Bir idareci önce kendi devletinin ve milletinin gücünü, kuvvetini ve aczini bilmeli, sonra da düşmanınkini. Bunu bilmeyen idareciler başarılı olamazlar. Başarılı olmaları şöyle dursun, idare ettikleri ülkeyi felaketten felakete sürüklerler. 'Savaş Sanatı' adlı kitabın yazarı Sun Tzu, bu gerçeği şöyle dile getirir: " Eğer düşmanını ve kendini biliyorsan, hiç bir savaşın sonucundan korkma. Eğer kendini biliyor, fakat düşmanını tanımıyorsan, iki savaşın birini kazanabilirsin. Eğer hem kendini, hemde düşmanını tanımıyorsan, her savaşta yenilirsin."
Bu girişten sonra şu soruyu soralım: Türkiye'yi idare edenler, Türk milletini hakkıyla tanıyorlar mı? Bence bu soruya verilecek en doğru cevap hayır olmalıdır. Çünkü idarecilerimiz Türk milletini hakkıyla tanımış olsalardı, dış güçlerin baskılarına bu şekilde boyun eğmezlerdi. ABD'nin tekliflerine bakınız. Bu tekliflerin hangisi Atatürk'ün idaresindeki bir Türkiye'ye yapılabilirdi? Onuda geçelim. Bu tekliflerle bağımsızlık yan yana konulabilir mi? Peki zaafiyet nerede? İsterseniz bu sorunun cevabını asırlar önce yaşamış islam alimi İbni Haldun'dan alalım. İbni Haldun der ki :"Devlet ancak devleti idare edecek insanlar sayesinde şevketli ve kudretli olur".
Kuvvetli bir devlet zayıf idarecilerin elinde zelil duruma düşebilir. Aynı şekilde zayıf bir devlet de kudretli dirayetli idarecilerin elinde, şan ve şerefini her hal-ü kârda koruyabilir. İşte bu sebebten dolayı Sosyal bilimciler, "akıllı düşman zayıf bile olsa fırsat bulup düşmanıyla çocukla oynar gibi oynar" demişler ve şöyle bir benzetme yapmışlardır: "Fil kuvvetini idrak edebilseydi, güçsüz, kuvvetsiz bakıcısına itaat etmezdi. At kendini bilseydi aciz ve acımasız binicisine binek olmazdı. Deve durumundan bıkmış, usanmış olsaydı, hiç bir zaman sıra sıra bir çocuğun arkasından gitmezdi."
Bu söylenenlere örnek İsrail'i gösterebiliriz. Yahudiler büyük devletleri emellerine ulaşmak için kullanmayı becermişlerdir. İngiltere'yi kullanarak israil devletini kurdular. Şimdi de ABD'ye Irak'ı işgal ettirip 'Arz-ı Mevud' idealine ulaşmak istiyorlar. Halbuki Sultan Abdulhamid Han, Yahudilerin bu idealini, henüz ortada müşahhas birşey yokken görmüştür. Bugün ise Türkiye'yi idare edenler, göz göre göre Yahudilerin bu idealine çanak tutuyorlar. Biz buna yine gaflet diyelim ve gafletin derecesini göstermek için İsrail'i ziyaret eden eski bir başbakanımızın şu sözlerini hatırlayalım: "Arz-ı Mevud'da yaşamak sizin hakkınızdır. Sizi bu haktan kimse mahrum edemez. Başka bir ülkede olsaydı, bunu diyen bir kişiyi değil başbakan, en küçük bir devlet memuru dahi yapmazlardı. Ama gel gör ki, Türkiye'de yaptılar. Onun içindir ki, güçlü bir Türkiye, dünyada güçsüz, zayıf ve aciz görünüyor.
içine düştüğümüz aczin boyutunu anlamamız için bazı nakiller yapalım. Necip Fazıl Kısakürek şöyle der: "Osmanlı Devleti, en zayıf zamanında bile patrik nüfusu diye birşey dinlememiş ve perişanlığın son mertebesindeki ikinci Mahmut zamanında bile meşhur patriği patrikhane kapısının önünde sallandırıvermiştir. Aynı ikinci Mahmut, Amerikan elçisini huzurundan kovmuştur. Ne halden, ne hale düştük. Şimdi Amerikan, elçileri Ankara'da sömürge Valisi edasıyla dolaşıyorlar. Böyle küstahlık yapanlara, Atatürk nasıl cevap vermişse, öyle cevap vermek gerekiyor. Haddini aşanlara, devleti idare edenler haddini bildirmelidirler. Unutmayalım, milletlerin milli şerefi ve haysiyeti vardır ki, bu herşeyin üstündedir. Bunu korumak için güç ve kuvvet kaçınılmaz olsaydı, atalarımız en güçsüz dönemde "ya istiklal ya ölüm" demezlerdi.
Bir milleti en iyi tanımanın yolu, o milletin tarihini bilmektir. Bundan dolayı idarecilerimize tarihimizi çok iyi bilmelerini ve öğrenmelerini tavsiye ediyoruz. Zira tarihini bilmeyen bir millet, hafızasını kaybetmiş bir insan gibidir. Romalı bir fikir adamının dediği gibi "mazisinden habersiz bir milletin çocuktan farkı yoktur" çocuk gibi olmayalım, Maziyi, hali ve istikbali birlikte düşünelim, birlikte değerlendirelim.
