Yeni Mesaj: Hocam, Türkiye geçtiğimiz hafta Sayın Kara Kuvvetleri Komutanımız Yaşar Büyükanıt hakkında açılan davayı konuştu. Siz bu olayı genel anlamda nasıl değerlendirirsiniz, bu olayda amaçlanan şey nedir, bu hadisenin nasıl sonuçları olabilir?Prof. Dr. Haydar Baş: Yaşar Büyükanıt Paşa'nın meselesi aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin meselesidir. Yaşar Büyükanıt Paşa'yı ferd-i vahit olarak baktığınızda olayı değerlendirmek, ayrı bir husustur. TSK'nın doruk noktasında olan bir insanı ferd-i vahit değerlendirmek mümkün müdür? Şimdi, Sayın Büyükanıt Paşa'mız, TSK'nın en ön saflarda bugüne kadar mücadelesini veren, hak ettiği rütbeyi de elde eden bir insan. Ama, öyle odaklar var, öyle Türkiye'de denge noktaları var ki, Büyükanıt Paşa'nın temsil ettiği kurumu ve o kurumun içinde bulunduğu, onu ihata eden gücü, kuvveti, devleti kabul etmiyor. Doğrudan ortaya çıkıp da, o güç odakları, bizim hedefimizde Türkiye Cumhuriyeti devleti var, bizim hedefimizde Türk Silahlı Kuvvetleri var, onun için de biz bu şahsın üzerine gidiyoruz, demiyorlar. Olayı ferd-i vahit bir hadise olarak gösteriyor, hukukta suç olan, ceza çekmesi gereken fiilin kendisidir. O mantıkta biz hadiseye bakıyoruz. Binaenaleyh, bu Ahmet'tir Mehmet'tir, paşadır, profesördür, bununla bakmıyoruz, gibi bir takım masum maskelerin arkasına sığınılıyor. Ama, bu noktaya da bir anda gelinmedi ve gelinen bu nokta belki, birazdan ifade edeceğim kurum ve kuruluşların sonunu getirebilmek için bir başlangıcın nihai noktasıdır. Hadiseyi biz çok evveline taşımamız lazım. Evvela TSK ile oynayan bu irade sahipleri, evvelinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti'yle oynadılar. Ve Türk Devleti'nin zaafiyetini, acziyetini, hiçbirşey olmadığı intibaını Türk Milletine ve dünyaya deklare etmek istediler. Otuzbin insanın katili kabul edilen hadiseye ben objektif bakıyorum. Bir insanı alıp Türkiye Cumhuriyeti icraatının başında bulunan hükümete teslim ettiler. Siz bugüne kadar bunu arıyordunuz, işte biz de size onu getirdik, ne yaparsanız yapın. Tabii, o günün şartlarında böyle bir insanı emanet olarak alanlar, o günün hükümeti, onun muhakeme edilmesinin neticesinde otuzbin insana mukabil canının bir diyet olduğunu, kefaret olduğunu düşünemedi. Sen otuzbin insanı katledeceksin ve bu otuzbin insanı katlettiğin için de adil Türk mahkemesi önünde yargılanacaksın ve elbette de bunun karşılığında da hak ettiğin cezaya çarptırılacaksın. Bunu düşünemediler. Niye düşünemediler? O an Türkiye'de bir seçim vardı. Bir seçim atmosferi vardı. Biz nasıl olsa bunu kendimiz yakaladık, havasıyla seçime gireriz, bundan istifadeyle belki de iktidar oluruz, düşünüldü ve bu düşünce icraata konuldu. Ardından da hakikaten o düşünülen oldu. Teröristbaşı niye teslim edildi?Yani o teslim edilen insan, bir iktidar getirdi. Söylemede bir mahsuru yok Sayın Ecevit'e bu, iktidarı getirdi. Getirdi ama, onu teslim edenler, seçimden sonra, mahkemeden sonra, bunu siz idam edemezsiniz, haberiniz olsun mesajını verdiler. Teslim ettiği zaman vermedi. Onlar, iktidar edeceği şahıstan istediği tavizleri alacaklarını zannettiler. Ve fakat, zaman içerisinde, iktidar olan şahıs, yani Sayın Bülent Eecevit, teslim eden iradeye taviz