İran üzerindeki her türlü küresel baskıya rağmen milli projeler çerçevesinde kendi ayakları üzerinde durduğu için bunların hiçbirine aldırış etmeden yoluna devam ediyor.
İran nükleer çalışmalar sebebiyle son iki yılda 5 nükleer fizikçisini kaybetti. En son Natanz Nükleer Santrali’nde görev yapan Mustafa Ahmedi Roşan 11 Ocak tarihinde bombalı bir saldırıya maruz kalmış ve hayatını kaybetmişti.
İran Atom Enerjisi Kurumu Başkanı Feridun Abbasi Davani benzer bir saldırıdan sağ olara kurtulmuştu ama Ocak 2010 yılında başka bir nükleer fizikçi olan Mesud Ali Muhammedi Tahran’da bombalı saldırıdan kurtulamamıştı.
Ankara’ya ziyarete gelen İran Meclis Başkanı Ali Laricani yaptığı basın açıklamasında bu tür suikastlarla İran’ın önüne engel konulamayacağını, nükleer çalışmaların çok güçlü olduğunu ve ölenlerin yerini doldurabilecek genç, tecrübeli ve bilgili bir neslin olduğunu belirtmişti.
Bilim adamlarına yönelik bu saldırılar konusunda İranlı yetkililer sürekli olarak İsrail ve onun hamisi olan ABD’yi sorumlu tutuyorlardı, başlangıçta İsrail ve ABD’li yetkililer bu suçlamaları reddediyorlardı.
Fakat yapılan son açıklamalar İran’ın suçlamalarını doğrular mahiyette…
ABD’li üst düzey iki yetkili suikastların arkasında kesinlikle İsrail olduğunu söyledi. ABD yönetiminin de suikastlardan ve operasyonlardan haberinin olduğunu ifade eden yetkililer ancak ABD makamlarının operasyonlara katılmadığını belirttiler.
Tabi, bu tek itiraf değil. Geçen ay Fransa’nın önemli gazetelerinden Le Figaro gazetesinde çıkan bir haberde, İran’ın nükleer programının ilerlemesiyle birlikte İsrail’in bu ülkeye karşı “gizli operasyonlarını” çoğaltmaya başladığı açıklandı. Bu operasyonların sadece nükleer uzman öldürmekle sınırlı olmadığını belirten gazete, sabotaj, rejim muhaliflerinin kaçırılması ve siber-savaş yöntemlerine başvurulduğunu da aktardı.
Gazete ayrıca İsrail’in bu suikast ve sabotaj operasyonlarında yalnız olmadığını, İsrail’in bu konulardaki müttefiklerinin ABD, İngiltere ve Fransa olduğunu da vurguladı.
Bütün bu Batı menşeli itiraflardan da anlıyoruz ki, bugün teröristlikle suçlanan İran aslında terör mağduru, asıl terör suçu işleyenler de ona terörist damgasını vurmaya çalışanlar. Başta da belirttiğimiz gibi İran bu tür baskılara asla boyun eğmiyor.
İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad geçtiğimiz gün yaptığı konuşmada, “çok yakın bir zaman içinde nükleer alanda gerçekleştirdikleri büyük bir atılımı duyuracaklarını” açıkladı.
Enerji ihtiyacı için nükleer faaliyetlerine devam eden İran, milli silah sanayini de geliştirmekten geri kalmıyor. Son olarak, İran Savunma Bakanı Ahmed Vahidi, lazer güdümlü yeni bir silah geliştirdiklerini ve bu silahın köprü, tank, savaş araçları ve de hareketli nesneleri tam isabetle imha edebildiğini açıkladı.
Sözde teknoloji transferi için Batıya bağımlı hareket den bizler kendi teknolojimizi geliştirmede yaya kalırken, batılı güçler tarafından ambargo altında tutulan İran her türlü teknolojik çalışmayı başarıyla yürütüyor.
İran milli projelerle kendi ayakları üzerinde durabildiği için elindeki kozları kullanabilmeyi de başarıyor. Uluslar arası Atom Enerjisi Ajansı’nın İran hakkındaki raporunu dahi beklemeden tamamen önyargılı biçimde İran’a karşı yaptırım kararı alan AB, İran’dan balyoz gibi cevabı almıştı. İran, AB’ye petrol satışının durdurulacağını, petrol fiyatlarına yüzde 50 zam yapacağını, petrol akışının yüzde 40’ını kontrol eden Hürmüz Boğazı’nı kapatacağını ilan etmişti ve AB bir anda afallamıştı.
İran bu dik duruşunu milli projeler geliştirmesine, ülkelerle ilişkilerine milli menfaatler açısından yaklaşmasına borçlu.
Türkiye bu noktaları örnek alır, bir de İran’ın eksik kaldığı milli para ve kaynak politikası, sosyal devlet projeleri gibi
Milli Ekonomi Modeli’nin diğer projelerini de hayata geçirirse çok daha güçlü bir duruşu kazanabilir.