Bahçelievler'de yakından tanıdığım ve uzun yıllardır dostum olan "Bakkal Ali Abi'nin" önceki akşam nasıl bir moral bozukluğu içinde olduğunu görünce bu yazıyı yazmaya karar verdim. Ali Abi "Bu işin yapılacak yanı kalmadı, her yanımız market doldu, bizden çok daha pahalı satmalarına rağmen vatandaş marketleri tercih ediyor. Artık benim de kapatma vaktim geldi" diyordu.
Ali Abi'nin feryadına duyarsız kalmak mümkün mü?
Eskiden mahalle bakkalları vardı. Şehrin dokusu içinde çok önemli bir yer tutan, sadece ticari bir kurum olmanın ötesinde mahallelinin her türlü ihtiyacını karşılayan, vatandaşla bütünleşmiş, masanın üzerinde kalın kabuklu veresiye defterleriyle hatırlanan ve zaman zaman müşterilerine borç para vererek önemli bir sosyal sorumluluğu da yerine getiren "çok güzel kurumlardı" bakkallar.
Türkiye'de dağ-taş market istilasına uğrayınca, bakkalların yerlerini de marketler aldı. Son 10 yılda 240 bin olan bakkal sayısı 150 bine düştü. Yani 100 bine yakın bakkal kapandı.
Tam tersi bir tablo da marketlerdeki artışta yaşandı. Türkiye'deki gıda marketi sayısı 30 bine dayandı. Bu rakam 2010 yılında 10 bin 254'tü. Sekiz yıl içinde market sayısı üç kat arttı. 2024 yılına kadar bu sayısının yüzde 53 artışla 44 bine ulaşması bekleniyor.
İnsanlar alışveriş arabalarıyla markete dalıyorlar, raflardan çoğunlukla fiyatlara bile bakmadan sepetleri dolduruyorlar, kasada kredi kartlarını uzatıp "cırt" diye çektiriyorlar, modern yaşam tarzının kendilerine sunduğu bu kolaylığın keyfini sürüyorlar.
Mahallelerin bakkal amcaları da bir bir kapanıyor.
Çoğu yabancı sermaye ile kurulu marketler zinciri, mahalleleri, caddeleri, sokakları istila ediyor. Artık en küçük sokaklar bile bu güçlü sermaye gruplarının kontrolündeki marketlere teslim oldu.
Bakkallarımız "küçük esnaf" olarak geçiyor ama aslında tarihsel öneme haiz 'büyük insanlar' olarak hafızalara kazınıyor.
Anayasa'nın 173. maddesi esnaf ve sanatkârımızı 'sözde' korumak için düzenlendi ama pratikte büyük sermaye odaklarının büyük market zincirleri korunuyor. 2015'te çıkan perakende yasasının da pratikte esnafa hiç bir faydası yok. Yeni açılan marketlere şehir dışında yer açma zorunluğu getirileceğine dair kanun çıkartılacağı yıllarca konuşuldu ama o da balon çıktı.
Tam tersine marketler "sokak istilasına" girişti.
Sonuç ise bakkallar için hep hüzün, hep hüzün.
Ardı ardına kapanmalar, iflaslar.
Ve bir anı.
Rahmetli babamın bir dönem bakkallık tecrübesi vardı. Tatlı hatıralarla dolu bir tecrübe. Trabzon'un Zeytinlik Mahallesi. Evimizin hemen önündeki dik sokakta büyük bir heyacanla açıyor bakkal dükkânını babam. Ben de okuldan çıkınca akşamları bir kaç saat duruyorum. Tarih 1979-80 olmalı. Orta mektep talebesiyim. 12 Eylül darbesine giden aylar. Bugün sanat lisesi olan, o günün İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi'nden dağılan üniversite öğrencilerin sağcı ve solcu gruplarının sopalarla, taşlarla birbirlerine saldırarak esnafın camlarını yere indirdiği yıllar.
Bir akşam dükkâna geldim. Rahmetli babam, "Oğlum ben biraz yoruldum, sen 2 saat sonra kepenkleri kapatıp gelirsin" diyerek eve geçti.
Veresiye defterindeki en sağlam müşterimiz bakkalın hemen karşısında oturan ve DSİ'de memur olan Yusuf Amca idi. Ayın 15'inde maaşını alır almaz gelir, hemen hesabını kapatırdı.
Veresiye defterini öylesine karıştırırken Yusuf Amca'nın yer aldığı sayfada ilginç bir ifadeye rastladım. Verilen her ürünün adı ve fiyatı yazıyordu sayfada. Tuz şu fiyat, ekmek şu fiyat, un, şu kadar kilo, şu fiyat.
Ancak sayfada hiç çözemediğim bir ifade
gördüm:
"Elden, 500 lira".
Dükkânda "elden" diye bir ürünümüz yoktu. Üstelik pahalı bir ürün olduğu da belliydi. Acaba yeni bir marka mı çıktı da babam aldı diye raflara tek tek baktım, hayır "elden" diye bir ürün yoktu.
Ama babam Yusuf Amca'ya "elden" satıp veresiye defterine fiyatını 500 lira diye yazmıştı.
Meraktan çatlayacaktım. "Yahu, nedir bu elden?"
Akşam dükkânı kapatıp eve gittiğimde koltuğunda büyük bir keyifle çayını içen babama merakla sordum:
"Baba, Yusuf Amca'ya bir ürün satmışsın ama ben onun ne olduğunu anlayamadım?"
"Neymiş o?"
"Elden 500 lira yazmışsın, nedir bu elden, dükkânda böyle bir şey yok."
"Haa, o mu?" dedi babam kıkır kıkır gülerek.
"Oğlum, o Yusuf Amca'ya elden verdiğim parayı ifade ediyor, maaşı bitmişti benden maaşını alıncaya kadar borç istedi, ben de verdim, deftere de "elden" diye yazdım."
Rahmetli babamın o tatlı tebessümü 40 yıldan beri hiç hafızamdan silinmedi.
Bakkalın o günkü bütün hâsılatını Yusuf Amca'ya veren ve bana "Elden"in ne olduğunu öğreten babamın ruhu şad olsun.
Evet, bakkallar bugün ölüme terk edilmiş durumda.
Yerlerine ise küresel sermayenin devasa şirketleri dikilmiş durumda.
Devlet bu coğrafyanın güzel esnaflarına sahip çıkmalı değil mi?