vermedi, bu da bir gerçek. evet onunla seçimi aldı ama; istenileni de karşı tarafa vermedi. Sen mi vermezsin, adamı nerdeyse canlı toprağa gömeceklerdi hatırlarsanız. Burada, enteresan bir incelik var. Bizim zaten üzerinde duracağımız konu da bu. Bağımsız, egemen, devlet ve millet, elbette kendi yargısı önünde böyle bir faili muhakeme edecekti ve etti. Hukukun gereği olan cezaya da çarptırdı ve dedi ki: idam edilecek. İdam edilecek dediği gün bütün Avrupa ayağa kalktı, onu teslim eden irade ABD ayağa kalktı, bunu idam edemezsiniz dedi... Şimdi, eğer o fail idam edilirse Avrupa karşımızda, ABD karşımızda; idam edilmezse görüntüde yanımızda, dost olarak sahte tebessümlerle kolumuzda. Böyle bir görüntü var. Hatırlarsanız biz, o zaman da görüşümüzü beyan ettik; teslim alınan bu şahıs muhakeme edilmemesi lazımdı, durumun nezaketine binaen. Muhakeme edildi, Türk hukuku kararını, Türk iradesi kararını verdi. Yani devlet, kendi bağımsız erkleriyle olması gerekeni ortaya koydu. Bundan sonra devletin başındakilerin geri adım atması, onların zaafiyeti kabul edilmez. Kimin zaafiyeti kabul edilir? Temsil ettiği devletin zaafiyeti kabul edilir. Bundan sonra göreceksiniz, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin üzerine çok daha ciddi gelinecek ve artık bu olayla beraber bir insana verilen hükmü ki, icra edemiyor, bunda öyle korkulacak, irkilecek ne kaldı ki, düşüncesiyle birlikte hem siyasetin hem devletin hem milletin üzerine gelinecektir, ben bu yorumu gerek özel sohbetlerimde gerekse o gün yaptığımız topluma açık sohbetlerimde ifade etmiştim. Bu muhakeme edilmemeliydi, diye. Şimdi bu bir tarafa, o gün Türkiye Cumhuriyeti Devleti bu hükmü vermekle; vermekle diyorum çünkü hükmü infaz edemediği için devlet, kendi kendine o günün siyasetiyle golünü attı.1-0 Türkiye Cumhuriyeti Devleti mağlup duruma düştü. Şimdi, tabii, o koldan üzerimize gelenlerin, o şahsı Türk siyasetine teslim edenlerin maksat ve gayesi: Birinci gayesi az önce söylediğimiz gibi, biz teslim edelim bak ne muaazzam bir başarı ile bu adam yakalandı, densin ve bu adam oyla beraber taltif edilsin, ilerleyen süre içerisinde de iktidar olduklarında istediklerimiz yerine gelsin, içindi. Birinci maksat bu. İkinci maksat da, zaten biz bunu yaptırmayacağız, eğer varsa almamız gereken bir intikam böylece almış olacağız, idi. Dediğim gibi o gün sayın Bülent beyin dirayetli davranışı onlara bu imkanı vermedi ama, Bülent bey gol yemedi ama Türkiye Cumhuriyeti Devleti golü yedi. Alınan karar sümenaltı edildi. Peki, bugünle ne alakası var bunun? Yaşananlarla ilgisiDün, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin acziyetini fiilen gören güçler, bu devleti korumakla kollamakla görevli olan kurum ve kuruluşa bu sefer el atma; aynen devlet gibi aciz olduğunu dünyaya ispat etme gibi bir niyet belirdi. Bir düşünce belirdi. Ortaya çıktı. Tabii bütün bunlar olabilmek için, ortaya çıkabilmesi için, devet neticede bir kurumdur ama bu kurumu idare eden bir farklı kurum daha var. Siyasi iradedir. Siyasi iradenin niyet ve maksadı, devletin bütün icraatlarına yansır. Kurumlarında kendini gösterir. Eğer siyasi irade isterse A'yı B; B'yi C gösterebilir. Yapılması gerekeni nötr hale getirir veya hiç yaptırmaz veya yapılmaması