Suriye'deki iç savaşın ve kaosun bitmesi için atılan en önemli adımlardan biri Astana sürecidir. Astana'da Rusya, Türkiye ve İran, Suriye'de barışın sağlanması ve akan kanın durması için önemli çalışmalara imza attılar. Atmaya da devam ediyorlar.
İdlib'in teröristlerden arındırılmasıyla ilgili yapılan son anlaşma da Astana sürecinin bir neticesiydi.
Gelinen nokta itibariyle ABD, bu süreçten rahatsız. ABD'nin Suriye özel temsilcisi James Jeffrey açıkça bu sürece karşı çıkıyor ve "Astana süreci artık sona ermeli, bu süreç çok tuhaf bir hal aldı" diyor.
Adama sorarlar, "Size ne kardeşim? Astana sizin izninizle mi yürütülüyor ki, sizin restinizle bitirilsin?"
Amerika kendi kontrolleri dışında Suriye'de bazı adımlar atılmasını, bazı anlaşmalar yapılmasını, hele hele Rusya ve İran gibi iki düşman ülkenin, Türkiye gibi "düşmanların safında yer alan müttefikleriyle" birlikte attığı adımlar Washington'u rahatsız ediyor.
Etsin, sorun değil.
Suriye'de akan kanın sorumlusu Amerika'dır.
Ortadoğu'nun her adım başı diktatörlerle doluyken, bir anda "Suriye'de baskı ve diktatörlük var, bu ülkeye demokrasi ve insan haklarını getirmek lazım, reform yapmak lazım" diyerek, "Suriye iç savaşının düğmesine basan" Amerika'nın kendisi.
Suriye iç savaşının ilk günlerinde, 2011 yılında şöyle yazmışım, aynen aktarıyorum:
"Malumunuz, Suriye Arap Birliği'nden çıkartıldı. Çıkartılmasının sebebi ise ülkesinde reformları uygulamaması, halka baskı yapması.
Yani Suriye'ye "Ey Esad! Sen diktatörsün. Artık değişim zamanı!" dediler.
Batının isteği doğrultusunda bu kararı alan Arap Birliği ülkelerinin yönetiminde bulunanlar nasıl kişiler acaba?
İnceleyelim:
Ürdün Kralı Abdullah, reform isteyen göstericilere sert müdahalelerde bulunuyor. ABD yanlısı diktatör kral.
Suudi Arabistan Kralı Abdullah Bin Abdülaziz, Amerika kontrolündeki ülkesinde her türlü baskıyı uyguluyor. Ceza evleri muhalif dolu. İşkencenin envai çeşidi var. Tam bir diktatörlük.
Bahreyn Kralı Hamad Bin İsa El Halife de zalim bir diktatör. Ehli Beyt taraftarlarını sinek gibi öldürtüyor, camileri dozerlerle yıktırıyor.
Katar Kralı El Thani de Arap diktatörlerden. Ülkeyi demir yumrukla yönetiyor. 2013'de seçimlerin yapılacağını "lütfen!" açıkladı.
Birleşik Arap Emirlikleri Kralı Halife Bin Zayed El Nahyen dünyanın en zengin şeyhi. Halkın parasıyla saltanat sürüyor. Amerika'nın emir eri bir diktatör.
Umman Kralı Kabus Bin Said de modern diktatörlerden. Krala bağlı kukla bir hükümet var. Reform isteyen göstericilerin üzerine direkt ateş açılıyor. Ölenlerin sayısı belli değil.
Yemen Cumhurbaşkanı Ali Abdullah Salih sözde Cumhurbaşkanı ama o da diktatör. Arkasında bir başka diktatör olan Abdullah Bin Abdülaziz var. Yaralanmasına rağmen ülkesine döndü halkı ezmeye kaldığı yerden devam ediyor.
Kuveyt Kralı Essabah her şeyiyle ABD'ye teslim olmuş bir diktatör. Ülkesinde siyonist İsrail'i protesto edenleri bile hapse tıkmakla mahir.
Listeyi uzatmaya gerek yok. Cezayir, Fas, Moritanya, Cibuti, Komor gibi her şey kralların iki dudağı arasında olan diktatör rejimler de "Suriye yönetimi için reform isteyen (!)" ülkeler arasında yer alıyor ve Arap Ligi'nden ihraç kararına imza atıyor. Hülasa bütün diktatörler toplanmış aralarındaki bir başka diktatörü sırf Haçlı dünyası istedi diye "insan haklarına saygılı değilsin!" bahanesiyle ihraç ediyor! Bütün dünya bu maskaralığı seyrediyor. Bunun adına da demokrasiyi tesis etmek deniliyor."
Evet, şimdi aradan 7 yıl geçti ve kana bulanmış Suriye'ye reform ve özgürlük getirme projesi yerine, Fırat'ın doğusunu ve batısını ele geçirip Kürt devleti kurmaya ramak kalan ve Türkiye'nin güvenliğini tehdit eden bir Amerika var karşımızda.
Ve bu tehdit kolay kolay bitmez.
Bu konuda sahip olmamız gereken en üst düzeyde dış politik bilinç "Amerika'ya asla ve asla güvenmemek!" olmalı.