Hikayeler anlatırdı ninem. Küçüktük. Soğuk kış gecelerinde yanan sobanın sıcaklığı iliklerimize değerken, "muhacirlik" yıllarını dinlerdik. Ekmek yok, tuz yok, gaz yok... Hepsinden önemlisi yaşanan topraklar yok. Bir sürgün, bir sefalet... Yokluk-varlık arasında çırpınışlar. Yıllar süren, nasırlı ellerde hayat bulan bir mücadele.
Anadolu coğrafyasında her kalpte bir mum misali parlayıp canlanan Milli Ruh'un seksen yıl sonrasında bu topraklarda gezinen bir nesiliz. Yirmibeş yıl önce dinlediğim ve masal gibi bellediğim acılı mücadelenin yerinde bugün, o zaman vatan, mukaddesat ve namusa kasteden güruha, her şeyi teslim etmeye hazırlanan iradeleri seyrediyoruz. Sadece seksen yıl geçti... Dünyanın ve insanlığın tarihinden çok kısa bir dönem. Nasıl oldu ve ne oldu da vazgeçtik uğradığımız zulmün hesabını sormaktan? Kim girdi aklımıza da topla, tüfekle dedelerimizi esir edemeyenlere kendi elimizde tam teslim oluyoruz? Bayrak, sancak, asker, toprak ve bağımsızlık ve inanç ve kültür bizim dokunulmazlıklarımız değil mi artık?
Milletin mayasını hesaba katmayan, sadece oturduğu yeri muhafaza ve dünya ihtişamını artırma derdi taşıyanlar, bu hayatın faniliğini gönlüyle nefsine tapanlardır. Büyük düşünmeyi, düştüğü yerden kalkmayı, yeniden mazideki gibi, ona-buna uşaklık etmeden dünyaya saygı ve adaleti getirmeyi ütopyacılık sayan ve bu uğurda gece-gündüz gayret eden samimi vatanperverlerin önünü tıkamaya çalışanlar, mahcubiyet müjdesinin talihlileridir.
Yakın coğrafyada, eski Osmanlı eyaletlerinden birinde analar, evlatlar, kızlar her an ağlamakta, tecavüze uğramakta ve feryatlar semayı yırtmaktadır. Hangi kulak, hangi gönül onları duyuyor? Mevcut irade, bu toprakları bomba yağmuruna tutanlar kadar mesuldür. Çünkü onlara kolaylığı, bu irade temin etmiştir. Açılan hava sahası milyonlarca yavruyu yetim, garip ve yoksul bırakmıştır. Şimdi de o yetimlerin gözyaşlarıyla yıkanmış yerlere, yol, hastane, okul yapmak için yarışıyorlar. Neymiş, para kazanıp Türk insanını rahat ettirecekler. Vallahi, pes artık. Bu necip millet ne zamandır kardeşinin kanıyla, yaşıyla yoğrulmuş aştan yemek istiyor da, biz habersisiz?
Yazık, yazık, binlerce yazık. Kör olmuş gözlerden daha kötüsü, körelen sinelerdir. Biz, biz olduğumuz müddetçe hayatiyetimizi devam ettirebiliriz. Bin yıldır bize düşmanlık eden, ezanımıza, hilalimize, örfümüze, geçmişimize hasım olanlarla kol kola girip, altındaki ile ve üstündeki ile yüce inancımızın en önemli noktalarını bu nasipsiz postallara çiğnetmek hangi kitabın, kaçıncı sayfasında yazmaktadır. Otuz sene millete başka hikayeler anlatıp, bir anda turnusol gibi renk değiştirmek bedelsiz kalır mı dersiniz?
Kalmaz, iki cihan bir araya gelse kalmaz. İki zeytin tanesi gözleriyle yalvararak ağlayan Iraklı yavrunun ahı kalmaz... Memleketin en sefil günlerinde ayakta kalıp, babamı doğuran ve "memleket davasına" kurban olsun diye dua eden ak saçlı ninemin ahı kalmaz... Daha bir asır olmadan, İngiliz'i Çanakkale'den sokmamak için toprağa düşen 250.000 aydın gencin ahı kalmaz...
Akıllı olun... Beri gelin... Bu millet adama öyle bir tokat vurur ki, feleğinizi şaşırırsınız. Bu arada milletten tokat yemeyeyim derken, feleğin şamarına yakalanırsanız, o attan düşmeye benzemez. Vesselam...
