Güneydoğu Anadolu Bölgesindeki araştırma ve inceleme gezime devam ediyorum. Gördüğüm manzaralar, yıllardan beri yanlış politikalar sonucu, ülkemizin geldiği içler acısı durumu gösteriyor. Tarımla uğraşan vatandaş, toprağını ekmiyor-ekemiyor. Güneydoğudaki uçsuz bucaksız topraklar, atıl vaziyette bekliyor. Uzun yıllar, ürettiği tarım ürünleri fazlasını ihraç eden Türkiye, uygulanan yanlış politikalar ile bu konumundan uzaklaşıyor. Tarım ürünleri ihracatının, ithalatı karşılama oranı 1980 yılında % 531 iken, 1995'te % 111'e düşmüştür. 1996 yılında ise, Cumhuriyet tarihinde ilk kez tarımsal ürün ithalatı, ihracatından fazla olarak gerçekleşmiştir. Evet, kendi kendine yeten sayılı devletlerden biri olan ülkemiz artık dışardan tarım ürünleri ithal ediyor.
AB'ye üye olma adına, -egemenliğimizin devri kapsamında- tarım politikamız da milli olmaktan uzaklaştırılıyor. AB, kendi ürün fazlasını bahane ederek ülkemizde de ürün kısıtlamasına gidilmesini şart koşuyor. Dünya Bankası projeleriyle, IMF'den alınan kredilerle çiftçimize toprağını işlememesi karşılığı dönüm başına ücret veriliyor.
Son nüfus sayımı sonuçlarına göre, ülke nüfusunun yaklaşık % 40'ının kırsal alanda yaşadığını da dikkate alırsak, bu uygulamanın ne boyutta bir istihdam kaybına da yol açtığı görülecektir. Ürün kaybının yanında, IMF'den alınan yüksek faizli borçlarla alınan para, üretmeme karşılığı çiftçiye verilerek halk tembelliğe alıştırılmakta ve Türkiye'nin borcu daha da artmaktadır. İşte AB uyum yasaları ve IMF politikaları ile gelinen nokta bu.
Bir taraftan çiftçiye ürettiği ürün mukabili verilen ücret tatminkar olmadığı gibi, diğer taraftan tahdit uygulamaları ile çiftçi istediği ürünü istediği kadar üretememektedir. Müsaade edilen miktarda üretim yapıldığı zaman da, elde edilen ürün bedeli tatminkâr bir kazancı sağlamamaktadır. Görüntü şu: Eli-kolu, ayakları bağlanmış bir çiftçi; bir başka ifade ile eli-kolu, ayağı bağlanmış bir Türkiye.
Dünyadaki uygulamalara baktığımızda, her ülke kendi ulusal çıkarlarına uygun hareket etmektedir.
Mesela, ABD'de 5 yılda bir tarım kanunu çıkartılmaktadır. Bu kanunla, ürünlere uygulanacak 5 yıllık fiyat politikası açıklanır. Çiftçi neyi ne kadar üreteceğine karar verir. Üretimi artırıcı diğer tedbirler de uygulanır.
Macaristan çiftçisi yaşlandığı zaman, toprağını işleyemez hale geldiğinde; toprağının işleme hakkını başkasına devrederse, her ay belli bir ücret alma hakkı kazanır. Tarım politikalarının temelinde yatan nükte hep üretimi artırmaktır.
Emperyal devletler, tarım ürünlerini dışardan alan bir Türkiye ile buğday gibi, et gibi, süt gibi stratejik ürünler temelinde pazarlığa girecektir. Ancak bunun da ötesinde bir niyet gözlerden kaçmamaktadır. Sanki topraklarımız nadasa bırakılmış durumdadır. Yabancılara toprak satımının yapıldığı, Türkiye'nin borçlarından dolayı IMF tarafından topraklarımızın haciz edileceğinin konuşulduğu şu günlerde, acaba nadasa bırakılan topraklarımız kime rezerve edilmeye çalışılmaktadır.
Evet, vatandaş AKP hükümetinden de artık süratle desteğini çekiyor. "Onları da getirdiğimiz gibi göndereceğiz" diyor. Ancak, dikkatten kaçmaması gereken bir nokta, IMF politikaları ile kim gelirse gelsin; ülkemizin elimizden alınma senaryosu devam edecektir.
Bu gün ulusal güvenliğimiz açısından da, üreticinin ve tüketicinin güveni, huzuru ve zenginliği açısından da IMF'den bağımsız bir politikanın hayata geçirilmesi şarttır.
Bu projeye sahip tek parti, Bağımsız Türkiye Partisi; tek lider de, yıllardan beri bu gerçekleri dile getiren ve ulusal çözüm yollarını gösteren
Prof. Dr. Haydar Baş beydir.
AB'ye üye olma adına, -egemenliğimizin devri kapsamında- tarım politikamız da milli olmaktan uzaklaştırılıyor. AB, kendi ürün fazlasını bahane ederek ülkemizde de ürün kısıtlamasına gidilmesini şart koşuyor. Dünya Bankası projeleriyle, IMF'den alınan kredilerle çiftçimize toprağını işlememesi karşılığı dönüm başına ücret veriliyor.