gerekeni hayata geçirir. Şimdi sıra Türk Silahlı Kuvvetleri'ne gelince, o zaman buna müsaade edecek, buna müsamaha edecek, bunu hoş görecek bir siyasi iktidarın da olması gerektiğine inandı. Kim? Türkiye Cumhuriyeti Devleti'yle hesaplaşması olan, Türkiye Devleti'yle ezeli rekabeti olduğuna inanan irade ve güç. Bu güç kimdir? Topyekün Batı'dır. Batı ne diyor? Anadolu bizimdir. Türkler orada misafirdir. Anadolu coğrafyası Batı dünyasının coğrafyasıdır. Dolaysıyla onların geldiği ülke Orta Asya'dır. Bizim onlara göre bir projemiz vardır. Eninde sonunda onları geldikleri ülkeye göndereceğiz. İşte bu inançta olan topyekün Batı'dır. Bu ABD'dir. Bu, İngiltere'dir. Fransa'dır. Almanya'dır. İtalya'dır. Hülasa, hatırınıza ne gelerse, topyekün Batı budur. Zaten bunu görmeden bizim bu hadiselere çözüm bulmamız mümkün değil. Bu büyük bir hastalık. Siz bu hastalığı teşhis etmeden hastanın tedavi olduğunu gördünüz mü? Gidirsiniz, belki de bir ay bir teşhis süreci geçer; idrar tahlili, kan tahlili, bilmem filmlerdi, şuydu buydu... şu kadar zaman geçer, hastalık şu, denir. Ondan sonra da tedaviye başlanır. Biz de, bunu bu mantıkla ele almamızın nedeni hastalığı teşhis ediyoruz. Türk toplumuna, bu coğrafyanın insanı değilsin, inancıyla bakan bir dünya var. Ne hazin tecellidir ki, bu dünyanın içine girip bizim siyasilerimiz milleti kaybetmek istiyor. Yani, bu benzese benzese şuna benzer: Yılan kurbağaya çok meraklıdır. Onu yuttuğu zaman öyle eze eze hazmeder. İşte aynen onun yaptığı gibi bizi ezerek hazmettirmek istiyorlar. Binaenaleyh, bu düşüncede olan Batı ejderha gibi Türk toplumunu yutup bu coğrafyadan uzaklaştırmak isteyen Batı kendi mantalitesini hayata geçirmek üzere bir siyasi iradenin iktidar olması için anlaşmalar yaptı. Hatırlarsanız, biz bunu dört sene evvel her yerde bangır bangır bağırdık. Ama sözümüzü dinletemedik. ve bu irade iktidar oldu. Devletin insiyatifi, kanaati, idaresi, iradesi, hükmü vs. siyasi icraatın tavrı, haraketi şekliyle ortaya çıkacağına göre daha yapacak birşey kalmıyor.Irak meselesi...Bakıyorsunuz Kuzey Irak bölgesinde o günün şartlarında hatırlarsanız, -ki, Saddam idaresi vardı işgalden evvel- o dönemde TSK. sınırötesi harekat yapıyor. Musul'a, Kerkük'e, Erbil'e, işte o coğrafyaya gidiyor. Bilhassa Türkmenlerin olduğu bölgede koruma kollama vazifesi, hatırlarsanız yine kırmızı çizgileri var idi. İşgalden sonra siyaset de yerinde icraata başlayınca, sen ne ararsın sınırın bu tarafında, denilmek suretiyle buradaki kandaşlarına, ırkdaşlarına, dindaşlarına sahip çıkamazsın; buranın sahibi benim, hakiki sahibi benim, ta Okyanus'un ötesinden gelerek burnumuzun dibine komşu olanlar, Mehmetçiğin başına çuvalı geçirdi. Bir, devlet gol yedi; iki Asker gol yedi. Asker üzerine oyun başladı. Oyun zaten başlamıştı. Neden o zaman başlamıştı? O zaman başlamasının nedeni, devleti korumak ve kollamakla görevli iradenin sesi çıkmadı. Demokrasi zaafiyeti olur, ifratı olur, o kendilerine göre. Ama bana göre, o gün tavrını belirlemeli idiler. Bu belirlenmedi. Tabii, koruyan, kollayan bu tavrı takınınca bu sefer hedef, kendisi oldu. Siyaset, onu ayıktırıp, onu uyandırıp kendi şahsını nefs-i müdaafa adına koru ve kolla talimatı vermesi gerekirken, bir tanesi Hariciye