'Tohum' kelimesiyle 'doğum' kelimesi bir birine çok benzeyen iki kelime? Her tohum bir doğum demektir aynı zamanda. Doğaya attığınız tohumu ne kadar bozarsanız insanlığın ve dünyanın geleceğini de o derece bozuyorsunuz demektir.
Bugün GDO kavramı hayatımızın her safhasına girmişse bu durum son derece korkutucu ve ürkütücü sonuçlara gebe demektir. Tarlaya attığımız tohumdan market raflarındaki ürünlere kadar devasa bir GDO saldırısının önüne geçemiyorsak insanlığı çok büyük tehlikeler bekliyor demektir.
Gazetemiz yazarlarından Yusuf Karaca, "Türkiye'yi tohumla vurdular" başlıklı yazısıyla bu konuyu gündeme tekrar getirerek çok önemli bir vazife icra etti. Kendisini tebrik ediyorum.
Tohum konusuna destek amacıyla on yıl evvel bu köşede yazdığım 'Katil Tohumların İstilası' başlıklı yazıyı bugün aynen yayınlayacağım. On yıl boyunca nasıl adım adım küresel güçlerin tohum istilasına maruz kaldığımızı, milletçe nasıl uyutulduğumuzu ve her geçen gün tehlikenin nasıl büyüdüğünü bir kez daha görmemiz dileğiyle:
"Önceden güzelim bitki dokumuz üzerine, bu toprakların bize bahşettiği güzelim ürünler üzerine böylesine büyük bir kâbus çöreklenmemişti. Yediğimiz o güzelim tarımsal ürünlerimiz, salatalığından domatesine, mısırından buğdayına kadar bütün doğallığı ve lezzeti ile evimize girerdi.
Şimdi devir değişti.
Şimdi küreselleşme dediğimiz o lanet şey soframızın tabağına ve oradan da midemize kadar girdi. Türlü hastalığı ve dehşet verici rahatsızlıkları da beraberinde getirdi.
Her şey ABD'nin genetiği değiştirilmiş ürünler üretme isteği ile başladı. Buna GDO (Genetiği Değiştirilmiş Organizmalar) denildi. Bitkilerin genetik yapısı ile oynandı. Onların dayanıklılığını ve verimini artırmak bahanesiyle gen yapısı değiştirildi ve ortaya ucube ürünler çıktı.
Bu konuyu dünyanın başına bela eden ise ABD başkanı Bush idi. Bush, 1992'de yaptığı konuşmada "genetiği değiştirilmiş (GDO) mısır, soya fasulyesi ve pamuk gibi bitki ve yiyecekler büyük ölçüde doğal olana denktir!" diyerek bu konuda üretim yapan ve doğanın dengesini bozacak olan Büyük Amerikan şirketlerinin de önünü açan süreci başlatacaktı.
Oysa doğal olana denk denilerek Monsanto şirketi tarafından piyasaya sürülen ilk ürünlerden olan büyüme hormon içeren sütlerle fareler üzerinde yapılan deneylerde bu sütleri kullanan farelerin 90 gün içinde lösemi ve tümörlere rastlandığı kamuoyuna açıklanmamıştı! Daha sonra ise bu sütün insanlarda göğüs ve prostat kanseri yaptığı ortaya çıkacaktı.
Ancak GDO istilası bu vahim sonuçlara rağmen devam etti. Daha çok verim adı altında bütün dünya ABD tekelinde olan bu tarım şirketlerinin istilasına uğradı.
Haftalık Aktüel dergisi 147. Sayısında bu dehşet tablosunu şöyle anlatıyor: "Büyük tarım şirketlerinden Cargill, melez mısır tohum çeşitlerini üretmeye başladı. Melez tohumların kendine has kimyasallara, gübrelere ve makinelere ihtiyacı vardı. Bunların satışı da ABD'li tarım şirketlerinin kontrolünde idi. O sıralar amacı modern tarım yöntemlerini uygulayarak ürünü artırmak ve açlığı azaltmak olan yeşil devrim, Meksika'dan başlayarak, tüm Latin Amerika'ya ardından da Hindistan ve Asya'ya yayıldı.
Genleriyle oynanmış bu tohumların en önemli sonuçlarıysa; zirai zararlılara karşı kullanılan pestisitlerin (ilaçların) insan sağlığına olumsuz etkileri, melez türlerin toprağı bozması ve ürünün azalması idi! Ürünü azalan çiftçiler, üreme kapasitesi düşük olan melez tohumları her yıl yeniden satın almak zorunda kaldı. Bu yeşil devrime(!) büyük sulama projeleri eşlik etti. Dünya Bankası yeni barajlar için borç verdi. Ülkeler borç batağına sürüklendi. İşlerini kaybeden işçilerse ABD şirketleri için ucuz işgücüne dönüştü.
