Yazılarıyla, TV konuşmalarıyla, konferanslarıyla, 10 ciltlik Ehl-i Beyt Külliyatı başta olmak üzere 40 ciltlik telifatıyla ve Uluslararası Ehl-i Beyt Sempozyumu ile Prof. Dr. Haydar Baş bey, Haçlı dünyasının “Sünni-Şia çatışması” ekseninde bölgemizde başlatmak ve Türkiye’mizi tam ortasına sürüklemek istediği yeni bir savaşın, yeni bir Müslüman kıyımının önünü kesti.
Bu beklenmedik gelişme, Müslüman kılığına bürünmüş oldukları halde gerçekte Haçlı’nın saflarında yer tutmuş “gizli din taşıyan” kimi yerli münafıkların ve çağdaş Yezitlerin de yüreklerindeki nifakı ve küfrü açığa çıkardı.
Elif’i görse “mertek” diyecek kadar cahil, dinini beş paralık dünya menfaatine veya kendilerine sunulan birkaç aşüfteye satmış kimi ahmaklar, İslam dünyasını “birlik mayası” bütünleştiren Ehl-i Beyt Külliyatı’nın hadis kaynaklarını güya dillerine dolamaya kalkıştılar. Eserlerinde Ehl-i Sünnet hadis kaynaklarını kullanmakla yetinmeyip, “Şii hadis kaynaklarını kullanması”nı bahane ederek Prof. Dr. Baş’ı küfürle itham edecek kadar ileri gittiler.
Dolayısıyla insanımızı bilgilendirmek, hafızasını İslam’ın ölçüleriyle tazelemek, yüreğini Ehl-i Beyt sevdası ve bağlılığıyla yeşertmek gerekiyor.
Hem Ehl-i Sünnet, hem de Şii kaynaklarında ortak olan gerçeklerden biri şudur:
Alemlere rahmet Hz. Muhammed(sav), kıyamet sabahına kadar gelecek olan ümmetine, kendilerine yapıştıklarında asla sapıtmayacakları “iki emanet” bıraktığını açıklıyor.
Rasulullah (sav) “Size iki emanet bırakıyorum. Onlara yapışırsanız asla sapıtmazsınız. Bunlardan biri, Allah’ın yüce kitabı Kur’an-ı Kerim, diğeri ise Ehl-i Beytim, ıtretimdir” buyuruyor (Müslim, Sahih, Fedail’us-Sahabe, 36; Darimî, Sünen, II/431-432; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III/14, 26, 59).
Rasulullah’ın bu ikazının devamındaki şu vurgu, kıyamete kadar istikamet ölçüsü mesabesindedir: “Bu ikisi (Kur’an-ı Mübin ve Ehl-i Beytim) sizler Havz-ı Kevser’imin başına gelinceye kadar asla birbirinden ayrılmazlar. Benden sonra onlara nasıl davranacağınıza dikkat edin” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III/14, 17, 26, 59).
Tüm kaynaklarımızda birçok rivayetle gelen bu hadis, sahih bir hadistir.
“Kur’an-ı Kerim ve Ehl-i Beyt”, bu manada kıyamete kadar ümmet-i Muhammed’in hem istikamet ölçüsü, hem de iman imtihanlarıdır.
Ehl-i Beyt, ayetlerin indiği ve bizzat Allah ve Rasulu’nun gözetiminde yaşandığı canlı İslam’dır. Bu bağlamda Ehl-i Beyt, bir başka hadiste “ikinci emanet” olarak zikredilen “Sünnet”in somut, canlı ve yaşanan halidir (Malik, Muvatta, II, 899). Çünkü Ehl-i Beyt’i tertemiz kılan, onları her türlü fenalıklardan uzak tutan ve sevilmelerini isteyen bizzat Yüce Allah’tır (Ahzab Suresi, 33; Şûra Sures, 23).
“İki emanet” hadislerindeki Ehl-i Beyt ve Sünnet vurguları da mucizevî beyanlardır. Sünnet demek Ehl-i Beyt demektir, Ehl-i Beyt demek Sünnet demektir. Sünneti “kitabet /yazma” yoluyla kayıt altına alan bizzat Ehl-i Beyt’tir.
