Remzi Oğuz Arık, 1940'lı yıllarda yazdığı "Bir Köy Köpeği" (Coğrafyadan Vatana, MEB 1969, s.96) adlı bir hikâyesinde kendi milletine, millî ve dinî değerlerine, öz kimliğine düşman; ama emperyalist batılılara, yabancılara tapınır derecede bağlı, emperyalizmin taşeronluğunu yapan, onarın yerli işbirlikçisi olan karanlık aydınları ve siyasetçileri köy köpeği sembolü üzerinden ironik bir kurguyla, hem trajik hem de mizahî bir üslupla eleştiriyor. Önce hikâyeyi kısaca hatırlatalım, hikâyeden bazı bölümleri kısa kısa alalım, sonra bu hikâyenin günümüze dönük boyutunu irdeleyelim.
Hikâyede yazar, Amerikalı bir grup arkeologla birlikte Orta Anadolu'da bir köye kazı çalışmaları yapmaya giderler. Ekibi bir grup köpek karşılar. Diğer köpekler havlamasına, saldırmasına rağmen kazı kampının en sadık bekçisi olan "Aslan" isimli köpek, sessiz kalır. Aslan, sadece köylülere, işçilere, Türklere saldırır; ama Amerikalı ve diğer yabancılara saldırmaz; tam tersine onlara sırnaşır, kuyruk sallar. Asıl yabancılara ürerek, havlayarak bekçilik görevini yapması gereken Aslan, kendi işinde gücündeki köylülere yani yerlilere saldırır. Yazar köpeğin bu halini şu ifadelerle vasıflandırır:
"Aslan kötülere, mütecavizlere (saldırganlara) cezalarını veren bir vefalı dosttan ziyade, arkasını zorlu bir derebeyine dayayarak muhitine (çevresine) belâ olan bir sonradan görme, fırsat düşkünü ağaya benziyordu."
"Kazı kampının başka köpekleri bütün yadırgılara ürer, açıktan saldırırken Aslan, bir kenarda uslu uslu durur, gelen veya geçenleri süzerdi. Köylü yahut işçi olan yolcular önünden emniyetle geçip ilerleyince bir yıldırım gibi sıçrar, ekseriyetle çıplak, geyimsiz bacaklarından birini dişlerdi."
"Aslan, bütün o alanlardaki köylerin tiksinerek, korkarak hatırladığı kara bir hayalet haline girmişti."
"İşin şaşılacak yanı daima aynı idi: Eyi geyimli şehirliye benzeyen ağalar, onun şerrinden kurtuluyordu. Hele pantalonlu, kıravatlı efendi veya beğleri Aslan hemen tanıyor, tanımakta zorluk çekerse bize yaptığı gibi onu bir koklama teftişinden geçirip seçiyordu. Aslan bunlara kuyruk sallamasını da pekiyi beceriyordu."
"Aslan ecnebilerin (yabancıların) yanında iyi lokma bulmuştu; midesini kolayca, eyice doldurma pahasına, hüviyetini değiştirmiş, "dejenere" oluvermişti. Bu köy köpeği yabancılar yanında, yabancılar eliyle medenileşivermişti. Bundan sonra ilk işi hemşerilerini aşağı görmek, eski efendilerini yadırgamak olmuş, yeni efendilerine benzemeyenlere karşı kör, yaman bir kin beslemeye başlamıştı."
"Aslan, köyüne, köylüsüne, hıyanetine, yeni efendilerine yaltaklanmasına rağmen, yabancılara yaranamamış, köy köpeği olduğunu unutturamamıştı."
"Aslan köylülerin tertibi, kışkırtmasıyla kendi benzerleri tarafından boğulmuştu. Aslanın bu akıbeti ecnebi efendilerini pek o kadar düşündürmedi. Fakat, köylüler, işçiler, hüviyetini yitirmiş, yabancı eliyle yarı medenileşmiş, muhitine düşman kesilmiş olan köpeğin bu sonuna sevinmişlerdi."
Özellikle Tanzimat'tan günümüze kadarki süreçte, Müslümanlığından ve Türklüğünden çıkarak tam bir mankurt olmuş, emperyalist devletlerin ve odakların verdiği paralarla, makamla, şöhretle ve değişik imkânlarla Haçlı-Siyon ittifakı demek olan modern Haçlı çapulcularına ve onların kurumsal karşılığı olan Amerika ve Avrupa devletleri gibi oluşumlara gönülden ve göbekten bağlı olan karanlık aydın ve taşeron siyasetçiler, bu hikâyede "Aslan" adlı köpeğe benzetilmiş.
