Bugün, bütün dünyanın gündeminde olan moda kavram küreselleşme, azgelişmiş ve gelişme sürecindeki dünya ülkelerinin her türlü kaynağının küresel güçler tarafından sömürülmesi ve bu ülkelerin her alanda teslim alınmasına yönelik olarak ortaya atılmış bir kavramdır.
Tarihte Avrupalılar, bilhassa Afrika ülkelerine gittikleri zaman oraya, sadece uzmanlarını değil, siyasi idarecilerini, iktisadi elemanlarını, askerlerini de götürerek yerleşiyorlardı. Yani, önce Afrika'ya gidiyorlar, orada ne gibi gelirler var, bunu tespit ediyorlar, arkasından da gemilerini tayfa kılığında askerlerle dolduruyorlar ve bu bölgeye çıkarma yapıyorlardı. Bu yolla orayı esir alıyorlardı.
Batı dünyası uzun yıllar, Afrika ve Uzakdoğu'yu böyle sömürge haline getirdi. Şu anda Afrika ülkelerinin tamamı sömürgedir. O sebeple Afrikalı bir yazar durumu şöyle izah ediyor:
"Avrupalılar bize geldiği zaman onların elinde İncil, bizim elimizde topraklarımız vardı. Bize, 'gözünüzü yumun' dediler. 'Ellerinizi açın, dua edin' dediler. Gözümüzü açtığımızda Avrupalının toprakları, bizim de elimizde İncil vardı."
Avrupalının meselesi dindar yetiştirmek değil, Afrikalıyı uyutup ayağının altındaki toprakları almaktı.
Batı, daha doğrusu da Amerika bu oyunlarla dünyanın patronu olduktan sonra, "Dünya artık tek kutuplu olacak. Globalleşeceğiz, küreselleşeceğiz. Bütün insanlık birdir. İnsanlığın din, dil, ırk, ülke, maneviyat ayrımı olmadan bir olduğu bu dünyanın da patronu ben olacağım" söylemini bütün dünyaya ilân etmeye başladı.
Küresel gücün dünyaya demek istediğinin daha açık şekli şöyle: "Ben hortumlarımı dünyaya bağlayacağım. Hangi ülke, hangi millet varsa kanını güzelce emeceğim."
Bu ifadeyi daha yumuşak tarzda söylemek gerekirse de şu ifade kullanıldı:
"Ben size yardım edeceğim. Benim yardım ettiğim yer kalkınır. Dolayısıyla yardım ettiğim yerde sanayi ve ziraate hiç ama hiç ihtiyaç yoktur. Ben bunları size hazır olarak satacağım."
Küresel ekonominin değişik versiyonlarıyla sömürülen gelişmekte veya azgelişmiş olan ülkeler bugün ya siyâseten, ya ekonomik olarak bu güçlerin kıskacında tutulmaktadır. Bu, sömürü mantığının, diğer bir deyişle küreselleşmenin bir gereğidir.
Türkiye de bu yolla borçlandırılmış bir ülke olarak, bugün bütçesinin tamamına yakın bir miktarını, her yıl bu borçların faizlerine ödemektedir. Borcun asıl miktarını ödemek ise şimdilik hayâl görünüyor.
Bugün gelinen noktada Türkiye'nin durumu, bu küresel güçlerin emellerine uygun bir hâldedir.
Bu sebeple Türkiye'nin gidişatını çok olumlu bulan, gelişmeleri memnuniyetle takip ettiğini bildiren dışımızdaki güçler memnun, Türk halkı ise perişandır.
Zaten bu politikaların neticesi de farklı olamazdı.
Peki şimdi ne yapmalı?
Tam bağımsız, tamamen milli bir ekonomi modeli Türkiye'nin tek çıkış yoludur.
Kemal Atatürk'ün 1923-38 yılları arasında hayata geçirmiş olduğu mili üretim, milletin emeği ve üretimine dayalı bir Milli Ekonomi Modeli derhal uygulanmalıdır. AB, IMF, Dünya Bankası gibi küresel kurumların direktifleriyle değil, bu milletin maddi ve manevi dinamiklerini kullanarak bir milli şahlanışa yeniden ihtiyaç vardır. Bunun ülke iradesindeki adı da, Bağımsız bir siyasi irade ortaya koyacak olan Bağımsız Türkiye Partisi'dir.
Tarihte Avrupalılar, bilhassa Afrika ülkelerine gittikleri zaman oraya, sadece uzmanlarını değil, siyasi idarecilerini, iktisadi elemanlarını, askerlerini de götürerek yerleşiyorlardı. Yani, önce Afrika'ya gidiyorlar, orada ne gibi gelirler var, bunu tespit ediyorlar, arkasından da gemilerini tayfa kılığında askerlerle dolduruyorlar ve bu bölgeye çıkarma yapıyorlardı. Bu yolla orayı esir alıyorlardı.
