Kars'ın Göle ilçesinden ilginç bir haber yansıdı gazetelere önceki gün. Habere göre, "doğrudan gelir desteği" almak üzere Kaymakamlığa giden köylüler Kaymakamlık binasına alınmadılar.
Göle Kaymakamı Alper Faruk Güngör'e göre köylüler tezek kokuyordu. Tezek kokan köylüler bu pis kokularla kamu binasına giremezlerdi!
Kaymakamlık binasının önüne polisler konuldu. Köylüler içeri alınmadı. Kendilerine "gidin yıkanın, temizlenin öyle gelin" denildi.
Koyduğu yasağı savunan Kaymakam Güngör şöyle diyor: "Özellikle yaz aylarında havaların sıcak olmasıyla Kaymakamlığın içi ahır gibi kokmaya başladı. Bunun önüne geçmek için yapabileceğimiz başka bir şey yok. Kaymakamlığın önüne güvenlik görevlileri koydurduk. Ahır ve tezek kokan bu insanları içeri aldırmıyoruz."
Kaymakamlığın yaptığı, kendi devlet anlayışı açısından gayet doğal: O jakoben bir Ankara bürokratıdır, devletin kapısını, devletin vatandaşına istediği zaman kapatma yetkisine sahiptir.
Çünkü vatandaşını, yani halkını, yani insanını tanıma ve özümseme kabiliyetinden yoksundur. Tezek kokan o Göle köylülerinin, Kaymakamlık binasına yaydıkları "tezek rayihası" arasındaki "Anadolu dokusunu Anadolu temizliğini" kavrama maharetine sahip değildir.
O köylü, gitmesek de, görmesek de bizim olan köylüdür.
O köylü, devleti devlet yapan, Kaymakamı da Kaymakam yapan köylüdür.
O köylü, Kaymakam'ın oturduğu makam koltuğunun arkasındaki yazıda yer alan "Köylü milletin efendisidir" cümlesinde yer alan köylüdür.
O köylü Anadoludur.
O köylü millettir.
O köylü insandır.
Kaymakam ise Anadolu'ya da, millete de, insana da uzak bir Ankara bürokratıdır.
Zira Ankara da kendi insanına uzaktır.
Ankara'nın yaptığı ile, Göle Kaymakamının yaptığı birbirinin aynısıdır:
Ankara'nın kendi insanına karşı temel bakışı, onu "kamu alanlarının" dışına itme mantığı üzerine kuruludur.
Vatandaşı "kamu binalarından" şu veya bu şekilde çıkartma mantığıdır bu çağdışı anlayış.
Üniversitede okuyan genç kızlarımızı başörtüsü takıyorlar diye, kamu binalarından kovan mantık bu mantıktır.
İmam-hatip liselerine "dinî eğitim görmek" için giden kızlarımızı dinî inançları gereği başlarını örtüyor diye polise coplattırıp "okul binalarından" atan da bu mantıktır.
7080 yaşına geldiği halde vatandaşına tek kelime Türkçe öğretmeyip, onun adliye koridorlarında Kürtçe derdini anlatmaktan başka çaresi kalmaması karşısında, "yallah dışarı" diyen de bu mantıktır.
Hastane acil servislerinde ağır hasta olarak bekleyen kendi vatandaşını "parası yok" diye muayene etmeyip kapı dışına koyan da bu mantıktır.
Asıl tezek kokan bu mantığın kendisidir.
Göle'deki köylü de, üniversitedeki bacımız da, adliyedeki Kürt vatandaş da, hastanedeki hastamız da "pırıl pırıl" kokmaktadır.
Onlar tertemiz insanlardır.
Onlar bu ülkenin baştacı yapması gereken birinci sınıf insanlardır.
Bugüne kadar bu ülkenin bağımsızlığı için savaşan gerçek vatanseverlerin torunlarıdır. Onları bugünün küreselci ve dışa bağımlı yöneticileri artık kendi "özlerine" yabancılaştılar. Devlet, baba olduğunu unutalı beri, Anadolu'ya gönderdiği bürokratlar Anadolu'nun "Ana" olduğunu unutalı beri ne kendi insanını tanıdılar, ne kendi ülkesini.
Devleti "köle" yapanlar, "Göle'deki" o misk ü amber kokusunu anlayamazlar.
Amerikan köylüsü rahat etsin diye şeker kanunu, tütün kanunu çıkaranlar, kendi köylülerinin kokusunu hissedemezler.
Sorun Ankara'da. Sorun Ankara'nın kendi köylüsünün, kendi insanının kokusuna da dokusuna da uzak kalmasında.
Sorun "insanı yaşat ki devlet yaşasın" felsefesinden uzak olan Ankara jakobenlerinde. Ama onlar da eninde sonunda bu millete hizmetkâr olacak. Az kaldı.