Geçtiğimiz Aralık ayındaki Kopenhag zirvesinde 2004 Mayıs'ında resmen AB üyesi olacakları açıklanan 10 ülke, Yunanistan'ın başkenti Atina'da 16 Nisan'da düzenlenen törenle üyelikleriyle ilgili imzalarını attılar. İmza töreninde Türkiye Atina Büyükelçisi Yiğit Alpoga temsil etti. Türkiye'de kimi kalemşörler, bu törende Türkiye'nin yeralmamasının hüzün verici olduğunu iddia ettiler. Acaba öyle mi?
Zirvede yapılan konuşmalarda öne çıkartılan düşünceler, Türkiye'nin AB'ye girmesinin ne kadar zor olacağına da işaret ediyor. Konuşmalardan bir demet sunalım: "Berlin Duvarı şimdi yıkıldı", "Rüya gerçek oldu", "İşte Avrupa bu"... Bu sözlerin anlamı açık. AB üyeleri bu işe "siyaseten ve ekonomik olarak bakmıyorlar, bu meseleyi kültürel ve dini birleşmenin bir tezahürü olarak" değerlendiriyorlar.
10 yıl önce, 10 yıl sonraTürkiye, AB'nin selefi AET'nin kurulduğu tarih olan 1957'den iki yıl sonra 1959'da Avrupa Kulubü'ne üye olmak için girişimlerde bulunmaya başlamıştı. 1963'te de Yunasitan ile paralel olarak ilk anlaşmayı, Ankara Anlaşması'nı imzalamıştık. Yunanistan, 1967 ile 74 yılları arasında tüm dünyanın tepkisini çeken "askeri idare" altında olduğu için AET ile bağlarını koparmıştı. Türkiye ise aynı süreçte iki adet önemli protokol imzalamıştı. Yunanistan, 1974'te Karamanlis'in işbaşına gelmesiyle birlikte İngilizlerin "olağanüstü" desteğiyle 1981'de Avrupa Topluluğu'na tam üye oldu. Türkiye'ye ise kimse destek vermemişti. Destek bir yana hep engel çıkarılmıştı. İngiltere eski Başbakanı Thatcher'in Özal'a söylediği şu sözler manidardır: "Kesinlikle AT'ye tam üye olmak için başvurmayınız."
Doğu Bloku yıkıldı1989'da Doğu Bloku ülkeleri, Sovyetler'in boyunduruğundan kurtuldu. Doğu Avrupa'yı "Lebensraum-yaşam alanı' olarak telakki eden Almanya'ya gün doğmuştu. Almanya, 1991'de Maastricht Anlaşması ile Avrupa Birliği adını alan teşkilatın doğuya doğru genişlemesi için vakit kaybetmeden girişimlere başladı. Sonuçta Avrupa Birliği'nin genişleme sürecinin temelleri on yıl önce 1993 yazında Kopenhag'da atıldı. Avrupalı liderler bu zirvede, tüm aday ülkelerin yerine getirmek zorunda olduğu Kopenhag kriterlerini belirledi. Siyasi alanda istikrar, demokrasi, hukuk devleti ve insan haklarına saygı; ekonomik alanda işleyen bir piyasa ekonomisine sahip olmak. AB, 1993 Kopenhag Zirvesi'nde, bu kriterleri yerine getiren tüm Doğu ve Orta Avrupa ülkelerine kapısının açık olduğu mesajını verdi.
O dönemde Polonya, Macaristan ve dönemin Çekoslavakya'sı ile Avrupa Anlaşması adı verilen ve bağlayıcılığı olmayan katılım perspektifi sunan belgeler imzalandı. 1993 yılında Bulgaristan ve Romanya ile Ortaklık Anlaşması imzalandı, onları 1995'te Baltık ülkeleri Estonya, Letonya ve Litvanya ve 1996'da Slovenya izledi.