Ahzab Suresi 33. ayette Ehl-i Beyt’in “tezkiye edilmişlikleri ve her türlü fenalıktan uzak tutulmuşlukları” ilan edilir. Bu ve diğer ayetlerdeki Ehl-i Beyt’ten maksadın kimler olduğu hususu, ister geniş anlamıyla, ister dar anlamıyla ele alınmış olsun; her iki halde de “kesin ve şüphesiz” olan bir gerçek vardır ki, o da, buradaki Ehl-i Beyt’ten murad, “Rasulullah, Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin”dir. Ayet-i kerimeler, her halükârda, bu beş kutlu insan için hem sübut-i kat’i, hem de delalet-i katîdir. Nitekim hadis-i şerifler de bu gerçeği açıklamaktadır. Bu husustaki hadis ve delilleri daha sonra sizlere aktaracağımızı belirterek, İslam’ın hadis kaynakları meselesine dönelim.
Rasulullah’ın(sav) Yüce Allah’ın iki emaneti ve kıyamete kadar birbirinden ayrılmaz iki rüknünden biri olarak ümmetine takdim ettiği Ehl-i Beyt, aynı zamanda Kur’an-ı Kerim’in canlı tefsiri olan Sünnet’in hem “yaşanan ocağı”, hem de “yazılı vesikaları”nın bizzat kaynağıdır. Sünni ve Şii dünyasının alimleri bu hususta müttefiktirler.
Hz. Peygamber, ashabına hadislerini yazmasını yasakladığı süreçte, bizzat Hz. Ali’ye (ra) hadislerini yazmasını emretmiştir. Bu gerçeği, hem Ehl-i Sünnet, hem de Şia kaynakları kabul ederler (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III,12; Mustafa Kasîr el-Âmilî, Kitab’u Ali, s. 21-22, Kum 1417).
Ehl-i Sünnet’in zirve hadisçilerinden İbn Kuteybe’nin ifadesiyle, Hz. Peygamber, emin, güvenilir, okuma-yazması iyi bilen ve emanete riayet edecek olana hadis yazması için müsaade etmiştir (İbn Kuteybe, Tevilü’l-Muhtelifi’l-Hadis, 287).
Bu büyük hizmete ve İslam’ın Kur’an’dan sonraki manevi mirasını bizzat yazarak ve yaşayarak koruma hususunda, Rasulullah’ın “Ben ilmin şehriyim, Ali ise kapısıdır” diye müjdelediği ilim ve hikmet şehrinin kapısı olan Hz. Ali’den daha layık kim olabilir ki?! (Tirmizi, Sünen, 4 / 374, Hadis No: 3969; Suyutî, Cami’us-Sağir 1 / 415; Hakim, Müstedrek, 3/137-138, h. n: 4637, 4638, 4639; Taberani, Mucem el-Kebir, 9/278).
Hz. Ali’nin bizzat kendi hattıyla yazdığı Sahife’si’nin yanısıra Kitab-u Ali, el-Camia, el- Cefr ve Hz. Fatıma’ya ait olan Müshaf, İslam’ın hadis kaynağının ilk ve tek yazılı belgeleridir (Galib Hasan es-Şehbender, Muşkile, 12-18. Bölüm).
Kaynaklarımızın birçoklarında Hz. Ali’nin bizzat kendi hattıyla yazdığı “Sahife”si ve içerdiği konuların detaylarından bahsedilir. (Bkz. Buhârî, Sahih, İlim, 39; Medîne, 1; Cizye, 10; Ferâiz, 10; Müslim, Sahih, Itk, 20; Ebû Dâvûd, Sünen, Menâsik, 95-96; Nesâi, Süneen, Kasâme,12; İbn Mâce, Sünen, Diyât 21; Ahmed b.Hanbel, Müsned, 1/79, 122, 81,100,102; Galib Hasan es-Sehbender, “Muskile”, 12-18. Bölüm).
Hz. Ali(ra), Rasulullah’tan(sav) yazdığı hadisleri tomar yaparak kılıcına bağlayıp yanında bulunduruyordu (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II / 44, 121,131).
Hz. Ali’den Ehl-i Beyt evlatları yoluyla günümüze kadar ulaşan bu yazılı hadis vesikalarından “Sahife”nin bir bölümü, Rif’at Fevzi Abdulmuttalib tarafından Mısır’da neşredildi (Bkz. Sahifet’u Ali, Kahire, 1406/1986).
Hz. Ali (ra), Rasulullah’ın mübarek lisanından sadır olduğu şekliyle bizzat kendi hattıyla yazdığı İslam’ın bu “ilk yazılı hadis vesikaları”nı, altın ve gümüşü korur gibi kollamış, kendinden sonra evlatlarına emanet etmiştir. Bu yazılı manevî emanet ve miras, Ehl-i Beyt büyükleri eliyle nesilden nesile taşına gelmiştir (Ahmed Hasan Yakub, Eyne Sünnetü’r-Resûl, s.49).