Milletimizin içinden çıkmakla birlikte öz benliğini yitirerek kendisini gâvura kiralayan bu hainler, asıl zalim emperyalist düşmanlara havlaması gerekirken, sırtlarını zorlu derebeyi olan Amerika ve Avrupa'ya dayayarak, Tanzimat'tan günümüze kadar hep Türk milletine, Türk'ün dinine ve milliyetine düşmanlık beslediler, saldırdılar ve kendi doğal çevrelerine belâ oldular.
Bunlar, çıplak, geyimsiz bacaklı, fakir, zavallı milletimizin Müslüman Türk evlatlarına olmadık hakaretler ettiler, ezdiler, hakir gördüler, itip kaktılar. Bu durum karşısında Müslüman Türk milletimiz de kendisine yabancılaşmış, yaban olmuş, batıl değerlerle batıcı olmuş ve batmaya yüz tutmuş bu kozmopolit, dinsiz ve milliyetsiz aydın taslaklarına ve Türk düşmanı siyasetçilere tiksinerek kara bir hayalet gibi baktı.
Eyi geyimli şehirli ağalara yani kılığıyla kıyafetiyle, fikirleriyle, inanışı ile, eylemleriyle, siyasetiyle, yazılarıyla, konuşmalarıyla, her şeyiyle tamamen emperyalist batılılara, gâvurlara, gâvur gibi yaşayıp gâvur gibi davrananlara kuyruk salladılar. Türk milletinin menfaatini değil; yazı, konuşma, siyaset ve kurumlarıyla emperyalistleri koruyup kolladılar, onların menfaatlerini koruyan birer köpek oldular.
Çünkü bu dinsiz ve milliyetsiz kozmopolit taşeronlar, emperyalistlerin, yabancıların yanında iyi lokma bulmuştu. Çünkü Soroslardan, Avrupa Birliği fonlarından, Amerika'dan, Ermeni diasporasından, Talabani'den, Barzani'den, şundan bundan bol bol para almıştı. Fonlarla, projelerle iyice semirmişti. Ödüllerle, paralarla, makamlarla, değişik imkânlarla hüviyetini yani Müslüman Türk kimliğini değiştirmiş, "dejenere" oluvermişti. Bu dejenere tip, kişisel menfaatini millet menfaatinin önüne geçiren kişiliksiz aydıncık ve siyasetçi, emperyalist devletler yanında, onlar eliyle evcilleştirilmiş, medenileştirilmişti. Artık o, "uygar dünya!..."yla beraber hareket eden, batılı bâtıl değerlerden başka değer tanımayan, kendi millî ve İslamî değerlerini primitif, ilkel ve geri gören, ilericilik, çağdaşlık, uygarlık adına salt Roma, Hristiyan ve Yunan medeniyetini esas alan bir mankurt olmuştu. Bundan sonra ilk işi, hemşerilerini yani içinden çıktığı Müslüman Türk milletini aşağı görmek, atalarını, tarihini yadırgamak olmuş, yeni efendileri olan batılılara benzemeyen yani kimliğiyle direnen Türklere karşı kör, yaman bir kin beslemeye başlamıştı.
Fakat bu işbirlikçi millet haini, milletine hıyanetine, yeni efendilerine yaltaklanmasına rağmen, yabancılara yaranamamış, Müslüman Türk olduğunu unutturamamıştı. Çünkü siz onların dinine girmedikçe onlar sizi kendilerinden kabul etmezdi. Çünkü emperyalistler için vefalı dost yoktu; bir süre kullanılıp sonra bir kenara atılacak paspaslar vardı. Hüsnü Mübarek'i, Kaddafi'yi, Saddam'ı işbaşına getirip bir süre kullandıktan sonra acımadan, rezilce harcayıp yerlerine köpeklik yapacak yenilerini getirmeleri gibi. Ya da bazı İslam ülkelerinde bir dönem darbeci vesayetçileri, bir dönem de demokrasici sivil vesayetçileri iş başına getirip sonra bunları birbirine tokuşturmak gibi. Emperyalist efendi, kendisine gönüllü köpeklik, ama milletine düşmanlık yapan bu hainleri gruplara ayırır, birbirine kırdırır; sonunda telef olan adamlarına zerre kadar acımaz, kendisine yeni köpekler avlamaya devam ederdi. Böylesine trajik bir son, bir müslüman için ne kadar acınacak, ne kadar aşağılık bir sondur!... Bir bilselerdi!...