Hepsini topluca kabul ettilerEski komünist Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin yanında Birlik'e girmek isteyen üç ülke daha vardı: Resmi aday statüsü kazanan Kıbrıs ve Malta ile her aşamada çifte standartlarla karşılaşan Türkiye. Bu noktada Avrupa'da bir soru ön plana çıktı: Üye olmak isteyen ülkeler belli gruplara ya da zaman dilimlerine ayrılarak mı kabul edilecekti, yoksa sürece bütün ülkelerle aynı anda başlayıp kabul tarihine her birinin gösterdiği ilerlemeye göre mi karar verilecekti. Sorunun cevabı ancak 1998 yılında açıklığa kavuştu. AB, 12 ülke ile aynı anda tam üyelik müzakerelerini başlattı, ancak Türkiye bilinçi olarak dışarıda bırakıldı. Açıkca ABD'de ırk ayrımının yapıldığı yıllarda zincilere yapılan muamelenin bir benzerini görüyorduk.
Kohl'ün Avrupa politikasıBu kararın arkasında yer alan en önemli isimlerden biri dönemin Almanya Başbakanı Helmut Kohl idi. Onaltı yıllık iktidarının ardından Kohl, Avrupa politikasını şu sözlerle tanımlıyordu: "Siyasi ilham ve görev benim için aynı zamanda ileriyi düşünme anlamına geliyor. Ve bu ileri görüşlülük benim için şunu da kapsıyor: Biz, bugünün AB'nin Avrupalıları, Avrupa'nın parçası olmayı hedefleyen Orta, Doğu ve Güneydoğu Avrupa ülkelerine verdiğimiz sözleri tutmalıyız."
Ancak bu sözleri tutabilmek, 25 ve ileride belki daha fazla ülkeyle işlerliğini sürdürebilmek için Avrupa'nın kendisi de reform sürecinden geçmek zorundaydı. Bu bağlamda örneğin, kararlarda oybirliği ilkesinin sürdürülemeyeceği açıktı. Her devletin neredeyse tüm alanlarda veto hakkına sahip olması, AB'nin karar alma sürecini felç edecekti. Tarıma devlet destekleri de çetin tartışma konuları arasındaydı. Aday ülkelerin çoğunun ekonomisinde tarım büyük yer tuttuğu için çiftçilere yönelik yüksek ödemeler gelecekte Avrupa kasasını enkaz haline getirecekti.
Gündem 2000 Stratejisi ve Nice Zirvesi
AB'yi genişlemeye hazırlama yönünde ilk önemli adım 1997 yılında Berlin'deki zirvede atıldı. Burada onaylanan Gündem 2000 Stratejisi, üç yıl sonraki Nice Zirvesi'nin temelini oluşturdu. Almanya Başbakanı Gerhard Schröder, 2000 yılı haziranında Güney Fransa'ya gittiğinde üzerindeki beklentilerin yol açtığı baskının bilincindeydi: "Onbeşler Avrupası kendisini 2002 yılına, 2003 yılı başına kadar yeni üyeleri bünyesine almaya hazır hale getirecektir. Bu üstlendiğimiz ve Nice Zirvesi'nde yerine getirmek zorunda olduğumuz yükümlülüktür.''Ancak Nice zirvesi, uzun süren maraton oturumlarla eziyete dönüştü. Gerçi planlanan reformların çoğu üzerinde uzlaşma sağlandı. Ancak asıl önemli sorular açıkta kaldı, özellikle de tarım sübvansiyonları konusu. Avrupalı liderler bu sorunu ancak 2002 sonbaharında Brüksel'deki zirvede çözüme kavuşturdular. Tarım destekleri için bir üst sınır belirlendi ve aday ülkelerdeki çiftçilere yapılacak ödemelerin yavaş yavaş ve kademeli olarak yükseltilmesine karar verildi.
Genişleme önündeki
engeller kalktı
Böylelikle genişleme önündeki son iç engeller de kaldırılmış oldu. 2002 Aralık'ına kadar aday ülkelerin ev ödevlerini büyük ölçüde yaptıkları sonucuna varıldı. Avrupa Komisyonu'nun genişlemeden sorumlu üyesi Günter Verheugen, 10 ülkenin üyeliklerini şu sözlerle tavsiye ediyordu: "10 ülke bunu haketti. İnanılmaz derecede zor ve iddialı katılım koşullarını yerine getirme işini kendi güçleriyle başardılar!'' Aslında bu sözler gerçeği yansıtmıyordu. AB'ye kabul edilen ülkelerden hiçbiri Kopenhag Kriterleri'ni tam olarak yerine getirmemişti.