Hz. Ali’nin bizzat kendi hattıyla kaleme aldığı bu “yazılı hadis külliyatı”, İslam’ın altın silsilesi olan Ehl-i Beyt büyüklerinin birbirlerine devrederek bugüne kadar taşıdıkları en sağlam Sünnet vesikalarıdır.
Bu külliyat, elbette aynı zamanda Müslümanlar’ın Ehl-i Sünnet diye kendini niteleyen kesiminin de ana kaynağıdır.
Emevi mezaliminin İslam ulemasının yüreğine kâbus gibi çöktüğü günden beri Ehl-i Sünnet dünyası, İslam’ın bu ana kaynağından gelen ilk ve tek yazılı hadis külliyatından yeterince istifade etme imkanı bulamamıştır. Ehl-i Beyt’in yüce zevatını her devirde canları pahasına başlarına tac eden Şii dünyası ve Ehl-i Beyt sevdalıları, tabii olarak bu ana kaynaktan daha ziyade nasiplenmişlerdir.
Hz. Ali ve Ehl-i Beyt’in mirası olan bu yazılı hadis kaynakları hepimizin, tüm Mü’minlerin kaynakları, dayanakları ve Rasulullah’ın emanetleridir. Prof. Dr. Haydar Baş hocamızdan Allah razı olsun ki, muhteşem eserleriyle, bizi kendi hazinemizden haberdar etti.
Hakikat bu iken; Şii hadis kaynaklarını da külliyatında kullandı diye Prof. Dr. Baş’ı küfürle itham etmek, sadece sapıklık değil; aynı zamanda, Rasulullah’a, Hz. Ali’ye, Ehl-i Beyt’e ve cümle mü’minlere yapılabilecek en ağır bühtandır. Kendisini iki aşüfteye kaptırıp dinini beş paralık dünya menfaatine işgalci Haçlılara satan son devrin cahil birkaç zavallısından başka, bugüne kadar hiçbir zındık, böyle bir badireye sürüklenmiş değildir.
Konunun ilmi detaylarını irdelemeye devam edeceğiz.
Bu beklenmedik gelişme, Müslüman kılığına bürünmüş oldukları halde gerçekte Haçlı’nın saflarında yer tutmuş “gizli din taşıyan” kimi yerli münafıkların ve çağdaş Yezitlerin de yüreklerindeki nifakı ve küfrü açığa çıkardı.
Elif’i görse “mertek” diyecek kadar cahil, dinini beş paralık dünya menfaatine veya kendilerine sunulan birkaç aşüfteye satmış kimi ahmaklar, İslam dünyasını “birlik mayası” bütünleştiren Ehl-i Beyt Külliyatı’nın hadis kaynaklarını güya dillerine dolamaya kalkıştılar. Eserlerinde Ehl-i Sünnet hadis kaynaklarını kullanmakla yetinmeyip, “Şii hadis kaynaklarını kullanması”nı bahane ederek Prof. Dr. Baş’ı küfürle itham edecek kadar ileri gittiler.
Dolayısıyla insanımızı bilgilendirmek, hafızasını İslam’ın ölçüleriyle tazelemek, yüreğini Ehl-i Beyt sevdası ve bağlılığıyla yeşertmek gerekiyor.
Hem Ehl-i Sünnet, hem de Şii kaynaklarında ortak olan gerçeklerden biri şudur:
Alemlere rahmet Hz. Muhammed(sav), kıyamet sabahına kadar gelecek olan ümmetine, kendilerine yapıştıklarında asla sapıtmayacakları “iki emanet” bıraktığını açıklıyor.
Rasulullah (sav) “Size iki emanet bırakıyorum. Onlara yapışırsanız asla sapıtmazsınız. Bunlardan biri, Allah’ın yüce kitabı Kur’an-ı Kerim, diğeri ise Ehl-i Beytim, ıtretimdir” buyuruyor (Müslim, Sahih, Fedail’us-Sahabe, 36; Darimî, Sünen, II/431-432; Ahmed b. Hanbel, Müsned, III/14, 26, 59).
Rasulullah’ın bu ikazının devamındaki şu vurgu, kıyamete kadar istikamet ölçüsü mesabesindedir: “Bu ikisi (Kur’an-ı Mübin ve Ehl-i Beytim) sizler Havz-ı Kevser’imin başına gelinceye kadar asla birbirinden ayrılmazlar. Benden sonra onlara nasıl davranacağınıza dikkat edin” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III/14, 17, 26, 59).