Hikâyede yazar, Amerikalı bir grup arkeologla birlikte Orta Anadolu'da bir köye kazı çalışmaları yapmaya giderler. Ekibi bir grup köpek karşılar. Diğer köpekler havlamasına, saldırmasına rağmen kazı kampının en sadık bekçisi olan "Aslan" isimli köpek, sessiz kalır. Aslan, sadece köylülere, işçilere, Türklere saldırır; ama Amerikalı ve diğer yabancılara saldırmaz; tam tersine onlara sırnaşır, kuyruk sallar. Asıl yabancılara ürerek, havlayarak bekçilik görevini yapması gereken Aslan, kendi işinde gücündeki köylülere yani yerlilere saldırır. Yazar köpeğin bu halini şu ifadelerle vasıflandırır:
"Aslan kötülere, mütecavizlere (saldırganlara) cezalarını veren bir vefalı dosttan ziyade, arkasını zorlu bir derebeyine dayayarak muhitine (çevresine) belâ olan bir sonradan görme, fırsat düşkünü ağaya benziyordu."
"Kazı kampının başka köpekleri bütün yadırgılara ürer, açıktan saldırırken Aslan, bir kenarda uslu uslu durur, gelen veya geçenleri süzerdi. Köylü yahut işçi olan yolcular önünden emniyetle geçip ilerleyince bir yıldırım gibi sıçrar, ekseriyetle çıplak, geyimsiz bacaklarından birini dişlerdi."
"Aslan, bütün o alanlardaki köylerin tiksinerek, korkarak hatırladığı kara bir hayalet haline girmişti."
"İşin şaşılacak yanı daima aynı idi: Eyi geyimli şehirliye benzeyen ağalar, onun şerrinden kurtuluyordu. Hele pantalonlu, kıravatlı efendi veya beğleri Aslan hemen tanıyor, tanımakta zorluk çekerse bize yaptığı gibi onu bir koklama teftişinden geçirip seçiyordu. Aslan bunlara kuyruk sallamasını da pekiyi beceriyordu."
"Aslan ecnebilerin (yabancıların) yanında iyi lokma bulmuştu; midesini kolayca, eyice doldurma pahasına, hüviyetini değiştirmiş, "dejenere" oluvermişti. Bu köy köpeği yabancılar yanında, yabancılar eliyle medenileşivermişti. Bundan sonra ilk işi hemşerilerini aşağı görmek, eski efendilerini yadırgamak olmuş, yeni efendilerine benzemeyenlere karşı kör, yaman bir kin beslemeye başlamıştı."
"Aslan, köyüne, köylüsüne, hıyanetine, yeni efendilerine yaltaklanmasına rağmen, yabancılara yaranamamış, köy köpeği olduğunu unutturamamıştı."
"Aslan köylülerin tertibi, kışkırtmasıyla kendi benzerleri tarafından boğulmuştu. Aslanın bu akıbeti ecnebi efendilerini pek o kadar düşündürmedi. Fakat, köylüler, işçiler, hüviyetini yitirmiş, yabancı eliyle yarı medenileşmiş, muhitine düşman kesilmiş olan köpeğin bu sonuna sevinmişlerdi."
Özellikle Tanzimat'tan günümüze kadarki süreçte, Müslümanlığından ve Türklüğünden çıkarak tam bir mankurt olmuş, emperyalist devletlerin ve odakların verdiği paralarla, makamla, şöhretle ve değişik imkânlarla Haçlı-Siyon ittifakı demek olan modern Haçlı çapulcularına ve onların kurumsal karşılığı olan Amerika ve Avrupa devletleri gibi oluşumlara gönülden ve göbekten bağlı olan karanlık aydın ve taşeron siyasetçiler, bu hikâyede "Aslan" adlı köpeğe benzetilmiş.
Milletimizin içinden çıkmakla birlikte öz benliğini yitirerek kendisini gâvura kiralayan bu hainler, asıl zalim emperyalist düşmanlara havlaması gerekirken, sırtlarını zorlu derebeyi olan Amerika ve Avrupa'ya dayayarak, Tanzimat'tan günümüze kadar hep Türk milletine, Türk'ün dinine ve milliyetine düşmanlık beslediler, saldırdılar ve kendi doğal çevrelerine belâ oldular.
Bunlar, çıplak, geyimsiz bacaklı, fakir, zavallı milletimizin Müslüman Türk evlatlarına olmadık hakaretler ettiler, ezdiler, hakir gördüler, itip kaktılar. Bu durum karşısında Müslüman Türk milletimiz de kendisine yabancılaşmış, yaban olmuş, batıl değerlerle batıcı olmuş ve batmaya yüz tutmuş bu kozmopolit, dinsiz ve milliyetsiz aydın taslaklarına ve Türk düşmanı siyasetçilere tiksinerek kara bir hayalet gibi baktı.
