New York Times'ın William Safire kadar önemli ve onun kadar Yahudi yazarı Thomas Friedman'ın şu yazdıklarını, koyun bakalım nereye sığdırabilirseniz:
"Türkiye AB'yi o kadar hak etmektedir ki, eğer Brüksel bu görevi para nedeniyle ifadan kaçınırsa katılımdan kaynaklanacak masrafları bizzat ABD üstlenmelidir. Eğer AB, Türkiye'yi istemezse ABD mutlaka Ankara'yı NAFTA'ya dahil etmelidir."
Peki Friedman'ı bu kadar coşturan, Türkiye sevdalısı haline getiren şey ne? Çünkü şunu çok iyi biliyoruz ki bu insanlar için en önemli şey paradır. Paranın önüne çok az şey geçebilir.
Friedman, Türkiye'ye bonkörlüğünü de su satırlarla ifade ediyor:
"İkiz saldırılar nedeniyle Türkiye'ye bir seyahat yaptım. Beni çok şey etkiledi. Örneğin saldırı sonrasında sinagog önünde düzenlenen törende hahambaşına, Türk vatandaşların attığı karanfiller gibi...
Ama en önemlisi Başbakan Erdoğan'ın, saldırılardan sonra hahambaşına yaptığı ziyaret ve Musevilerin duyduğu üzüntüyü paylaşmasıydı."
Friedman'ı hani deyim yerindeyse coşturan "Türkiye fotoğrafı" için birkaç şey söylemek ve içine düştüğümüz hali tasvir etmekte sayısız faydalar var.
Öncelikle Türkiye'nin vatandaş planında düşürüldüğü "kimyasal" değişimin altını çizmek gerekiyor.
Yıllardır sürdürülen "dinlerarası diyalog" çalışmalarıyla bu ülke insanını, olmayan bir şeye inandırdılar. Hıristiyan-Yahudi dostluğu adı altında bir "yabancı sevgisi" ürettiler. Türkiye aynı yabancılar tarafından kuşatılırken, teslim alınırken ülke vatandaşının onlara "hoşgörülü" bakmasını sağladılar.
Oysa Kıbrıs, Irak denkleminde Türkiye'nin tüm kırmızı çizgileri bu kadar pembeleşiyorken, bir vatanperver cephenin ve halk bilinçlenmesinin oluşması gerekmiyor muydu?
Muhtemeldir ki Friedman'ı çok mutlu eden şey budur:
"Biz istediğimiz gibi at koşturuyoruz. Ama bu insanlar bizi sevmeye devam ediyor."
İşte mucizevi formül diye buna denir.
Vatanperver cephe
oluşmasın diye...
Tezkerenin reddedilmesinin ardından, 1 Mart 2003'ten 1 ay sonra sürpriz bir şekilde ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell Ankara'yı ziyaret etti.
O tarihte yapılan bir halkoylamasına göre Türkiye'de her 100 vatandaştan 80'i, Amerika'nın bu toprakları işgal edeceğini düşünüyordu.
Konuya ve ziyarete ilişkin olarak Fridman'ın gazetesinde aynen şu cümlelerle bir analiz-haber yayınlanmıştı:
"Türkiye'nin yalnız bırakılmaması gerekiyor.
Aksi taktirde ülkede milliyetçi duygular kabarıyor.
Powell, ziyaretiyle Washginton'un, Ankara'yı terk etmeyeceğinin mesajını verecek."
Powell'ın ziyaretinin ardından, çok sular aktı köprülerin altından ve işte bu günlere geldik. Bir Başbakan'ın tarihte ilk kez hahambaşını ziyaret ettiğini, onun ayağına gittiğini gördük.
Heybeliada Ruhban Okulu'nun açılmasına ramak kaldığını gördük.
21.000 kilisenin son 1 yıl içinde açıldığını ve 150 bin misyonerin ülke topraklarında cirit attığını yaşadık.
İşte tüm bunlar Fethullah Gülen'in açtığı "engin hoşgörü ikliminde" ve AKP hükümetinin siyasi himayesi altında gerçekleşiyor.
Friedman da köşesinde, mutluluktan havalara uçuyor.
Yahudi yazar Türkiye'nin "kimyasının" değiştiğinden ve bu "kimyanın" emin ellere teslim edildiğinden o kadar emin ki, katılım masraflarını dahi üstlenmekten bahsediyor, bahsedebiliyor.
