Fransa başkanlık seçimlerinin birinci turu sonucunda faşist eğilimli, yabancı ve özellikle İslam ve Türk düşmanı Le Pen'in iktidardaki partinin önüne geçmesi Fransa'yı şok etti.
Le Pen'in Sosyalist Parti'nin adayı Başbakan Lionel Jospin'i geride bırakarak beklenmedik bir şekilde 2. tura kalması Avrupa'yı sarstı.
Avrupa soldan sağa, aşırı sağa kayıyor. Fransa bu noktada ilk değil. Ancak Fransa sembolik açıdan çok önemli. Çünkü bütün Kuzey Avrupa'ya faşizan eğilimler yayılırken Fransa aydınlanmanın, sekülerleşmenin mağrur kalesi olarak övünürdü. Le Pen'in yükselişi Fransa'nın bu gururunu da yere serdi. Artık Fransa da diğer Avrupa ülkeleri gibi gittikçe tutum, yabancı düşmanı çizgiye kayıyor.
Fransa'daki bu trend 11 Eylül'ün kıta Avrupa'sında oluşturduğu tesirle yakından irtibatlı.
11 Eylül'den sonra ABD hırçınlığına en çok itiraz eden Batılı ülke Fransa'yı da sarmış durumda. Esasen 11 Eylül, Batı uygarlığının Avrupa merkezci, egoist, yabancı düşmanı, farklı kültürlere tahakküm eden tahammülsüz yanının açığa çıkmasının bahanesi oldu. Bundan sonra aynı trendin hızlanarak süreceğini göreceğiz.
Bu da birilerinin ciddiye almamış gibi gözüktüğü Huntington'un medeniyetler çatışması tezinin fiilen taşlarının döşendiğini gösteriyor.
11 Eylül, bu süreci hızlandıran katalizör işlevi görüyor.
Şöyle bir geriye dönecek olursak Avrupa'daki yabancı düşmanı partilerin tesadüfen değil toplumsal gerçekliğin bir yansıması olarak yükseldiğini görürüz.
1999'da Avusturya'da aşırı sağcı Jörg Haider'in özgürlükçü partisi seçimlerde yüzde 33 oy aldıktan sonra sağ bir koalisyona katılarak hükümete girdi.
1999'da Belçika'da merkez sağ Flaman Liberal Demokratlar iktidara geldi.
1999'da İsviçre'de İsviçre Halkının Partisi neoliberal, Avrupa Birliği ve BM karşıtı bir söylemle ikinci büyük parti oldu.
2000'de İspanya'da Jose Maria Aznar sosyalistleri son yirmi yılın en büyük yenilgisine uğratarak ikinci kez iktidara geldi.
2001'de Danimarka'da sağ partiler koalisyonu iktidara geldi. "Hıristiyan bir ülkede bu kadar çok Müslümanın yaşaması büyük sorundur" diyen aşırı sağcı Danimarka Halk Partisi seçimlerde üçüncü oldu.
2001'de İtalya'da, yine İslam düşmanı medya kralı milyarder işadamı Silvio Berlusconi ve Partisi Forza İtalia, Mussolini'nin mirasçısı Faşist partilerle koalisyonu oluşturarak iktidara geldi.
2001'de Norveç'te Merkez sağ koalisyon, aşırı sağcı, yabancı düşmanı İlerleme Partisi'nin desteği ile İşçi Partisi'ni devirdi.
2002'de Portekiz'de Merkez sağ, Sosyal Demokrat Parti, Sosyalist Parti'yi seçimlerde devirdi.
2002'de Almanya'da Eylül seçimlerini Edmund Stoiber liderliğindeki Hıristiyan Demokrat Koalisyonun kazanma ihtimali artıyor. Hafta sonunda Doğu Saksonya eyalet seçimlerinde Schröder'in Sosyal Demokrat Partisi büyük bir yenilgiye uğradı.
İşte bu süreç Atlantik ötesinden esen 11 Eylül'ün şiddetli fanatizm rüzgarı ile birleşince Fransa'yı da alabora etti.
Bu sürece Avrupalılar'dan çok içimizdeki AB lobisi üzülüyor olmalı.
Küreselleşme, bölgesel bütünleşme adına ülkemizi bölme sürecini başlatan AB, yeni siyasi kompozisyonu ile artık kendisiyle boğuşan dışa kapalı bir yapıya bürünecek gibi.
Şu 2002-2004 yılı Avrupa ve Türkiye için çok önemli bir iki yıl olacak. Türkiye Avrupa'nın bu yeni yapısına karşı siyaseten korumasız.
Küreselleşme ile birlikte ulus devletlerinin milli kültürlerinin devri bitecek diyenler fena halde yanıldı. Küreselleşmenin avantajını kullanan baş aktörler kendi varlıklarını koruma refleksi ile ulusal çizgiye geri dönüyorlar. Türkiye ise bu sürece aykırı olarak hem milliyetçi bir partinin ortaklığında bağımsızlığını ve egemenliğini kendine, ülkesine, devletine düşman böylesi bir fanatizmin kol gezdiği AB'ne devir için can atıyor.
İyi ki tam da zamanında
Bağımsız Türkiye Partisi kurulmuş. BTP, bu belirsiz dünya dengelerinde Türkiye'nin pusulası işlevi görüyor.