Eyi geyimli şehirli ağalara yani kılığıyla kıyafetiyle, fikirleriyle, inanışı ile, eylemleriyle, siyasetiyle, yazılarıyla, konuşmalarıyla, her şeyiyle tamamen emperyalist batılılara, gâvurlara, gâvur gibi yaşayıp gâvur gibi davrananlara kuyruk salladılar. Türk milletinin menfaatini değil; yazı, konuşma, siyaset ve kurumlarıyla emperyalistleri koruyup kolladılar, onların menfaatlerini koruyan birer köpek oldular.
Çünkü bu dinsiz ve milliyetsiz kozmopolit taşeronlar, emperyalistlerin, yabancıların yanında iyi lokma bulmuştu. Çünkü Soroslardan, Avrupa Birliği fonlarından, Amerika'dan, Ermeni diasporasından, Talabani'den, Barzani'den, şundan bundan bol bol para almıştı. Fonlarla, projelerle iyice semirmişti. Ödüllerle, paralarla, makamlarla, değişik imkânlarla hüviyetini yani Müslüman Türk kimliğini değiştirmiş, "dejenere" oluvermişti. Bu dejenere tip, kişisel menfaatini millet menfaatinin önüne geçiren kişiliksiz aydıncık ve siyasetçi, emperyalist devletler yanında, onlar eliyle evcilleştirilmiş, medenileştirilmişti. Artık o, "uygar dünya!..."yla beraber hareket eden, batılı bâtıl değerlerden başka değer tanımayan, kendi millî ve İslamî değerlerini primitif, ilkel ve geri gören, ilericilik, çağdaşlık, uygarlık adına salt Roma, Hristiyan ve Yunan medeniyetini esas alan bir mankurt olmuştu. Bundan sonra ilk işi, hemşerilerini yani içinden çıktığı Müslüman Türk milletini aşağı görmek, atalarını, tarihini yadırgamak olmuş, yeni efendileri olan batılılara benzemeyen yani kimliğiyle direnen Türklere karşı kör, yaman bir kin beslemeye başlamıştı.
Fakat bu işbirlikçi millet haini, milletine hıyanetine, yeni efendilerine yaltaklanmasına rağmen, yabancılara yaranamamış, Müslüman Türk olduğunu unutturamamıştı. Çünkü siz onların dinine girmedikçe onlar sizi kendilerinden kabul etmezdi. Çünkü emperyalistler için vefalı dost yoktu; bir süre kullanılıp sonra bir kenara atılacak paspaslar vardı. Hüsnü Mübarek'i, Kaddafi'yi, Saddam'ı işbaşına getirip bir süre kullandıktan sonra acımadan, rezilce harcayıp yerlerine köpeklik yapacak yenilerini getirmeleri gibi. Ya da bazı İslam ülkelerinde bir dönem darbeci vesayetçileri, bir dönem de demokrasici sivil vesayetçileri iş başına getirip sonra bunları birbirine tokuşturmak gibi. Emperyalist efendi, kendisine gönüllü köpeklik, ama milletine düşmanlık yapan bu hainleri gruplara ayırır, birbirine kırdırır; sonunda telef olan adamlarına zerre kadar acımaz, kendisine yeni köpekler avlamaya devam ederdi. Böylesine trajik bir son, bir müslüman için ne kadar acınacak, ne kadar aşağılık bir sondur!... Bir bilselerdi!...
Prof. Dr. Nurullah Çetin / diğer yazıları
- Dayatılan kapitalist stil / 26.12.2015
- "Karıştır barıştır"a karşı "birleştir savuştur" / 30.11.2015
- Öğretmenler Günü'nü kutlamak / 26.11.2015
- İşin sırrı dengede / 20.11.2015
- IŞİD terörist peki Fransa nedir? / 18.11.2015
- Anaları ağlamasın diye Fransa'ya çözüm süreci desteği / 17.11.2015
- Bir 10 Kasım yazısı / 12.11.2015
- Ölmek ve köle olmak dışında üçüncü bir seçenek / 11.11.2015
- Türk sosyalistlerini marabalıktan kurtulmaya davet / 09.11.2015
- Yandakların istilası / 05.11.2015
- "Karıştır barıştır"a karşı "birleştir savuştur" / 30.11.2015
- Öğretmenler Günü'nü kutlamak / 26.11.2015
- İşin sırrı dengede / 20.11.2015
- IŞİD terörist peki Fransa nedir? / 18.11.2015
- Anaları ağlamasın diye Fransa'ya çözüm süreci desteği / 17.11.2015
- Bir 10 Kasım yazısı / 12.11.2015
- Ölmek ve köle olmak dışında üçüncü bir seçenek / 11.11.2015
- Türk sosyalistlerini marabalıktan kurtulmaya davet / 09.11.2015
- Yandakların istilası / 05.11.2015