Bu satırları yazarken Başbakan Davutoğlu canlı yayında konuşuyordu. Terörle mücadelede PKK'ya verilen savaşın ne kadar haklı olduğunu şu cümle ile anlatıyordu: "Dünyada hangi ülke devlet dışında silahlı güce izin verir?"
Sahi hangi ülke izin verir?
Türkiye!
Başbakan konuşurken PKK'nın Diyarbakır'ın Çınar ilçesi Emniyet Müdürlüğü'ne yaptığı saldırı haberi geldi. Bir polis, 5 vatandaş hayatını kaybetmişti. Davutoğlu, her gün asker ve polise saldıran PKK'ya karşı başka mücadele tarzı olmadığını anlatıyordu.
Ama aynı PKK ile çözüm süreci adı altında yaptıkları anlaşma sonucu, PKK'nın silahlı güçlerinin askeri karakolların etrafından ellerini kollarını sallayarak geçmelerine "Hangi devlet izin vermişti?" diye soranlara cevap vermiyor?
Davutoğlu bugün, "Devlet kendi silahlı güçleri dışında silahlı güce izin vermez" derken, dün o silahlı güçlere neden hiç dokunulmadığını, o silahlı güçlerin o dokunulmazlık zırhı içinde Güneydoğu'yu nasıl silah deposu haline getirdiğini açıklayamıyor.
PKK'nın kuruluşundan bu yana ulaştığı en büyük gücün meydana geldiği siyasi zemin bunun "bedelini" ödemelidir ve ödeyecektir.
Prof.Dr. Ünal Emiroğlu'nun önceki akşam Meltem TV'de yayınlanan Haber Ötesi programında dediği gibi "PKK'nın bu güce oluşmasının müsebbipleri, PKK'ya yardım ve yataklıktan" yargılanmalıdır.
Ama onlar hiçbir şey olmamış gibi sanki bu büyük gafleti Mars'tan gelen siyasetçiler yapmış gibi 'kahramanlık' havasında konuşmalar yapıyorlar.
Ve bugün bu 'gafil takımı', PKK'ya karşı devletin verdiği savaşta 'illegal yöntemlerle, hukuk dışı yöntemlerle' mücadele etmekle suçlanıyorlar. Oysa bizzat kendileri iktidarlarının şatafatlı yıllarında ve askere sövmenin fazilet sayıldığı o günlerde, Güneydoğu'da PKK'ya karşı savaşan onlarca subayı "insan haklarını ihlal etiniz, masum insanları öldürdünüz" diye zindanlara tıkmışlardı.
Şu Yüce Rabbimin işine bakın ki, şimdi aynı suçlamalara kendileri maruz kalıyorlar!
1100 akademisyen bir bildiriye imza atarak "devletin Güneydoğu'da kıyım yaptığını" söylüyor. Bu kıyımın siyasi sorumlusu olarak hükümeti suçluyorlar.
Bir ülkede bu kadar akademisyenin devlete yönelik böyle ağır hakaret ve suçlama içeren bir metne imza atması vahim olmakla birlikte, 15-20 yıl önce Doğu'da görev yapan askeri personeli aynı şekilde suçlayanların bugün o suçlamalara maruz kalması ibret verici.
Teröre karşı hiçbir zaman yüzde yüz meşru ve yasal zeminde mücadele yapamazsınız. Dünyada hiçbir ülke de bunu başaramaz. Mahalleleri, sokakları, evleri işgal etmiş terör gruplarına zeytin dalı uzatarak yaklaşamazsınız. Okulları, hastaneleri, kütüphaneleri yakan unsurlara karşı elbette kamu otoritesini ve halkın güvenliğini sağlayıcı tedbirleri almak zorundasınız.
Ama hükümet dün, bunu yapmak yerine akil adamlarla ülkenin her tarafın çıkarma yaparak bu silahlı güçlerin ne kadar iyi insanlar olduğuna inanmamızı istedi; Şimdi ise çoğu o akillerden olan aydınların yayınladığı bildiriye öfkeleniyor, "Neden açılım denilen sürece imza attınız?" diye soranlara kızıyor.
Ve hiç aynaya bakma yolunu seçmiyor.