Son nüfus sayımı sonuçlarına göre, ülke nüfusunun yaklaşık % 40'ının kırsal alanda yaşadığını da dikkate alırsak, bu uygulamanın ne boyutta bir istihdam kaybına da yol açtığı görülecektir. Ürün kaybının yanında, IMF'den alınan yüksek faizli borçlarla alınan para, üretmeme karşılığı çiftçiye verilerek halk tembelliğe alıştırılmakta ve Türkiye'nin borcu daha da artmaktadır. İşte AB uyum yasaları ve IMF politikaları ile gelinen nokta bu.
Bir taraftan çiftçiye ürettiği ürün mukabili verilen ücret tatminkar olmadığı gibi, diğer taraftan tahdit uygulamaları ile çiftçi istediği ürünü istediği kadar üretememektedir. Müsaade edilen miktarda üretim yapıldığı zaman da, elde edilen ürün bedeli tatminkâr bir kazancı sağlamamaktadır. Görüntü şu: Eli-kolu, ayakları bağlanmış bir çiftçi; bir başka ifade ile eli-kolu, ayağı bağlanmış bir Türkiye.
Dünyadaki uygulamalara baktığımızda, her ülke kendi ulusal çıkarlarına uygun hareket etmektedir.
Mesela, ABD'de 5 yılda bir tarım kanunu çıkartılmaktadır. Bu kanunla, ürünlere uygulanacak 5 yıllık fiyat politikası açıklanır. Çiftçi neyi ne kadar üreteceğine karar verir. Üretimi artırıcı diğer tedbirler de uygulanır.
Macaristan çiftçisi yaşlandığı zaman, toprağını işleyemez hale geldiğinde; toprağının işleme hakkını başkasına devrederse, her ay belli bir ücret alma hakkı kazanır. Tarım politikalarının temelinde yatan nükte hep üretimi artırmaktır.
Emperyal devletler, tarım ürünlerini dışardan alan bir Türkiye ile buğday gibi, et gibi, süt gibi stratejik ürünler temelinde pazarlığa girecektir. Ancak bunun da ötesinde bir niyet gözlerden kaçmamaktadır. Sanki topraklarımız nadasa bırakılmış durumdadır. Yabancılara toprak satımının yapıldığı, Türkiye'nin borçlarından dolayı IMF tarafından topraklarımızın haciz edileceğinin konuşulduğu şu günlerde, acaba nadasa bırakılan topraklarımız kime rezerve edilmeye çalışılmaktadır.
Evet, vatandaş AKP hükümetinden de artık süratle desteğini çekiyor. "Onları da getirdiğimiz gibi göndereceğiz" diyor. Ancak, dikkatten kaçmaması gereken bir nokta, IMF politikaları ile kim gelirse gelsin; ülkemizin elimizden alınma senaryosu devam edecektir.
Bu gün ulusal güvenliğimiz açısından da, üreticinin ve tüketicinin güveni, huzuru ve zenginliği açısından da IMF'den bağımsız bir politikanın hayata geçirilmesi şarttır.
Bu projeye sahip tek parti, Bağımsız Türkiye Partisi; tek lider de, yıllardan beri bu gerçekleri dile getiren ve ulusal çözüm yollarını gösteren
Prof. Dr. Haydar Baş beydir.
Doç. Dr. Ahmet H. Kepekçi / diğer yazıları
- Geçmişten geleceğe 23 Nisan: Millî bayramlar ve kimlik inşası / 24.04.2024
- Haydar Baş ve Türkiye'nin dönüşüm yolculuğu / 20.04.2024
- Seçmen eğilimi niçin değişti? / 08.04.2024
- 41 maddede 'BTP'ye Evet' demenin gerekçeleri / 30.03.2024
- Yine ikilem yine istismar / 18.03.2024
- Ekonomik gerçekler ve beklentiler / 11.03.2024
- Partilerin mesajı ve seçmenin sınavı / 10.03.2024
- Vatandaşın çığlığına kim cevap verecek / 09.03.2024
- Yerel seçimlerde emeklilerin tercihi ne olacak? / 29.02.2024
- BTP, güçlü bir alternatif / 23.02.2024
- Haydar Baş ve Türkiye'nin dönüşüm yolculuğu / 20.04.2024
- Seçmen eğilimi niçin değişti? / 08.04.2024
- 41 maddede 'BTP'ye Evet' demenin gerekçeleri / 30.03.2024
- Yine ikilem yine istismar / 18.03.2024
- Ekonomik gerçekler ve beklentiler / 11.03.2024
- Partilerin mesajı ve seçmenin sınavı / 10.03.2024
- Vatandaşın çığlığına kim cevap verecek / 09.03.2024
- Yerel seçimlerde emeklilerin tercihi ne olacak? / 29.02.2024
- BTP, güçlü bir alternatif / 23.02.2024