Tüm kaynaklarımızda birçok rivayetle gelen bu hadis, sahih bir hadistir.
“Kur’an-ı Kerim ve Ehl-i Beyt”, bu manada kıyamete kadar ümmet-i Muhammed’in hem istikamet ölçüsü, hem de iman imtihanlarıdır.
Ehl-i Beyt, ayetlerin indiği ve bizzat Allah ve Rasulu’nun gözetiminde yaşandığı canlı İslam’dır. Bu bağlamda Ehl-i Beyt, bir başka hadiste “ikinci emanet” olarak zikredilen “Sünnet”in somut, canlı ve yaşanan halidir (Malik, Muvatta, II, 899). Çünkü Ehl-i Beyt’i tertemiz kılan, onları her türlü fenalıklardan uzak tutan ve sevilmelerini isteyen bizzat Yüce Allah’tır (Ahzab Suresi, 33; Şûra Sures, 23).
“İki emanet” hadislerindeki Ehl-i Beyt ve Sünnet vurguları da mucizevî beyanlardır. Sünnet demek Ehl-i Beyt demektir, Ehl-i Beyt demek Sünnet demektir. Sünneti “kitabet /yazma” yoluyla kayıt altına alan bizzat Ehl-i Beyt’tir.
Ahzab Suresi 33. ayette Ehl-i Beyt’in “tezkiye edilmişlikleri ve her türlü fenalıktan uzak tutulmuşlukları” ilan edilir. Bu ve diğer ayetlerdeki Ehl-i Beyt’ten maksadın kimler olduğu hususu, ister geniş anlamıyla, ister dar anlamıyla ele alınmış olsun; her iki halde de “kesin ve şüphesiz” olan bir gerçek vardır ki, o da, buradaki Ehl-i Beyt’ten murad, “Rasulullah, Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin”dir. Ayet-i kerimeler, her halükârda, bu beş kutlu insan için hem sübut-i kat’i, hem de delalet-i katîdir. Nitekim hadis-i şerifler de bu gerçeği açıklamaktadır. Bu husustaki hadis ve delilleri daha sonra sizlere aktaracağımızı belirterek, İslam’ın hadis kaynakları meselesine dönelim.
Rasulullah’ın(sav) Yüce Allah’ın iki emaneti ve kıyamete kadar birbirinden ayrılmaz iki rüknünden biri olarak ümmetine takdim ettiği Ehl-i Beyt, aynı zamanda Kur’an-ı Kerim’in canlı tefsiri olan Sünnet’in hem “yaşanan ocağı”, hem de “yazılı vesikaları”nın bizzat kaynağıdır. Sünni ve Şii dünyasının alimleri bu hususta müttefiktirler.
Hz. Peygamber, ashabına hadislerini yazmasını yasakladığı süreçte, bizzat Hz. Ali’ye (ra) hadislerini yazmasını emretmiştir. Bu gerçeği, hem Ehl-i Sünnet, hem de Şia kaynakları kabul ederler (Ahmed b. Hanbel, Müsned, III,12; Mustafa Kasîr el-Âmilî, Kitab’u Ali, s. 21-22, Kum 1417).
Ehl-i Sünnet’in zirve hadisçilerinden İbn Kuteybe’nin ifadesiyle, Hz. Peygamber, emin, güvenilir, okuma-yazması iyi bilen ve emanete riayet edecek olana hadis yazması için müsaade etmiştir (İbn Kuteybe, Tevilü’l-Muhtelifi’l-Hadis, 287).
Bu büyük hizmete ve İslam’ın Kur’an’dan sonraki manevi mirasını bizzat yazarak ve yaşayarak koruma hususunda, Rasulullah’ın “Ben ilmin şehriyim, Ali ise kapısıdır” diye müjdelediği ilim ve hikmet şehrinin kapısı olan Hz. Ali’den daha layık kim olabilir ki?! (Tirmizi, Sünen, 4 / 374, Hadis No: 3969; Suyutî, Cami’us-Sağir 1 / 415; Hakim, Müstedrek, 3/137-138, h. n: 4637, 4638, 4639; Taberani, Mucem el-Kebir, 9/278).
Hz. Ali’nin bizzat kendi hattıyla yazdığı Sahife’si’nin yanısıra Kitab-u Ali, el-Camia, el- Cefr ve Hz. Fatıma’ya ait olan Müshaf, İslam’ın hadis kaynağının ilk ve tek yazılı belgeleridir (Galib Hasan es-Şehbender, Muşkile, 12-18. Bölüm).
