. Babası Abdülehad Efendi din ve fen ilimlerinde yetişmiş, tasavvufta da en son mertebeye ulaşmıştı. Gençliğinde ilmi yaymak, insanlara hizmet etmek, doğru yolu göstermek için seyahat ettiği sıralarda, Hindistan'ın meşhûr kasabalarından Skendere'ye gitmişti. O memleketten asil bir aileye mensub saliha bir hanım, firasetiyle Abdülehad Efendinin mübarek bir zat olduğunu anlayıp, ona; "Kendi kucağımda terbiye edip büyüttüğüm, iffet ve ismet cevheri bir kız kardeşim vardır. Böyle saliha bir kızın sizinle nikahlanmasını arzu ediyorum. Bu ricamı kabul edeceğinizi umarım" diye haber gönderdi. Abdülehad Efendi bir müddet düşündükten sonra teklifi kabul edip, o kızla nikahlandı. Bu evliliklerinden İmâm-ı Rabbâni hazretleri doğdu.
İmâm-ı Rabbâni hazretleri çocukluğunda şiddetli bir hastalığa tutulmuştu. Evlerinde büyük bir üzüntü hâsıl olup, vefat edeceğini zannetmişlerdi. O zamanın meşhur velilerinden ve Abdülkadir-i Geylani'nin yolunun büyüklerinden Şâh Kemâl Kihteli Kâdiri'ye götürüp duasını istediler. Şâh Kemâl Kâdiri, İmâm-ı Rabbâni'yi görünce büyük bir hayranlıkla bakarak babasına; "Hiç üzülmeyiniz. Bu çocuk çok yaşayacak, ilmiyle âmil, büyük bir alim ve eşsiz bir veli olacak" demiş ve çocuğun elinden tutup, öpmüştü. Muhabbetle sarılmalarından dolayı, Abdülkâdir-i Geylani hazretlerinin feyzi ve nûru, mübarek vücudunu kapladı.
Şâh Kemal Kâdiri, İmâm-ı Rabbâni hazretleri hakkıda çok güzel ve büyük müjdeler verdi. İmâm-ı Rabbâni yedi-sekiz yaşlarında iken Şâh Kemâl Kâdiri vefat etti.