Erbakan'dan Erdoğan'a: Yeni bir şey yok
Erbakan hükümeti, İsrail'in Türkiye üzerinde etkinliğini en çok artırdığı "devir" olmuştu. Biliyorsunuz o dönemde yapılmış anlaşmalardan hala açıklanmayanları var.
Görünen o ki, bu hükümetin en büyük icraatı da ülkenin İsrail'e bütün olarak teslim edilmesi olacak. Çünkü Dışişleri'nin en iyi bildiği şey, Yahudi lobileri üzerinden siyaset yapmak...
İsrail merkezli politikaların ise elbette bir bedeli var ve Telaviv bunu santim santim koparıyor.
Manavgat suyu, İncirlik'in Amerikalılara tahsisi yoluyla K. Irak'ta İsrail projelerine destek ve nihayet emin olun Kıbrıs'ta atılan her adımda da aynı "adresin" parmağı var.
Eğer hükümet az buçuk geri adım atıyorsa, bu, Türkiye'nin "özgün" dış politikasından değil, İsrail'in tercihlerinden kaynaklanıyor.
Çünkü Telaviv Kıbrıs'ın bütün olarak AB'ye bağlanmasını istemiyor.
İşte geldiğimiz liman bu. Yahudi asıllı yazarı sevinçten çılgına çeviren şeyler görüyorsunuz, bir başlık değil, say say bitmiyor.
"Türkiye AB'yi o kadar hak etmektedir ki, eğer Brüksel bu görevi para nedeniyle ifadan kaçınırsa katılımdan kaynaklanacak masrafları bizzat ABD üstlenmelidir. Eğer AB, Türkiye'yi istemezse ABD mutlaka Ankara'yı NAFTA'ya dahil etmelidir."
Peki Friedman'ı bu kadar coşturan, Türkiye sevdalısı haline getiren şey ne? Çünkü şunu çok iyi biliyoruz ki bu insanlar için en önemli şey paradır. Paranın önüne çok az şey geçebilir.
Friedman, Türkiye'ye bonkörlüğünü de su satırlarla ifade ediyor:
"İkiz saldırılar nedeniyle Türkiye'ye bir seyahat yaptım. Beni çok şey etkiledi. Örneğin saldırı sonrasında sinagog önünde düzenlenen törende hahambaşına, Türk vatandaşların attığı karanfiller gibi...
Ama en önemlisi Başbakan Erdoğan'ın, saldırılardan sonra hahambaşına yaptığı ziyaret ve Musevilerin duyduğu üzüntüyü paylaşmasıydı."
Friedman'ı hani deyim yerindeyse coşturan "Türkiye fotoğrafı" için birkaç şey söylemek ve içine düştüğümüz hali tasvir etmekte sayısız faydalar var.
Öncelikle Türkiye'nin vatandaş planında düşürüldüğü "kimyasal" değişimin altını çizmek gerekiyor.
Yıllardır sürdürülen "dinlerarası diyalog" çalışmalarıyla bu ülke insanını, olmayan bir şeye inandırdılar. Hıristiyan-Yahudi dostluğu adı altında bir "yabancı sevgisi" ürettiler. Türkiye aynı yabancılar tarafından kuşatılırken, teslim alınırken ülke vatandaşının onlara "hoşgörülü" bakmasını sağladılar.
Oysa Kıbrıs, Irak denkleminde Türkiye'nin tüm kırmızı çizgileri bu kadar pembeleşiyorken, bir vatanperver cephenin ve halk bilinçlenmesinin oluşması gerekmiyor muydu?
Muhtemeldir ki Friedman'ı çok mutlu eden şey budur:
"Biz istediğimiz gibi at koşturuyoruz. Ama bu insanlar bizi sevmeye devam ediyor."
İşte mucizevi formül diye buna denir.
Vatanperver cephe
oluşmasın diye...
Tezkerenin reddedilmesinin ardından, 1 Mart 2003'ten 1 ay sonra sürpriz bir şekilde ABD Dışişleri Bakanı Colin Powell Ankara'yı ziyaret etti.
O tarihte yapılan bir halkoylamasına göre Türkiye'de her 100 vatandaştan 80'i, Amerika'nın bu toprakları işgal edeceğini düşünüyordu.