Bu girişten sonra şu soruyu soralım: Türkiye'yi idare edenler, Türk milletini hakkıyla tanıyorlar mı? Bence bu soruya verilecek en doğru cevap hayır olmalıdır. Çünkü idarecilerimiz Türk milletini hakkıyla tanımış olsalardı, dış güçlerin baskılarına bu şekilde boyun eğmezlerdi. ABD'nin tekliflerine bakınız. Bu tekliflerin hangisi Atatürk'ün idaresindeki bir Türkiye'ye yapılabilirdi? Onuda geçelim. Bu tekliflerle bağımsızlık yan yana konulabilir mi? Peki zaafiyet nerede? İsterseniz bu sorunun cevabını asırlar önce yaşamış islam alimi İbni Haldun'dan alalım. İbni Haldun der ki :"Devlet ancak devleti idare edecek insanlar sayesinde şevketli ve kudretli olur".
Kuvvetli bir devlet zayıf idarecilerin elinde zelil duruma düşebilir. Aynı şekilde zayıf bir devlet de kudretli dirayetli idarecilerin elinde, şan ve şerefini her hal-ü kârda koruyabilir. İşte bu sebebten dolayı Sosyal bilimciler, "akıllı düşman zayıf bile olsa fırsat bulup düşmanıyla çocukla oynar gibi oynar" demişler ve şöyle bir benzetme yapmışlardır: "Fil kuvvetini idrak edebilseydi, güçsüz, kuvvetsiz bakıcısına itaat etmezdi. At kendini bilseydi aciz ve acımasız binicisine binek olmazdı. Deve durumundan bıkmış, usanmış olsaydı, hiç bir zaman sıra sıra bir çocuğun arkasından gitmezdi."
Bu söylenenlere örnek İsrail'i gösterebiliriz. Yahudiler büyük devletleri emellerine ulaşmak için kullanmayı becermişlerdir. İngiltere'yi kullanarak israil devletini kurdular. Şimdi de ABD'ye Irak'ı işgal ettirip 'Arz-ı Mevud' idealine ulaşmak istiyorlar. Halbuki Sultan Abdulhamid Han, Yahudilerin bu idealini, henüz ortada müşahhas birşey yokken görmüştür. Bugün ise Türkiye'yi idare edenler, göz göre göre Yahudilerin bu idealine çanak tutuyorlar. Biz buna yine gaflet diyelim ve gafletin derecesini göstermek için İsrail'i ziyaret eden eski bir başbakanımızın şu sözlerini hatırlayalım: "Arz-ı Mevud'da yaşamak sizin hakkınızdır. Sizi bu haktan kimse mahrum edemez. Başka bir ülkede olsaydı, bunu diyen bir kişiyi değil başbakan, en küçük bir devlet memuru dahi yapmazlardı. Ama gel gör ki, Türkiye'de yaptılar. Onun içindir ki, güçlü bir Türkiye, dünyada güçsüz, zayıf ve aciz görünüyor.
içine düştüğümüz aczin boyutunu anlamamız için bazı nakiller yapalım. Necip Fazıl Kısakürek şöyle der: "Osmanlı Devleti, en zayıf zamanında bile patrik nüfusu diye birşey dinlememiş ve perişanlığın son mertebesindeki ikinci Mahmut zamanında bile meşhur patriği patrikhane kapısının önünde sallandırıvermiştir. Aynı ikinci Mahmut, Amerikan elçisini huzurundan kovmuştur. Ne halden, ne hale düştük. Şimdi Amerikan, elçileri Ankara'da sömürge Valisi edasıyla dolaşıyorlar. Böyle küstahlık yapanlara, Atatürk nasıl cevap vermişse, öyle cevap vermek gerekiyor. Haddini aşanlara, devleti idare edenler haddini bildirmelidirler. Unutmayalım, milletlerin milli şerefi ve haysiyeti vardır ki, bu herşeyin üstündedir. Bunu korumak için güç ve kuvvet kaçınılmaz olsaydı, atalarımız en güçsüz dönemde "ya istiklal ya ölüm" demezlerdi.
Bir milleti en iyi tanımanın yolu, o milletin tarihini bilmektir. Bundan dolayı idarecilerimize tarihimizi çok iyi bilmelerini ve öğrenmelerini tavsiye ediyoruz. Zira tarihini bilmeyen bir millet, hafızasını kaybetmiş bir insan gibidir. Romalı bir fikir adamının dediği gibi "mazisinden habersiz bir milletin çocuktan farkı yoktur" çocuk gibi olmayalım, Maziyi, hali ve istikbali birlikte düşünelim, birlikte değerlendirelim.
M. Hilmi Yıldırım / diğer yazıları
- İnsan hakları ve ihlâlleri / 01.02.2019
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018
- Sömürü ve şahsiyetli insan / 21.01.2019
- Ekonomik kararlar ve insan davranışları / 09.01.2019
- Medeniyetlerin etkileşimi / 20.12.2018
- Ekonomide bitmeyen tartışma / 12.12.2018
- İletişim çağında iletişimsizlik / 22.11.2018
- Öngörülerdeki isabetsizlikler / 09.11.2018
- Küresel ekonomi ve ülke ekonomileri / 22.10.2018
- Adaletsiz ekonomi / 11.10.2018
- Ekonomide milli strateji / 18.09.2018