İktisadi ve kültürel savaştaki yerimiz
Geçmişte askerlerin, askerlik bilgisi yanında, biraz da diplomasi bilmesi yeterli kabul ediliyordu. Bugün ise askerlerin, hem diplomasi, hem iktisat, hem de kültürel alanda tam bir bilgi sahibi olması gereği üzerinde duruluyor. Çünkü ülkeler, artık askeri işgallerden daha çok, iktisadi ve kültürel işgallere uğruyor. Onun için dünya üzerinde söz sahibi olmak isteyen ülkeler, ordularının bütün bu işgallere karşı donanımlı ve hazırlıklı tutuyor. Elbette iktisadi ve kültürel savaşlarda tek görev orduya düşmüyor. Bunu bilen ülkeler, "her savaşın ayrı bir savaşçısı olur" gerçeğinden hareket ederek, iktisadi ve kültürel savaşlar için, savaşçılar yetiştiriyorlar. Bunun yanında asıl görevi askeri işgalleri önlemek olan orduyu da, bu konularda ihmal etmiyorlar.
Bu gerçeği 2. Ordu Komutan Orgeneral Edip Başer şöyle dile getirir: "Bu vatan, vatan olarak korumak, sadece askerin ve polisin değil, milletin her ferdinin görevidir. Hepimizin üzerine görevler düşmektedir." Aynı şekilde Tuğgeneral Halil Şimşek de, "Tek başına askeri gücün güvenliği sağlamak için yeterli olmadğıını, ekonomik güç ile iç yapıyı kuvvetlendiren kültürün de önemli olduğunu" ifade eder. Gerçekten ordumuz, iktisadi ve kültürel savaş için de, üzerine düşeni hakkıyla yerine getiriyor. Bu konuda eksik ve ihmalkarlık, asıl görevi iktisadi ve kültürel savaşlara karşı hazırlıklı olması gereken kurumlarımızda görülmektedir. Örneğin, Kültür ve Milli Eğitim Bakanlıklarımız, Diyanet Teşkilatımız ne güne duruyorlar? Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanlığımız acaba hangi cephede? Bunları düşündükçe, tehlikenin boyutu kendiliğinden ortaya çıkıyor.
Devletin en başta gelen görevi, vatanın bütünlüğünü ve vatandaşlarının can güvenliğini korumaktır. Başka bir deyimle, devletin en önemli görevi savunmadır. Bir ordu ne kadar güçlü ve her türlü savaşa ne kadar hazırlıklı olursa olsun, bu görevi tek başına yapamaz. Artık şartlar öylesine değişti ki, herşeyin savunma ile ilgisi oluşmaya başladı. Bu ilgi arasında iktisadi ve kültürel alan, en önde gelenleridir. Ama ne yazık ki, ülkemizde iktisat ile vatanı savunmanın ilgisi unutlumuş, defterlerden silinmiş. Bilinlerin de, bilmeyenlerin de dilinde bir söz dolaşıyor: "Coğrafi sınırlar artık haritada kaldı". Hadi öyle oluduğunu farzedelim. Peki, ülkelerin iktisadi ve kültrel sınırları yok mu? Bu sınırları kim, nasıl koruyacaktır? Bu soruların cevabı yok.
Madem ki, coğrafi sınırlar yalnız haritada kaldı, komşularımız niçin durmadan silahlanıyorlar? Machiavelli der ki: "Ne kadar sağlam bir barış içinde yaşanırsa yaşansın, etrafımız daima kıskanç komşularla çevrili olduğundan, beklenmedik bir savaş ihtimalini akıldan çıkarmamalı. Savaşsız geçen zamanı, kendimizi kuvvetlendirmek için fırsat bilmeliyiz". Dahası, sormak gerekir, Türkiye'nin savaşsız geçirdiği bir dönem var mı? Türk insanı, ne zaman iktisadi ve kültürel savaştan baş kaldırdı? Sonra terör, askeri savaşın bir uzantısı değil mi? Komşularımız Machiavelli'nin dediği gibi hareket ederken, bizim Dışişleri Bakanlığımızın yetkilileri, ortak eğlence toplantıları düzenleyerek, asırlık düşmanlıkları ve idealleri ortadan kaldırmanın peşinde koşuyorlar. Ne büyük gaflet!
En güçlü orduları yormuş ve bıktırmış olan terörün, komşularımızın eseri olduğunu ne tez unuttuk. Ordumuzun gayretli ve çok yönlü mücadelesi sonucunda en aza indirilmiş ve kontrol altına alınmış terörün, hafife alınacak tarafı yok. Ama maalesef, terör mücadelesinde gösterdiğimiz aynı başarıyı, iktisadi ve kültürel savaşta gösteremedik. Evet, iktisadi ve kültürel alanda tam bir işgal ülkesi görünümündeyiz. Bütün dünyada iktisadi ve kültürel işgallere karşı savaş verilirken, Türkiye'yi yönetenler, bu savaşı görmezlikten ve bilmezlikten geliyorlar. İktisadi işgallere karşı mücadele veren ülkelerden biri olan Avustralya'da bir deterjan reklamında bakınız hangi sözler yer alıyor: "Avustralya'lılar! Şimdiye kadar hep yabancıların ürününü kullandınız. Artık Avustralya malı kullanın ve ülkemizi onlardan geri alalım." Bir, deterjan reklamında bu sözlerin yer almasını, bir de, Türkiye'nin halini düşünelim. O zaman iktisadi ve kültürel savaştaki ihmalkarlığımızı, daha doğrusu cepheyi terk edişimizi daha iyi anlarız.
