Bir kaç gündür, devletin soğan depolarına yönelik baskınlarını izliyoruz. Ardından patates, meyve baskınları da gelebilir.
Soğan fiyatları malumunuz 5 TL'ye dayandı. Aşık Mahsuni'nin "Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana" diyerek gariban vatandaşın her daim erişebileceği "soğanın" bile erişilemez bir gıda haline geldiği bir ülkede, sorunu kökten tarım politilarını masaya yatıracak tarzda çözmeyi denemek yerine, onlarca kameranın huzurunda soğan depolarını basararak, bu baskınları haber yaparak fiyatı düşürmeyi denemek trajikomik bir durum.
Verilmek istenen mesaj belli "Soğan fiyatlarının artmasında bizim suçumuz yok, patates fiyatlarının artmasında da suçumuz yok, bütün suç bu stokçu hainlerin!"
Tamam, mesajı böyle verirsiniz, hatta geniş iletişim yelpazesi içinde kamuoyunu ikna da edebilirsiniz ama böyle baskınvari politikalar yaraya merhem olmaz, yarayı daha da derinleştirir.
80 milyon nüfusluk bir ülkede Polatlı'daki bir kaç soğan deposu piyasaya soğan sürmedi diye fiyatlar 5 TL'ye çıkmışsa vay halimize.
Peki, 12'TL'ye fırlayan çeri domatesi için, 10 TL'ye satılan çengelköy hıyarı için hangi depoları basmak lazım?
Kilogramı 25 TL'ye çıkmış tavuk fiyatları için hangi tavuk üretim tesislerini basmak lazım?
Olayın komple tarım politikalarında, ekonomi politikalarında olduğunu neden göremiyoruz?
Stokçuluk denilen olaya bir de ekonomik perspektiften bakalım:
Bir malı satın alıyorsunuz, ileride bu malın fiyatının daha da artacağını düşünerek piyasaya sürmüyorsunuz bunun adı stokçuluk oluyor. Yani para da sizin, mal da sizin, depo da sizin! Anadolu'da bu durum zaten çok yaygındır. Üretici fındıktan-fıstığa, buğdaydan-arpaya ürettiği ne varsa elinde bir süre bekletir, fiyat artınca da satar.
Ancak ortada şöyle bir durum var:
Üreticiden ürünü satın alan tacir de aynı şekilde bu depolama işini yapar. Eğer stok yapan kişi Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre tacir veya tacir gibi sorumlu sayılanlardan biri ise malı satmayı taahhüt ettiği fiyattan satmak, elinde yoksa dahi temin etmek zorundadır. Yani bu tacir belli bir malı belli bir fiyattan satmayı taahüt etmişse ve bunu ilan etmişse bu işi yapmakla mükelleftir.
Eğer tacir bu ürünü kataloğundan çıkartır ve satmaktan vazgeçerse yaptığı stokçuluk suç teşkil etmez.
Mesela döviz büroları kur dalgalanmalarında elektronik tabelalarını kapatır böylece elindeki yabancı parayı satmak veya almak zorunda kalmaz. Doların 7 TL'ye çıktığı günlerde pek çok döviz bürosu tabelasını kapattı işlem yapmadı yani "stokçukluk yaptı!"
Hiç kimse de döviz bürolarına niye alım-satım yapmıyorsun demedi.
Dövizde neyse soğanda da durum aynı!
Yani hukuk sistemimizde stokçuluk diye bir suç tarif edilmemiştir.
Yani şu anda soğan depoluyor patates depoluyor diye kimsenin malına baskın yapılamaz.
Stokçuluğu doğuran sitemin kendisidir, yasal boşluklardır.
Devletin ekonomik gerekçelerle bazı ürünlerin stoğunun engelenmesi yönünde kanun çıkartma yetkisi var elbette. Böyle bir kanun çıkartırsanız bu durumda kimse bu baskınlara itiraz etmez.
Yani soğan baskınları göz boyamadan başka bir şey değildir. Et fiyatlarının arttığı dönemlerde "kasaplara baskın yapmak üzere teftiş timleri" oluşturulduğu günleri biliriz biz, çok değil 2 yıl evvel.
Mesele tarım politikalarında.
Tarlada 50 kuruş olan soğan nasıl 5 lira olur?
Eğer aradaki 10 kat farktan rahatsızsak -ki hepimiz rahatsızız- "soğanı tarladan, köylüden bizzat devlet satın alacak, devlet vatandaşa verecek, tarlasına, çiftisine sahip" çıkacak.
Devlet olarak fındık alımından çekil, fiskobirlliği lağvet, fındık alımını yabancı sermayeye ve tüccara bırak,
Devlet olarak şeker pancarı üretiminden çekil, fabrikaları sat, pancar alımlarını özel sektöre devret,
Devlet olarak buğday üretiminden çekil, çiftçiyi tüccarın eline bırak,
Devlet olarak Et Balık Kurumu'nu kapat, elin gâvurundan et dilenir hale gel, sonra da "soğan depolarına baskın yaparak" fiyat düşürme yolunu seç.
Bu yol, yol değil.
Yapılan baskınlar sırasında binlerce ton çürüyen soğan ayıklayan tüccarın feryadını da duy, "niye soğanlar çürürken köylüye destek vermedim" kendini hesaba çek.
Yani demem o ki; yürürlükteki sistemde yani kapitalist modelde "stokçuluk" diye "somut bir suç" olmadığını bilelim, bir.
Ya stokçuluğu tamamen yasaklayan bir kanun çıkartalım ya da hangi ürünlerde stokçukçuluğun yasak olduğunu belirleyelim, iki.
Devlet olarak tarımdan elimizi çekmek yerine tarıma tam merkezden elimizi koyalım, üç.
Bütün bu olup bitenlerde sürekli "suçlu, hain" aramak yerine aynaya bakıp biraz da kendi suçumuzu görelim, dört.