2002 Aralık ayındaki Kopenhag Zirvesi'nde bir sonraki genişleme halkası da planlandı. İlk genişleme halkasının dışında kalan Bulgaristan ve Romanya'ya 2007 tarihi verildi. Türkiye ve Hırvatistan'a ise tam üyelik perspektifi açık bırakıldı. Türkiye ile tam üyelik müzakerelerine ne zaman başlanacağı, 2004 yılında yapılacak değerlendirmeyle belirlenecek. Hırvatistan ise AB yönünde somut adımları atmada gecikmesine rağmen reform sürecinde hızla ilerliyor. Bu aşamada da kesin olan bir şey var... Hırvatistan da girecek ama Türkiye yine uyutulacak!
AB açısından zorlu bir dönem
Genişleme sürecinin 16 Nisan'da tamamlanan ilk halkası AB açısından zorlu bir döneme işaret ediyor. Ancak buna rağmen AB'nin kapıları, 10 ülkenin resmen tam üye olacağı 1 Mayıs 2004'ten sonra da açık kalacak. Almanya Dışişleri Bakanı Joschka Fischer, genişleme sürecine eleştirel yaklaşanlara şu sözlerle karşı çıkıyor: "Güvenlik ve ekonomik büyümede elde ettiklerimiz parayla ölçülemez. Bu yüzden genişleme bizim çıkarımızadır, çocuklarımızın ve torunlarımızın çıkarınadır."
Türkiye bu sürece dahil mi? Zannetmem! Maalesef Türkiye için söylenen tek olumlu söz yok...
Zirvede yapılan konuşmalarda öne çıkartılan düşünceler, Türkiye'nin AB'ye girmesinin ne kadar zor olacağına da işaret ediyor. Konuşmalardan bir demet sunalım: "Berlin Duvarı şimdi yıkıldı", "Rüya gerçek oldu", "İşte Avrupa bu"... Bu sözlerin anlamı açık. AB üyeleri bu işe "siyaseten ve ekonomik olarak bakmıyorlar, bu meseleyi kültürel ve dini birleşmenin bir tezahürü olarak" değerlendiriyorlar.
10 yıl önce, 10 yıl sonraTürkiye, AB'nin selefi AET'nin kurulduğu tarih olan 1957'den iki yıl sonra 1959'da Avrupa Kulubü'ne üye olmak için girişimlerde bulunmaya başlamıştı. 1963'te de Yunasitan ile paralel olarak ilk anlaşmayı, Ankara Anlaşması'nı imzalamıştık. Yunanistan, 1967 ile 74 yılları arasında tüm dünyanın tepkisini çeken "askeri idare" altında olduğu için AET ile bağlarını koparmıştı. Türkiye ise aynı süreçte iki adet önemli protokol imzalamıştı. Yunanistan, 1974'te Karamanlis'in işbaşına gelmesiyle birlikte İngilizlerin "olağanüstü" desteğiyle 1981'de Avrupa Topluluğu'na tam üye oldu. Türkiye'ye ise kimse destek vermemişti. Destek bir yana hep engel çıkarılmıştı. İngiltere eski Başbakanı Thatcher'in Özal'a söylediği şu sözler manidardır: "Kesinlikle AT'ye tam üye olmak için başvurmayınız."
Doğu Bloku yıkıldı1989'da Doğu Bloku ülkeleri, Sovyetler'in boyunduruğundan kurtuldu. Doğu Avrupa'yı "Lebensraum-yaşam alanı' olarak telakki eden Almanya'ya gün doğmuştu. Almanya, 1991'de Maastricht Anlaşması ile Avrupa Birliği adını alan teşkilatın doğuya doğru genişlemesi için vakit kaybetmeden girişimlere başladı. Sonuçta Avrupa Birliği'nin genişleme sürecinin temelleri on yıl önce 1993 yazında Kopenhag'da atıldı. Avrupalı liderler bu zirvede, tüm aday ülkelerin yerine getirmek zorunda olduğu Kopenhag kriterlerini belirledi. Siyasi alanda istikrar, demokrasi, hukuk devleti ve insan haklarına saygı; ekonomik alanda işleyen bir piyasa ekonomisine sahip olmak. AB, 1993 Kopenhag Zirvesi'nde, bu kriterleri yerine getiren tüm Doğu ve Orta Avrupa ülkelerine kapısının açık olduğu mesajını verdi.