1990'lara gelindiğinde ABD eliti bu kez 2,5 milyar insanın ana besin kaynağı olan pirince göz dikti. Filipinler merkezli Rockefeller kuruluşu Uluslararası Pirinç Araştırma Enstitüsü (IRRI) Asya'daki bütün önemli pirinç türlerini depoluyordu. İşte o tohumların dörtte üçü Monsanto ve diğer dev şirketlerin laboratuarlarında genetik olarak değiştirildi ve patentlendi.
Bu çalışmalardan birinin mahsulü altın pirinç olarak anıldı. Vücutta A vitamini üreten betakaroten, pirince turuncu rengini veriyordu. A vitaminli pirinç, Asya'da kötü beslenen çocuklara sözde ilaç olacaktı. Hatta Bill Clinton,1999'da bu pirinç günde 4 bin kişinin hayatını kurtarabilir(!) diyordu. Oysa genetik yapısı değiştirmiş bu pirinçlerdeki A vitamini hipervitaminosis yani A vitamini zehirlenmesine yol açıyordu. Bu halktan gizlenmişti.
Bu pirinci üretip piyasaya süren şirketlerden Sygenta'nın yöneticilerinden Steven Smith ise şöyle diyecekti: "Size GDO'nun dünyayı besleyeceğini söyleyenlere öyle olmadığını söyleyin: Dünyayı beslemek siyasi ve ekonomik niyet ister, sadece üretim ve dağıtım değil."
Arjantin'de ise 1989'dan itibaren ABD destekli Carlos Menem borçlarının kapatılması için mısır, ayçiçeği, pamuk, buğday ve soya ekimine ağırlık verdi. ABD'den alınan genetiği değiştirilmiş tohumlar öncelikle 569 tarlada denendi. 2004'e gelindiğinde 14 milyon hektar GDO soya ekiliydi. Arjantin'in tarımsal çeşitliliği yok olmuştu. 10 yıldan kısa bir sürede buğday ekili alanlar soya tarlasına dönüşmüştü. Bu ürünler daha az insan gücüne ihtiyaç duyduğundan çoğu çiftçi tarlalarını terk etmek zorunda kalmıştı.
Arjantinli bilim adamı Walter Pengeu ,"Bu yoldan gidersek 50 yıl sonra hiçbir şey yetiştiremeyeceğiz" diyordu.
Tohum saklama geleneği sona erdirilen çiftçiler, her yıl Monsanto'dan yeni tohum alırken satıştan da kar payı ya da vergi ödüyorlardı.
Soya dışında kendi gıdasını yetiştiremez durumda kalan Arjantin 2002'deki ekonomik krizde taze meyve, et, süt ve yumurtadan yoksun her şeyini soyaya teslim etmiş bir şekilde yakalandı.
GDO ile tanışana kadar nüfusunun 10 katı üretim yapan Arjantin şimdi tarım ürünü ithalatı yapıyor. Kaliteli et ve süt üretimi 1996'dan 2002'kadar yüzde 27 düşen Arjantin Uruguay'dan süt almaya başladı. Pirinç üretimi yüzde 44, mısır üretimi yüzde 26 azaldı.
GDO'lu ürünlerinin ekildiği soya tarlalarında çalışan çiftçilerin şiddetli migren, göz yaşarması, mide bulantısı, eklem ağrıları gibi rahatsızlıklar çekmesi ise cabası.
Hindistan'da ekilmek üzere tasarlanan Monsanto'nun,Bollgard pamuğu daha fazla gübre ve ilaç kullanımına yol açacak, çiftçiler borçlarını ödeyemez hale düşecek, Maharastra Eyaleti'nde 2006'da 1280 köylü, 2007'de 1168 köylü tarım ilacı içerek intihar edecekti.
ABD merkezli bu dev tarım şirketleri dünya tarımını adeta abluka altına aldılar. Ülkeleri ve çiftçileri kendilerine bağımlı hale getirdiler. Ürün çeşitliliğini yok ettiler. Her şeye tamamen ticari baktılar ama bütün amaçlarını açlığı yok etmek yalanı olduğunu uydurdular. İnsan sağlığını hiçe saydılar. Türkiye de maalesef bu ablukanın etkisi altında. Son çıkan tohum yasası ile yerli tohum kullanımı yasaklandı ve Amerikan tohumu kullanımım adeta zorunlu hale getirildi. Tohumundan, gübresine, ilacından zirai mücadelesine kadar ülkenin bütün tarım alanları yabancı kartellerin ürünlerine terk edildi. Birçok üründe her yıl yeniden tohum alma zorunluluğu getirildi. Türkiye sözümona GDO kullanımına izin vermiyor ama bu konuda gümrüklerde denetleme yapacak bir birim olmadığı ve tohum kontrolü yapılacaksa noter huzurunda yapılma şartı arandığı için pratikte bu yasağın hiçbir anlamı yok. Türk tarımını IMF ile yapılan anlaşmalar ve ABD'nin tarımdaki dayatmaları yüzünden büyük tehlikeler bekliyor. Yukarıdaki olayların bu topraklarda da yaşanma sürecine hazırlıklı olun.
(8 Mayıs, 2008, Yeni Mesaj)