Kaynaklarımızın birçoklarında Hz. Ali’nin bizzat kendi hattıyla yazdığı “Sahife”si ve içerdiği konuların detaylarından bahsedilir. (Bkz. Buhârî, Sahih, İlim, 39; Medîne, 1; Cizye, 10; Ferâiz, 10; Müslim, Sahih, Itk, 20; Ebû Dâvûd, Sünen, Menâsik, 95-96; Nesâi, Süneen, Kasâme,12; İbn Mâce, Sünen, Diyât 21; Ahmed b.Hanbel, Müsned, 1/79, 122, 81,100,102; Galib Hasan es-Sehbender, “Muskile”, 12-18. Bölüm).
Hz. Ali(ra), Rasulullah’tan(sav) yazdığı hadisleri tomar yaparak kılıcına bağlayıp yanında bulunduruyordu (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II / 44, 121,131).
Hz. Ali’den Ehl-i Beyt evlatları yoluyla günümüze kadar ulaşan bu yazılı hadis vesikalarından “Sahife”nin bir bölümü, Rif’at Fevzi Abdulmuttalib tarafından Mısır’da neşredildi (Bkz. Sahifet’u Ali, Kahire, 1406/1986).
Hz. Ali (ra), Rasulullah’ın mübarek lisanından sadır olduğu şekliyle bizzat kendi hattıyla yazdığı İslam’ın bu “ilk yazılı hadis vesikaları”nı, altın ve gümüşü korur gibi kollamış, kendinden sonra evlatlarına emanet etmiştir. Bu yazılı manevî emanet ve miras, Ehl-i Beyt büyükleri eliyle nesilden nesile taşına gelmiştir (Ahmed Hasan Yakub, Eyne Sünnetü’r-Resûl, s.49).
Hz. Ali’nin bizzat kendi hattıyla kaleme aldığı bu “yazılı hadis külliyatı”, İslam’ın altın silsilesi olan Ehl-i Beyt büyüklerinin birbirlerine devrederek bugüne kadar taşıdıkları en sağlam Sünnet vesikalarıdır.
Bu külliyat, elbette aynı zamanda Müslümanlar’ın Ehl-i Sünnet diye kendini niteleyen kesiminin de ana kaynağıdır.
Emevi mezaliminin İslam ulemasının yüreğine kâbus gibi çöktüğü günden beri Ehl-i Sünnet dünyası, İslam’ın bu ana kaynağından gelen ilk ve tek yazılı hadis külliyatından yeterince istifade etme imkanı bulamamıştır. Ehl-i Beyt’in yüce zevatını her devirde canları pahasına başlarına tac eden Şii dünyası ve Ehl-i Beyt sevdalıları, tabii olarak bu ana kaynaktan daha ziyade nasiplenmişlerdir.
Hz. Ali ve Ehl-i Beyt’in mirası olan bu yazılı hadis kaynakları hepimizin, tüm Mü’minlerin kaynakları, dayanakları ve Rasulullah’ın emanetleridir. Prof. Dr. Haydar Baş hocamızdan Allah razı olsun ki, muhteşem eserleriyle, bizi kendi hazinemizden haberdar etti.
Hakikat bu iken; Şii hadis kaynaklarını da külliyatında kullandı diye Prof. Dr. Baş’ı küfürle itham etmek, sadece sapıklık değil; aynı zamanda, Rasulullah’a, Hz. Ali’ye, Ehl-i Beyt’e ve cümle mü’minlere yapılabilecek en ağır bühtandır. Kendisini iki aşüfteye kaptırıp dinini beş paralık dünya menfaatine işgalci Haçlılara satan son devrin cahil birkaç zavallısından başka, bugüne kadar hiçbir zındık, böyle bir badireye sürüklenmiş değildir.
Konunun ilmi detaylarını irdelemeye devam edeceğiz.
Misafir Kalem (K) / diğer yazıları
- Kongrelerden milli devlete bir iman mücadelesi / 25.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019
- İnsan bu kadar da ucuz değil! / 23.07.2019
- Amerika da Haydar Hoca'ya mahkûm / 22.07.2019
- İşsizliğin çok daha ağır faturaları var / 20.07.2019
- Sosyal patlamalara gebe kronik işsizlik / 17.07.2019
- Türkiye “hard currency”ye muhtaç değil / 13.07.2019
- İşçinin emeği ve sendikaların vebali / 11.07.2019
- Para, faiz ve MB Başkanı / 10.07.2019
- Çin’de-Maçin’de değil, kurtuluş içimizde / 08.07.2019
- Türkiye yeni çağa ayak uydurmalı / 07.07.2019