Batı dünyası uzun yıllar, Afrika ve Uzakdoğu'yu böyle sömürge haline getirdi. Şu anda Afrika ülkelerinin tamamı sömürgedir. O sebeple Afrikalı bir yazar durumu şöyle izah ediyor:
"Avrupalılar bize geldiği zaman onların elinde İncil, bizim elimizde topraklarımız vardı. Bize, 'gözünüzü yumun' dediler. 'Ellerinizi açın, dua edin' dediler. Gözümüzü açtığımızda Avrupalının toprakları, bizim de elimizde İncil vardı."
Avrupalının meselesi dindar yetiştirmek değil, Afrikalıyı uyutup ayağının altındaki toprakları almaktı.
Batı, daha doğrusu da Amerika bu oyunlarla dünyanın patronu olduktan sonra, "Dünya artık tek kutuplu olacak. Globalleşeceğiz, küreselleşeceğiz. Bütün insanlık birdir. İnsanlığın din, dil, ırk, ülke, maneviyat ayrımı olmadan bir olduğu bu dünyanın da patronu ben olacağım" söylemini bütün dünyaya ilân etmeye başladı.
Küresel gücün dünyaya demek istediğinin daha açık şekli şöyle: "Ben hortumlarımı dünyaya bağlayacağım. Hangi ülke, hangi millet varsa kanını güzelce emeceğim."
Bu ifadeyi daha yumuşak tarzda söylemek gerekirse de şu ifade kullanıldı:
"Ben size yardım edeceğim. Benim yardım ettiğim yer kalkınır. Dolayısıyla yardım ettiğim yerde sanayi ve ziraate hiç ama hiç ihtiyaç yoktur. Ben bunları size hazır olarak satacağım."
Küresel ekonominin değişik versiyonlarıyla sömürülen gelişmekte veya azgelişmiş olan ülkeler bugün ya siyâseten, ya ekonomik olarak bu güçlerin kıskacında tutulmaktadır. Bu, sömürü mantığının, diğer bir deyişle küreselleşmenin bir gereğidir.
Türkiye de bu yolla borçlandırılmış bir ülke olarak, bugün bütçesinin tamamına yakın bir miktarını, her yıl bu borçların faizlerine ödemektedir. Borcun asıl miktarını ödemek ise şimdilik hayâl görünüyor.
Bugün gelinen noktada Türkiye'nin durumu, bu küresel güçlerin emellerine uygun bir hâldedir.
Bu sebeple Türkiye'nin gidişatını çok olumlu bulan, gelişmeleri memnuniyetle takip ettiğini bildiren dışımızdaki güçler memnun, Türk halkı ise perişandır.
Zaten bu politikaların neticesi de farklı olamazdı.
Peki şimdi ne yapmalı?
Tam bağımsız, tamamen milli bir ekonomi modeli Türkiye'nin tek çıkış yoludur.
Kemal Atatürk'ün 1923-38 yılları arasında hayata geçirmiş olduğu mili üretim, milletin emeği ve üretimine dayalı bir Milli Ekonomi Modeli derhal uygulanmalıdır. AB, IMF, Dünya Bankası gibi küresel kurumların direktifleriyle değil, bu milletin maddi ve manevi dinamiklerini kullanarak bir milli şahlanışa yeniden ihtiyaç vardır. Bunun ülke iradesindeki adı da, Bağımsız bir siyasi irade ortaya koyacak olan Bağımsız Türkiye Partisi'dir.
Ali Haydar Aktaş / diğer yazıları
- IMF'nin kurban listesi / 05.11.2002
- Misyonerler, yarınlarımızı karartıyor / 02.11.2002
- Türkler geliyor / 31.10.2002
- ABD, yeni bir mâsum katliamına hazırlanıyor / 21.10.2002
- Vatandaş, BTP gerçeğinin farkında / 18.10.2002
- Milletin geleceğini düşünen tek parti BTP / 16.10.2002
- Milletin başına 'Baş' geliyor / 11.10.2002
- Batı'nın sömürge anlayışında dinin fonksiyonu / 28.09.2002
- Bağımsızlıkbir milletin vazgeçilmezidir / 26.09.2002
- Milli ekonomi şart / 20.09.2002
- Misyonerler, yarınlarımızı karartıyor / 02.11.2002
- Türkler geliyor / 31.10.2002
- ABD, yeni bir mâsum katliamına hazırlanıyor / 21.10.2002
- Vatandaş, BTP gerçeğinin farkında / 18.10.2002
- Milletin geleceğini düşünen tek parti BTP / 16.10.2002
- Milletin başına 'Baş' geliyor / 11.10.2002
- Batı'nın sömürge anlayışında dinin fonksiyonu / 28.09.2002
- Bağımsızlıkbir milletin vazgeçilmezidir / 26.09.2002
- Milli ekonomi şart / 20.09.2002