Sayın Başbakan savcısıyım dediği davanın, şu günler avukatı olmuş... Başbakan savcı iken(!), Paşalar birer birer içeri girmişlerdi… Savcılık döneminde askerlerin başına gelenler, pişmiş tavuğun başına gelmedi.
Ergun Paşa, sekiz saat süren bir ameliyata girdi. Ameliyatta kurtulması imkânsız göründüğünden, alelacele bir talimatla ameliyat gecesi affedildi. Paşa’nın yiyecek ekmeği ve içecek suyu varmış ki ölmedi, çok şükür…
Ameliyattan çıktıktan sonra da Sayın Erdoğan Paşa’yı ziyaret etti. Ellerini tuttu ve geçmiş olsun dileklerini sundu, pişkin pişkin… Paşa ölseydi şehit olacaktı ama şimdi gazi oldu. Buradan kendilerine “Gazi Ergun Paşa” diye hitap etmek istiyorum.
Neden? …
Ergun Paşa savaşta ya da cephede miydi diyeceksiniz. Evet, onlar bir savaştaydılar ve bu savaş bitmiş değil… Amerikan’ın bölgeye yerleşme ve batının bin yıllık öç alma savaşı. Başbakan’ın ziyareti de onları yanıltmasın. Komutanlar zannetmesin ki, Sayın Başbakan düştüğü hatadan dönüyor.
Yeni bir dönem başlıyor ve bu dönemde kendilerine görev vermeyi planlıyorlar. Asker ve sivil ittifakı ile “Yeni Türkiyelerini” inşa edecekler. Bunun olması için günah çıkarıyorlar. Yarın ağlama, bağlama ve saz ekibiyle çalıp söyleyebilirler…
Bu bir oyundur… Daha önce Amerika’nın oyununa gelerek 28 Şubat’ta rol alıp milleti kaybeden TSK, bugün de “paşa ziyareti” ile provası yapılan yeni bir oyunda rol alırlarsa, top yekûn ülkeyi kaybederiz.
Çünkü komutanların hapiste olması, AKP’ye karşı bir duruş şekline dönüşmüştür. Böyle hesap etmemişlerdi… Komutanların mahpusta olması, kaderin cilvesi ülkelerine hizmete dönüştü. İnsanlar ciddi şekilde sorgulamaya başladılar, olup bitenleri. Ve bir dip dalgası oluşmaya başladı. Oluşan dalganın sahile vurması çok yakın…
İşte bu milli dalgayı ABD, boğmak istiyor. Elçinin konuşması, Başbakan’ın ziyareti bu amaca yönelik gelişmelerdir. Saygıdeğer komutanlarımızın, Öcalan hürmetine çıkmaktansa, ölmeyi tercih etmelerini, sık sık dillendirmeleri gerekir.
Amerika’nın ve taşeronlarının, sahte merhamet numaralarına kanmadan, dik durmaya devam etmeliler.
Dik durmalılar ki “…İktidar sahiplerinin şahsi menfaatlerinin, müstevlilerin siyasi emelleriyle tevhit olduğu…” millet tarafından fark edilsin… Bu sayede Türk’ten “Öcalanların” safı ile karşı duranların safı karışmamış olsun.
“Öcalanların” safında; Amerika, Avrupa ve İsrail var. Bir de bunlar adına hareket eden taşeronları ve kuklaları… Neyin öcü alınıyor peki?
Malazgirt’te yenilmenin ve Anadolu’nun Türkleşmesinin öcü alınıyor. 1071’de girdiğimiz kapıdan, 2071 tarihinde çıkarılmamız hedefleniyor. Müslümanlaşarak Türkleşen milletin, İslamsızlaşarak Rumlaşması ve Ermenileşmesi sağlanıyor. Bu yüzden tevhit, teslis ile eşitlenerek, İslam diğer dinlerin seviyesine indiriliyor.
Başka? Yeni Anayasa ile Türklük ayrılık unsuru sayılıp, tu kaka ilan ediliyor. Türk isminin silinmesi, anayasa ile teminat altına alınıyor. Hedef, önce Türk’ün anayasadan, sonra Anadolu’dan, daha sonra da tüm dünyadan silinmesi…
Dahası, toprakları pazarlık konusu yapılarak müzakere ediliyor. Otuz altı etnik parçaya bölünerek, “Anadolu birleşik devletleri” veya “Türkiye birleşik devletleri” adı altında federatif bir devlet kurmak. Bu yeni devlete de şüphesiz bir başkan gerek! …
Bugün “Türk’ten Öcalanların” temsilcisi, ismi ile amil Abdullah Öcalan… Hükümet ise öç alma işleri tamamlandıktan sonra teröristlerin sağ, salim ülkeyi terki ve vaziyeti idare için, zabıta görevi icra ediyor.
Bütün bu şartlar dâhilinde, mahpustakilerin de oyuna gelerek, günah çıkaranlara inanması “Türk’ten Öcalan’ların” ekmeğine yağ sürmektir.
Gazi Ergun Paşama âcizane tavsiyem: Başbakan, ellerinizi tutarak ağlasa bile inanmayın… Ağlayarak ülkenin anasını ağlattılar.