Anadolu coğrafyasında her kalpte bir mum misali parlayıp canlanan Milli Ruh'un seksen yıl sonrasında bu topraklarda gezinen bir nesiliz. Yirmibeş yıl önce dinlediğim ve masal gibi bellediğim acılı mücadelenin yerinde bugün, o zaman vatan, mukaddesat ve namusa kasteden güruha, her şeyi teslim etmeye hazırlanan iradeleri seyrediyoruz. Sadece seksen yıl geçti... Dünyanın ve insanlığın tarihinden çok kısa bir dönem. Nasıl oldu ve ne oldu da vazgeçtik uğradığımız zulmün hesabını sormaktan? Kim girdi aklımıza da topla, tüfekle dedelerimizi esir edemeyenlere kendi elimizde tam teslim oluyoruz? Bayrak, sancak, asker, toprak ve bağımsızlık ve inanç ve kültür bizim dokunulmazlıklarımız değil mi artık?
Milletin mayasını hesaba katmayan, sadece oturduğu yeri muhafaza ve dünya ihtişamını artırma derdi taşıyanlar, bu hayatın faniliğini gönlüyle nefsine tapanlardır. Büyük düşünmeyi, düştüğü yerden kalkmayı, yeniden mazideki gibi, ona-buna uşaklık etmeden dünyaya saygı ve adaleti getirmeyi ütopyacılık sayan ve bu uğurda gece-gündüz gayret eden samimi vatanperverlerin önünü tıkamaya çalışanlar, mahcubiyet müjdesinin talihlileridir.
Yakın coğrafyada, eski Osmanlı eyaletlerinden birinde analar, evlatlar, kızlar her an ağlamakta, tecavüze uğramakta ve feryatlar semayı yırtmaktadır. Hangi kulak, hangi gönül onları duyuyor? Mevcut irade, bu toprakları bomba yağmuruna tutanlar kadar mesuldür. Çünkü onlara kolaylığı, bu irade temin etmiştir. Açılan hava sahası milyonlarca yavruyu yetim, garip ve yoksul bırakmıştır. Şimdi de o yetimlerin gözyaşlarıyla yıkanmış yerlere, yol, hastane, okul yapmak için yarışıyorlar. Neymiş, para kazanıp Türk insanını rahat ettirecekler. Vallahi, pes artık. Bu necip millet ne zamandır kardeşinin kanıyla, yaşıyla yoğrulmuş aştan yemek istiyor da, biz habersisiz?
Yazık, yazık, binlerce yazık. Kör olmuş gözlerden daha kötüsü, körelen sinelerdir. Biz, biz olduğumuz müddetçe hayatiyetimizi devam ettirebiliriz. Bin yıldır bize düşmanlık eden, ezanımıza, hilalimize, örfümüze, geçmişimize hasım olanlarla kol kola girip, altındaki ile ve üstündeki ile yüce inancımızın en önemli noktalarını bu nasipsiz postallara çiğnetmek hangi kitabın, kaçıncı sayfasında yazmaktadır. Otuz sene millete başka hikayeler anlatıp, bir anda turnusol gibi renk değiştirmek bedelsiz kalır mı dersiniz?
Kalmaz, iki cihan bir araya gelse kalmaz. İki zeytin tanesi gözleriyle yalvararak ağlayan Iraklı yavrunun ahı kalmaz... Memleketin en sefil günlerinde ayakta kalıp, babamı doğuran ve "memleket davasına" kurban olsun diye dua eden ak saçlı ninemin ahı kalmaz... Daha bir asır olmadan, İngiliz'i Çanakkale'den sokmamak için toprağa düşen 250.000 aydın gencin ahı kalmaz...
Akıllı olun... Beri gelin... Bu millet adama öyle bir tokat vurur ki, feleğinizi şaşırırsınız. Bu arada milletten tokat yemeyeyim derken, feleğin şamarına yakalanırsanız, o attan düşmeye benzemez. Vesselam...
Ahmet Emin Bektaş / diğer yazıları
- Sancaktar / 11.05.2020
- Ve yemneunel maun... / 15.07.2013
- Gerçek hayat başlar / 12.07.2013
- İçini söyle! / 11.07.2013
- Yaz'da Ramazan / 09.07.2013
- Sabah ezanları / 04.07.2013
- Kimin adamısın? / 03.07.2013
- Akiller / 01.07.2013
- Kapanmayan yara / 28.06.2013
- Zor olan... / 27.06.2013
- Ve yemneunel maun... / 15.07.2013
- Gerçek hayat başlar / 12.07.2013
- İçini söyle! / 11.07.2013
- Yaz'da Ramazan / 09.07.2013
- Sabah ezanları / 04.07.2013
- Kimin adamısın? / 03.07.2013
- Akiller / 01.07.2013
- Kapanmayan yara / 28.06.2013
- Zor olan... / 27.06.2013