Konuya ve ziyarete ilişkin olarak Fridman'ın gazetesinde aynen şu cümlelerle bir analiz-haber yayınlanmıştı:
"Türkiye'nin yalnız bırakılmaması gerekiyor.
Aksi taktirde ülkede milliyetçi duygular kabarıyor.
Powell, ziyaretiyle Washginton'un, Ankara'yı terk etmeyeceğinin mesajını verecek."
Powell'ın ziyaretinin ardından, çok sular aktı köprülerin altından ve işte bu günlere geldik. Bir Başbakan'ın tarihte ilk kez hahambaşını ziyaret ettiğini, onun ayağına gittiğini gördük.
Heybeliada Ruhban Okulu'nun açılmasına ramak kaldığını gördük.
21.000 kilisenin son 1 yıl içinde açıldığını ve 150 bin misyonerin ülke topraklarında cirit attığını yaşadık.
İşte tüm bunlar Fethullah Gülen'in açtığı "engin hoşgörü ikliminde" ve AKP hükümetinin siyasi himayesi altında gerçekleşiyor.
Friedman da köşesinde, mutluluktan havalara uçuyor.
Yahudi yazar Türkiye'nin "kimyasının" değiştiğinden ve bu "kimyanın" emin ellere teslim edildiğinden o kadar emin ki, katılım masraflarını dahi üstlenmekten bahsediyor, bahsedebiliyor.
Erbakan'dan Erdoğan'a: Yeni bir şey yok
Erbakan hükümeti, İsrail'in Türkiye üzerinde etkinliğini en çok artırdığı "devir" olmuştu. Biliyorsunuz o dönemde yapılmış anlaşmalardan hala açıklanmayanları var.
Görünen o ki, bu hükümetin en büyük icraatı da ülkenin İsrail'e bütün olarak teslim edilmesi olacak. Çünkü Dışişleri'nin en iyi bildiği şey, Yahudi lobileri üzerinden siyaset yapmak...
İsrail merkezli politikaların ise elbette bir bedeli var ve Telaviv bunu santim santim koparıyor.
Manavgat suyu, İncirlik'in Amerikalılara tahsisi yoluyla K. Irak'ta İsrail projelerine destek ve nihayet emin olun Kıbrıs'ta atılan her adımda da aynı "adresin" parmağı var.
Eğer hükümet az buçuk geri adım atıyorsa, bu, Türkiye'nin "özgün" dış politikasından değil, İsrail'in tercihlerinden kaynaklanıyor.
Çünkü Telaviv Kıbrıs'ın bütün olarak AB'ye bağlanmasını istemiyor.
İşte geldiğimiz liman bu. Yahudi asıllı yazarı sevinçten çılgına çeviren şeyler görüyorsunuz, bir başlık değil, say say bitmiyor.
Ahmet Erimhan / diğer yazıları
- Sahili olmayan umman / 14.04.2022
- Ümit Özdağ, Hüseyin Baş… Uzaklarda Arama / 09.06.2021
- Ümit Özdağ, Hüseyin Baş… Uzaklarda Arama / 06.06.2021
- Birlik ve beraberlik ölümden başka her şeyi yener / 17.05.2021
- Ermeni Meselesi ve Gerçekler / 25.04.2021
- Osmanlı İslamı / 18.04.2021
- Sensizlik, benim şiirim / 11.04.2021
- Fikirlerin halledemediği davaları kan halleder / 04.04.2021
- Dünya bir leştir, taliplileri köpektir! / 28.03.2021
- Rüzgâr eken fırtına biçer / 23.03.2021
- Ümit Özdağ, Hüseyin Baş… Uzaklarda Arama / 09.06.2021
- Ümit Özdağ, Hüseyin Baş… Uzaklarda Arama / 06.06.2021
- Birlik ve beraberlik ölümden başka her şeyi yener / 17.05.2021
- Ermeni Meselesi ve Gerçekler / 25.04.2021
- Osmanlı İslamı / 18.04.2021
- Sensizlik, benim şiirim / 11.04.2021
- Fikirlerin halledemediği davaları kan halleder / 04.04.2021
- Dünya bir leştir, taliplileri köpektir! / 28.03.2021
- Rüzgâr eken fırtına biçer / 23.03.2021