Bakanı sıfatıyla Kayseri'ye gidiyor mantı yemeye; Başbakan sıfatıyla bir tanesi de Samsun'a bir açılışa gidiyor. Yani sanki ortada hiçbir şey olmamış, bu gelişmeler birşey değil dercesine hatta sayın Başbakana o gün soruluyor, Türkiye'nin daha mühim meseleleri var diyor. Sana bir gol daha. Etti, 2-0. Şimdi onun arkasından her türlü mesele gelebilir. Devletin, onu koruyan kurumun artık, insiyatifi ile oynanacak olan onuru, çok ciddi bir zede almıştır. Ve buna onu korumakla mükellef olan irade tepkisini ortaya koyamamıştır. Birinci harekette acziyetinden dolayı diyeceğiz, siyaset tepkisini koyup, Batı sen kim oluyorsun ki, adalet mekanızmasının verdiği karara müdahil olabiliyorsun, haydi defol, diyemediği için devletin acziyeti. İkincisi de, siyaset, sen benim başıma çuval geçirme gibi cüreti nasıl bulabilirsin deyip de sille çaktırsaydı, bu üçüncü gelişme olmayacaktı. Üçüncü gelişmede ne oldu? Ne olursa olsun, bahane beni ilgilendirmiyor. ben hadise üzerinde de durmuyorum. Beni işin hukuki safhası da ilgilendirmiyor.
Batı TSK'ya oyun oynuyorBeni ilgilendiren taraf, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne, Türk Silahlı Kuvvetleri'ne oynanan oyundur. Bu oyun, Batı kaynaklıdır. Ama figüran sensin bir başkası, o Allah ile kendi aralarında. Anladı, anlamadı. Gafletteydi, değildi. Yine Allah'la kendi arasında. Bana sorulur ise, ben, büyük bir yanlışın kasıtlı olarak yapıldığını da belki ispatlayabilirim. Vazifem değil benim, şu anda. Yüce millet bana o vazifeyi verirse, onu da ispatlarız. Şu anda ben o konumda değilim. Ama şu anda ben şu konumdayım; şu anda refüze edilmek istenilen, dağıtılmak istenilen, terhis edilmek istenilen bir güç var. O da nedir? TSK'dır. Neden? Çünkü hedefte Türkiye Cumhuriyeti Devleti var. Onun zevali bu kurumun zevali ile paraleldir. Bu paralellikte bu kurum zeval bulmadan, bu da zeval bulmaz. Şimdi üçüncü adım da atıldı. 3-0 oldu. Peki bundan sonraki gelişmeler nasıl olur? Bundan sonraki gelişmeler, hani bir söz vardır, bekleyelim görelim. Bundan sonraki gelişmeler, o Ermeni soykımı oldu diyenler, kaç yıl evvelinden konuyu dava ediyorlar, 90 küsür sene evvel olmuş bir hadiseyi günümüze taşıyarak ne diyorlar Türk Milleti o günün şartlarında Ermenilere soykırım yaptı. Diyorlar. Ve, ne demiş diyoruz biz, bunun arkasından tazminat talebi gelir, toprak talebi gelir vs. vs... aynı talep buradan da gelebilir. Zaafiyet mikrobunun bünyede olduğu ispatlanınca, kanser hücrelerinin vücuda yayıldığını adam görünce, henüz sen can çekişirken de morga gönderebilir seni. Ve atarlar. Demek isterim ki, burda gelinen nokta, yarın Güneydoğu'da vatani borcunu ifa için Silahlı Kuvvetlerin her kademesinde vazife yapmış şerefli Türk subayları, hatta paşaları, hatta erleri, siz soykırım yaptınız diye yargının önüne çıkabilirler. Şimdi, gidişat buna doğru. Bilmem anlatabildim mi? Ne olur bu işin sonu? Kurgu anlayışı ile yola çıkmadım. Mantığım ile olaya bakıyorum. Birinci golü yedik ses çıkmadı, ikinci golü yedik ses çıkmadı, üçüncü golü de yedik ses çıkmadı. 3-0 mağlubiyet. Ve 3-0 da bitmedi, daha ne sıfırlara gebe. Burada ne olması gerekir? Onu da isterseniz, ne olması gerektiğini bilen ve o vazifeyle yükümlü olanlara bırakalım, diyorum efendim...