MGK Genel Sekreteri Orgeneral Tuncer Kılınç, görevini Korgeneral Şükrü Sarıışık'a devrederken yapılan devir teslim töreninde yaptığı konuşmada, içerik olarak dinleyenleri hayal kırıklığına uğratan sözler söyledi.
Gerçi basın, Kılınç Paşa'nın sözlerini "Paşa emekli olurken sert uyarılarda bulundu" diye vermişse de, açıklamalarından çıkan sonuç, bu ülkenin "Güvenlik Sekreteri'nin" ülkenin güvenlik konseptini analiz etmekten ne kadar uzak bir profil çizdiğini, hafızalarımıza kazıdı.
Kılınç Paşa, özetle şu görüşlere yer verdi:
1- Bugün yönetimin en üstün düzeyinde bulunanların sosyal ve kamusal alanda bir araya gelemediği ülkemizde, konu ile ilgili daha fazla bir şeyleri dile getirmeye gerek yoktur.
2- Ulusal konularda tek yumruk olabilmenin önemine rağmen ülkü birliğinde zorluk çeken bir toplumuz.
3- "...Halen hilafet ve şeriat özleminde olanlarımız var. Birlik ve beraberliğin harcı olan dil birliğimizi bozmaya çalışan, tarikatlaşma ve cemaatlaşma yoluyla inanç birliğini zedeleyen tutumlarla nasıl tek yumruk olacağız?"
Kılınç Paşa'nın bu sözlerine kısa da olsa cevap vermeyi çok önemli görüyorum. Zira Kılınç Paşa, bu ülkenin Güvenlik Sekreteryası'nın başındadır ve ülkede birliği sağlaması gereken isimlerden biridir.
Ama birliği sağlaması gereken bir kişinin, doğrusu bu birliği sağlamaktan uzak bir profil çizdiğini düşünüyorum.
Gelelim Paşa'nın eleştirilerine:
1- Bugün yönetimde bulunanlar neden kamusal alanda bir araya gelmiyorlar?
Bu ülkenin gençleri ile, siyasi kadroları resmi toplantılarda hanımları ile birlikte neden birlikte olamıyorlar?
Sebep belli, başörtüsü!
Kılınç Paşa, bir milletvekilinin otuz yıllık karısına "Başını ört, resepsiyona öyle gel" demesini bekleyemez herhalde.
Kamunun vekilleri, kamusal alanlarda, eşlerinin örtüleri ile bulunmaları halinde bu ülkenin güvenlik sekreteri bunu tehlike görüyorsa, "tehlike konsepti alfabesinin" A'sından bile haberi yok demektir.
Türkiye'nin bölünme tehlikesine maruz kaldığı, altı parçalı Türkiye haritasının çizildiği şu günlerde "milletvekili, general, amir, memur" birlikteliğine başörtüsünden dolayı "sınır" koyarsak, bölünme planlamacılarına göbek attırmış oluruz.
2- Kılınç Paşa, ülkü birliğinden neden zorluk çektiğimizi, ulusal konularda neden tek yumruk olamadığımızı, emekli olduktan sonra dilerim daha iyi analiz eder.
Kılınç Paşa'nın Almanya'da Türk elçiliğinde yaptığı konuşmada, kendisini dinleyen "örtülü hanımlarımıza" hitaben, "Avrupa'nın göbeğinde bu kıyafetleri giyerseniz, bulunduğunuz topluma entegre olamazsınız" dediğini unutmadık.
Oysa Avrupa'ya giden kadınlarımızın "örtülerini ve kıyafetlerini koruması", yabancı bir topluma asilime olmaması, bunun için direnmesi Milli Güvenlik Sekreteri Kılınç Paşa'nın gurur duyması gereken bir olay olmalıydı.
Türk kadınlarının "Batılı gibi formata bürünmesi mi, o formattan uzak durması mı hayrımıza?"
Hangisi milli güvenliğimiz için daha uygun? Ve, Avrupa'da yurt özlemiyle yanan, Türkiye de yetişmiş bir Paşa'yı dinlemeye koşarak giden Türk hanımlarının kırgın kalplerini onarmadan "ülkü birliğini" sağlamak nasıl gerçekleşecek?
MGK, ne olursa olsun, insanımızı kazanmak için çaba sarf etmelidir.
O insanları tehlike görüp, üzerini çizerek ülkü birliği sağlamayız.
3- Hilafet ve şeriat özlemi içinde kimselerin olduğunu merak etmiyorum. Çok küçük marjinal gruplar her zaman antidemokratik özlemler içinde olabilirler. 28 Şubat'ta, Türkiye'yi Suriye tipi bir diktatörlüğe sürüklemek isteyen dar bir monarşi özlemcisi olabileceği gibi şeriat özlemcisi dar bir kadro da olabilir.
Devlet, bu dar düşünce sahiplerinin üstesinden gelir.
Ama ikide bir "tarikatçılar, şeriatçılar, cemaatleşmeler" gibi somut olmaktan uzak tehlikeleri gündeme getirip Hıristiyan misyonerlerin AB'ye uyum yasaları adı altında her mahalleye hatta binaya kilise açma hakkına kavuşmalarını "görmezden gelmek" de tek yumruk olmamıza mani bir durumdur.
Kılınç Paşa, bu konuları dilerim emekliliğinde daha sağduyulu düşünür.