Geçmişte askerlerin, askerlik bilgisi yanında, biraz da diplomasi bilmesi yeterli kabul ediliyordu. Bugün ise askerlerin, hem diplomasi, hem iktisat, hem de kültürel alanda tam bir bilgi sahibi olması gereği üzerinde duruluyor. Çünkü ülkeler, artık askeri işgallerden daha çok, iktisadi ve kültürel işgallere uğruyor. Onun için dünya üzerinde söz sahibi olmak isteyen ülkeler, ordularının bütün bu işgallere karşı donanımlı ve hazırlıklı tutuyor. Elbette iktisadi ve kültürel savaşlarda tek görev orduya düşmüyor. Bunu bilen ülkeler, "her savaşın ayrı bir savaşçısı olur" gerçeğinden hareket ederek, iktisadi ve kültürel savaşlar için, savaşçılar yetiştiriyorlar. Bunun yanında asıl görevi askeri işgalleri önlemek olan orduyu da, bu konularda ihmal etmiyorlar.
Bu gerçeği 2. Ordu Komutan Orgeneral Edip Başer şöyle dile getirir: "Bu vatan, vatan olarak korumak, sadece askerin ve polisin değil, milletin her ferdinin görevidir. Hepimizin üzerine görevler düşmektedir." Aynı şekilde Tuğgeneral Halil Şimşek de, "Tek başına askeri gücün güvenliği sağlamak için yeterli olmadğıını, ekonomik güç ile iç yapıyı kuvvetlendiren kültürün de önemli olduğunu" ifade eder. Gerçekten ordumuz, iktisadi ve kültürel savaş için de, üzerine düşeni hakkıyla yerine getiriyor. Bu konuda eksik ve ihmalkarlık, asıl görevi iktisadi ve kültürel savaşlara karşı hazırlıklı olması gereken kurumlarımızda görülmektedir. Örneğin, Kültür ve Milli Eğitim Bakanlıklarımız, Diyanet Teşkilatımız ne güne duruyorlar? Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanlığımız acaba hangi cephede? Bunları düşündükçe, tehlikenin boyutu kendiliğinden ortaya çıkıyor.
Devletin en başta gelen görevi, vatanın bütünlüğünü ve vatandaşlarının can güvenliğini korumaktır. Başka bir deyimle, devletin en önemli görevi savunmadır. Bir ordu ne kadar güçlü ve her türlü savaşa ne kadar hazırlıklı olursa olsun, bu görevi tek başına yapamaz. Artık şartlar öylesine değişti ki, herşeyin savunma ile ilgisi oluşmaya başladı. Bu ilgi arasında iktisadi ve kültürel alan, en önde gelenleridir. Ama ne yazık ki, ülkemizde iktisat ile vatanı savunmanın ilgisi unutlumuş, defterlerden silinmiş. Bilinlerin de, bilmeyenlerin de dilinde bir söz dolaşıyor: "Coğrafi sınırlar artık haritada kaldı". Hadi öyle oluduğunu farzedelim. Peki, ülkelerin iktisadi ve kültrel sınırları yok mu? Bu sınırları kim, nasıl koruyacaktır? Bu soruların cevabı yok.
Madem ki, coğrafi sınırlar yalnız haritada kaldı, komşularımız niçin durmadan silahlanıyorlar? Machiavelli der ki: "Ne kadar sağlam bir barış içinde yaşanırsa yaşansın, etrafımız daima kıskanç komşularla çevrili olduğundan, beklenmedik bir savaş ihtimalini akıldan çıkarmamalı. Savaşsız geçen zamanı, kendimizi kuvvetlendirmek için fırsat bilmeliyiz". Dahası, sormak gerekir, Türkiye'nin savaşsız geçirdiği bir dönem var mı? Türk insanı, ne zaman iktisadi ve kültürel savaştan baş kaldırdı? Sonra terör, askeri savaşın bir uzantısı değil mi? Komşularımız Machiavelli'nin dediği gibi hareket ederken, bizim Dışişleri Bakanlığımızın yetkilileri, ortak eğlence toplantıları düzenleyerek, asırlık düşmanlıkları ve idealleri ortadan kaldırmanın peşinde koşuyorlar. Ne büyük gaflet!
En güçlü orduları yormuş ve bıktırmış olan terörün, komşularımızın eseri olduğunu ne tez unuttuk. Ordumuzun gayretli ve çok yönlü mücadelesi sonucunda en aza indirilmiş ve kontrol altına alınmış terörün, hafife alınacak tarafı yok. Ama maalesef, terör mücadelesinde gösterdiğimiz aynı başarıyı, iktisadi ve kültürel savaşta gösteremedik. Evet, iktisadi ve kültürel alanda tam bir işgal ülkesi görünümündeyiz. Bütün dünyada iktisadi ve kültürel işgallere karşı savaş verilirken, Türkiye'yi yönetenler, bu savaşı görmezlikten ve bilmezlikten geliyorlar. İktisadi işgallere karşı mücadele veren ülkelerden biri olan Avustralya'da bir deterjan reklamında bakınız hangi sözler yer alıyor: "Avustralya'lılar! Şimdiye kadar hep yabancıların ürününü kullandınız. Artık Avustralya malı kullanın ve ülkemizi onlardan geri alalım." Bir, deterjan reklamında bu sözlerin yer almasını, bir de, Türkiye'nin halini düşünelim. O zaman iktisadi ve kültürel savaştaki ihmalkarlığımızı, daha doğrusu cepheyi terk edişimizi daha iyi anlarız.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018