O dönemde Polonya, Macaristan ve dönemin Çekoslavakya'sı ile Avrupa Anlaşması adı verilen ve bağlayıcılığı olmayan katılım perspektifi sunan belgeler imzalandı. 1993 yılında Bulgaristan ve Romanya ile Ortaklık Anlaşması imzalandı, onları 1995'te Baltık ülkeleri Estonya, Letonya ve Litvanya ve 1996'da Slovenya izledi.
Hepsini topluca kabul ettilerEski komünist Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin yanında Birlik'e girmek isteyen üç ülke daha vardı: Resmi aday statüsü kazanan Kıbrıs ve Malta ile her aşamada çifte standartlarla karşılaşan Türkiye. Bu noktada Avrupa'da bir soru ön plana çıktı: Üye olmak isteyen ülkeler belli gruplara ya da zaman dilimlerine ayrılarak mı kabul edilecekti, yoksa sürece bütün ülkelerle aynı anda başlayıp kabul tarihine her birinin gösterdiği ilerlemeye göre mi karar verilecekti. Sorunun cevabı ancak 1998 yılında açıklığa kavuştu. AB, 12 ülke ile aynı anda tam üyelik müzakerelerini başlattı, ancak Türkiye bilinçi olarak dışarıda bırakıldı. Açıkca ABD'de ırk ayrımının yapıldığı yıllarda zincilere yapılan muamelenin bir benzerini görüyorduk.
Kohl'ün Avrupa politikasıBu kararın arkasında yer alan en önemli isimlerden biri dönemin Almanya Başbakanı Helmut Kohl idi. Onaltı yıllık iktidarının ardından Kohl, Avrupa politikasını şu sözlerle tanımlıyordu: "Siyasi ilham ve görev benim için aynı zamanda ileriyi düşünme anlamına geliyor. Ve bu ileri görüşlülük benim için şunu da kapsıyor: Biz, bugünün AB'nin Avrupalıları, Avrupa'nın parçası olmayı hedefleyen Orta, Doğu ve Güneydoğu Avrupa ülkelerine verdiğimiz sözleri tutmalıyız."
Ancak bu sözleri tutabilmek, 25 ve ileride belki daha fazla ülkeyle işlerliğini sürdürebilmek için Avrupa'nın kendisi de reform sürecinden geçmek zorundaydı. Bu bağlamda örneğin, kararlarda oybirliği ilkesinin sürdürülemeyeceği açıktı. Her devletin neredeyse tüm alanlarda veto hakkına sahip olması, AB'nin karar alma sürecini felç edecekti. Tarıma devlet destekleri de çetin tartışma konuları arasındaydı. Aday ülkelerin çoğunun ekonomisinde tarım büyük yer tuttuğu için çiftçilere yönelik yüksek ödemeler gelecekte Avrupa kasasını enkaz haline getirecekti.
Gündem 2000 Stratejisi ve Nice Zirvesi
AB'yi genişlemeye hazırlama yönünde ilk önemli adım 1997 yılında Berlin'deki zirvede atıldı. Burada onaylanan Gündem 2000 Stratejisi, üç yıl sonraki Nice Zirvesi'nin temelini oluşturdu. Almanya Başbakanı Gerhard Schröder, 2000 yılı haziranında Güney Fransa'ya gittiğinde üzerindeki beklentilerin yol açtığı baskının bilincindeydi: "Onbeşler Avrupası kendisini 2002 yılına, 2003 yılı başına kadar yeni üyeleri bünyesine almaya hazır hale getirecektir. Bu üstlendiğimiz ve Nice Zirvesi'nde yerine getirmek zorunda olduğumuz yükümlülüktür.''Ancak Nice zirvesi, uzun süren maraton oturumlarla eziyete dönüştü. Gerçi planlanan reformların çoğu üzerinde uzlaşma sağlandı. Ancak asıl önemli sorular açıkta kaldı, özellikle de tarım sübvansiyonları konusu. Avrupalı liderler bu sorunu ancak 2002 sonbaharında Brüksel'deki zirvede çözüme kavuşturdular. Tarım destekleri için bir üst sınır belirlendi ve aday ülkelerdeki çiftçilere yapılacak ödemelerin yavaş yavaş ve kademeli olarak yükseltilmesine karar verildi.
