Genelkurmay Başkanlığı'nın "27 Nisan muhtırası"nın Türkiye açısından en kritik aşaması muhatapları tarafından doğru algılanabilmesiydi. Ama maalesef iki gündür cereyan eden gelişmeler ve yapılan açıklamalar bu doğru algılamanın çok çok uzağında olduğumuzu gösteriyor. Dikkatinizi tekrar çekelim, bu bir muhtıra, darbe değil. Bu muhtıradan ders alınmasını söylemek de, "darbe çığırtkanlığı" veya "darbe destekçiliği" olarak yorumlanmamalı. Çünkü şu anda Türkiye'de etkin medya, gözbebeğimiz Türk Silahlı Kuvvetleri hakkında olumlu yorum yapanları "darbeci" olarak yaftalayarak, psikolojik harekatla baskı altına almaya çalışıyor. Bu psikolojik saldırılara boyun eğip, samimi düşüncelerimizi ifade etmekten çekinmeyeceğimize kuşkunuz olmasın!AKP hükümetinin Türkiye'yi sürüklediği, gerilim katsayısı oldukça yüksek tehlikeli mecranın acı faturalarıyla karşı karşıyayız. Efkâr-ı umumiye (kamuoyu), Genelkurmay muhtırasından sonra, hükümetin kendine çeki düzen verip, bu gerilim ortamını bir an evvel milletin önüne sunacağını sanıyordu. Fakat hükümet kanadı tek ve en salim olan bu yolu tercih etmek yerine, ateşe benzin dökmeye devam etti. Yukarıda da ifade ettiğimiz üzere, doğru bir muhtıra algılaması gerçekleşemedi ve Türkiye daha karanlık bir mecraya doğru bir adım daha yaklaştırıldı.İspanyol gazetesi El Pais'in konuyla ilgili yaptığı, "bilek güreşi Türkiye'nin istikrarını tehdit ediyor" değerlendirmesi oldukça manidar. Maalesef Türkiye, hükümet marifetiyle kurumlararası bilek güreşi, gövde gösterisi ve kudret yarışı gibi tehlikeli bir süreci yaşıyor. Anayasal kurumların ahenk ve koordinasyonundan sorumlu makamı işgal edenler, bizzat o kurumlar arasındaki ahengi bozup, kavgaya sürüklüyor. Muhtıra sonrası Başbakanlık konutunda uzun süren bir zirve yapıldı. Bu zirveye hükümetin en etkin isimleri ve MİT Müsteşarı da katıldı. Zirve sonunda yapılan hükümet açıklaması "reste rest" şeklinde yorumlanabilecek, gerilimi artırıcı özellikleri taşıyan, adeta bir meydan okumaydı. Bu talihsiz açıklama, önümüzdeki günlerdeki gerilim katsayısının daha da yüksek olacağının işaretlerini verdiği gibi, Türkiye ile istikrar arasındaki mesafeyi biraz daha açtı. Muhtıranın tam anlamıyla kavranamadığı, yapılan vurguların taraflı ve yanlış yorumlandığı apaçık ortada. Evvela şunu belirtmeliyiz ki; bu muhtıranın ağırlık merkezini "laiklik" vurgusu değil, Türkiye'nin tasfiye süreci ve bağımsızlığı teşkil ediyor. Yüce dinimiz İslam'ın bazı çevreler tarafından (uluslar arası tezgahların ürünü olan) uluslar arası projelerde nasıl kullanıldığı, daha doğrusu istismar edildiği vurgulanan muhtırada, gerçek amaçların din kisvesi altında saklanarak icra edildiğinin altı özellikle çiziliyor.Muhtıra sonrasında AB ve ABD cephesinden yapılan jet eleştiri açıklamalarının hikmetini de, bu uluslar arası tuzağın bânileri nokta-i nazarından değerlendirmekte fayda var. Türkiye hiç kimsenin güç gösterip gövde gösterisi yapacağı bir deneme tahtası değildir. Ve Türkiye, şu kritik süreçte gerilim kaldıracak lükse de sahip bulunmuyor.