Son yazımızda Obama'nın Türkiye'ye öngördüğü açılımdan bahsetmiş ve şu şekilde noktayı koymuştuk: "kendi içimizden çıkan seslere kulak kabartalım?"Türkiye maalesef kendi içinde çıkan seslere kulak kabartma noktasında oldukça ağır bir sabıkaya sahip. Açılım sürecinde hem iktidarın hem de muhalefetin sözde karşıymış gibi görünse de "aynı tavanın balıkları" olduğu gerçeği çok geçmeden ortaya çıktı. Hatta aynı balıkçı jargonunu devam ettirirsek, Başbakan Erdoğan'ın da ifadesiyle (itirafıyla) CHP ve MHP ile girilen tartışma "kayıkçı kavgası"nın ötesine geçemeyecek kadar sığ ve samimiyetten uzaktı. Özellikle AKP ve MHP geçmişte bölücübaşı Öcalan'ı kim nasıl ipten kurtardı noktasında "benim kabahatim senden az" trajikomik tartışmasına odaklanmıştı. CHP ise "binmediğim gemiye binmem" diyerek, bugüne kadar o bilmediği gemiyi nasıl suyun üstünde yüzdürdüğünü gizlemeye çalışma gayretkeşliğinin bir adım bile olsa ötesine geçemedi maalesef. İşte bu ağır vasatta, ülkenin bölünmenin eşiğine getirildiğini ve bu açılım senaryolarının yerli değil, yabancı menşeli olduğunu ifade eden tek lider Prof. Dr.
Haydar Baş'tı. Prof. Dr. Haydar Baş, Türkiye'nin açılım adı altında hızla bölünmeye sürüklendiği süreçte, "bir bilen" ve "bir uyaran" olarak her zaman olduğu gibi üzerine düşen görevi layık-ı veçhile yerine getirdi ve Türk milletini ikaz etti. Hepsinden önemlisi Prof. Dr. Haydar Baş'ın vurgu yaptığı en önemli husus, girilen bu sürecin "devletle hesaplaşma" süreci olduğu vurgusuydu. Çünkü açılım süreçlerindeki bütün söylem ve tartışmalar hedefine ne bir hükümeti, ne bir siyasetçiyi, ne de bir bürokratı almıyordu. Hedefe oturtulan tek nokta Türkiye Cumhuriyeti devletiydi. Oysa Prof. Dr. Haydar Baş, asıl suçlunun bugüne kadarki hükümetler, devleti yanlış yöneten siyasetçiler olduğunu ifade edip, "eğer bir suçlu arıyorsanız geçmiş dönemdeki siyasetçilere bakın" diyordu. Türkiye'nin her zamankinden daha fazla birlik ve beraberliğe ihtiyaç duyduğu bir süreçte bu tartışmaların ülkeyi bölünmenin eşiğine getirdiğini vurgulayan Baş'ı en önemli ve vurucu tespite götüren özelliği büyük fotoğrafı görebilmesiydi. Prof. Dr. Haydar Baş, büyük fotoğrafa bakarak, yaklaşık 7 yıldır "ılımlı İslam" oyunuyla İslam coğrafyasını sulandırmaya çalışan odakların, şimdi yeni "etnik, mikro milliyetçilik" tuzağını devreye koyduğunu belirtip, özellikle İran ile Türkiye arasında yeni bir tartışma oluşturulmaya çalışıldığını vurguluyordu.Prof. Dr. Haydar Baş'ın bu tarihi tespit ve uyarıları yapmasından çok kısa bir süre sonra hem hükümet kanadında, hem de muhalefet kanadında ciddi bir silkinme süreci yaşandı diyebiliriz.Baş'ın açıklamalarından sadece iki gün sonra Başbakan Erdoğan, İslam düşmanı Rasmussen'e verdiği özel iftarda yaptığı konuşmada, hayatında ilk defa "ılımlı İslam" aleyhine açıklamalar yaptı. Aynı şekilde Başbakan Erdoğan ve İçişleri Bakanı Atalay, "Kürt açılımı" söylemini, Prof. Baş'ın hayatını adayarak ortaya koyduğu "milli birlik projesi" söylemiyle değiştirmeye çalıştı. Prof. Dr. Haydar Baş'ın açıklama ve uyarılarından sonra gelen tepki aslında olumlu. Ama burada tek bir kuşku var, o da samimiyet!Eğer Başbakan Erdoğan ve ekibinin ciddi bir samimiyet problemi bulunuyor. Nitekim bunu, bu açıklamaların hemen ertesinde patlatılan Ermeni bombasıyla net bir biçimde görmüş bulunduk. Çünkü işbaşına geldikleri günden bu yana hiçbir hamleyi kendi öz iradeleriyle yapmadıkları için, silkinme ve kendine gelmeler de günübirlik olmanın ötesine maalesef geçemiyor. Bütün bunlara rağmen, yaşadığımız şu karanlık günlerde bizleri ve ülkemizi aydınlatan Prof. Dr. Haydar Baş gibi fenerlere sahip olmak ülkemiz ve milletimiz adına büyük bir şans. Umarım millet bu şansının ve değerinin farkındadır?