Genişleme önündeki
engeller kalktı
Böylelikle genişleme önündeki son iç engeller de kaldırılmış oldu. 2002 Aralık'ına kadar aday ülkelerin ev ödevlerini büyük ölçüde yaptıkları sonucuna varıldı. Avrupa Komisyonu'nun genişlemeden sorumlu üyesi Günter Verheugen, 10 ülkenin üyeliklerini şu sözlerle tavsiye ediyordu: "10 ülke bunu haketti. İnanılmaz derecede zor ve iddialı katılım koşullarını yerine getirme işini kendi güçleriyle başardılar!'' Aslında bu sözler gerçeği yansıtmıyordu. AB'ye kabul edilen ülkelerden hiçbiri Kopenhag Kriterleri'ni tam olarak yerine getirmemişti.
2002 Aralık ayındaki Kopenhag Zirvesi'nde bir sonraki genişleme halkası da planlandı. İlk genişleme halkasının dışında kalan Bulgaristan ve Romanya'ya 2007 tarihi verildi. Türkiye ve Hırvatistan'a ise tam üyelik perspektifi açık bırakıldı. Türkiye ile tam üyelik müzakerelerine ne zaman başlanacağı, 2004 yılında yapılacak değerlendirmeyle belirlenecek. Hırvatistan ise AB yönünde somut adımları atmada gecikmesine rağmen reform sürecinde hızla ilerliyor. Bu aşamada da kesin olan bir şey var... Hırvatistan da girecek ama Türkiye yine uyutulacak!
AB açısından zorlu bir dönem
Genişleme sürecinin 16 Nisan'da tamamlanan ilk halkası AB açısından zorlu bir döneme işaret ediyor. Ancak buna rağmen AB'nin kapıları, 10 ülkenin resmen tam üye olacağı 1 Mayıs 2004'ten sonra da açık kalacak. Almanya Dışişleri Bakanı Joschka Fischer, genişleme sürecine eleştirel yaklaşanlara şu sözlerle karşı çıkıyor: "Güvenlik ve ekonomik büyümede elde ettiklerimiz parayla ölçülemez. Bu yüzden genişleme bizim çıkarımızadır, çocuklarımızın ve torunlarımızın çıkarınadır."
Türkiye bu sürece dahil mi? Zannetmem! Maalesef Türkiye için söylenen tek olumlu söz yok...
Recep Bahar / diğer yazıları
- ABD harika bir ekonomiye mi sahip? / 14.08.2018
- Ne yapmalı? / 13.08.2018
- Komşunla kavga et uzaklarda pazar ara! / 02.02.2016
- Diyarbakır'da kilise-ev faktörü! / 01.02.2016
- Çin ekonomisi alarm mı veriyor? / 20.01.2016
- Büyük İsrail yolunda sıra İran'da / 19.01.2016
- Terör Sultanahmet bölgesini sıfırla çarptı / 15.01.2016
- Sultanahmet'in şifreleri / 13.01.2016
- Türkiye ile Suudi Arabistan ne zaman papaz olacak? / 09.01.2016
- Ekonomik çöküşü bir de buradan seyredin / 05.01.2016
- Ne yapmalı? / 13.08.2018
- Komşunla kavga et uzaklarda pazar ara! / 02.02.2016
- Diyarbakır'da kilise-ev faktörü! / 01.02.2016
- Çin ekonomisi alarm mı veriyor? / 20.01.2016
- Büyük İsrail yolunda sıra İran'da / 19.01.2016
- Terör Sultanahmet bölgesini sıfırla çarptı / 15.01.2016
- Sultanahmet'in şifreleri / 13.01.2016
- Türkiye ile Suudi Arabistan ne zaman papaz olacak? / 09.01.2016
- Ekonomik çöküşü bir de buradan seyredin / 05.01.2016