Haftasonu üç haberle duygu seline kapıldım.
Birincisi: 1983 yılında adeta imamlığın çocukçası denen dönemde Paşabahçe'nin sırtlarında bir mahallede görev almıştım. Cemaat içinde Mehmet Emanet isimli orta yaşlarda çok sevdiğim biri vardı. Beni tanır tanımaz bu hocanın eve ihtiyacı vardır düşüncesiyle bahçe girişindeki evini oturmam için bana tahsis etmişti. Daha sonra evladı gibi sahip çıkmıştı. Hanımı Emine Teyze: "Ne diye evde zahmet çekiyorsun, yemeğe sofraya buyur" derdi. Mehmet amcanın çocuğu olmamıştı. Çocuklara merhamet bundan mı bilmem amma kat kat fazlaydı.
Yüksek dağlardan sırtında odun getirir biraz da benim kapıma koyardı. Alıp yaksın diye. Bakar ki daha odunlar kesilmemiş bu sefer satırını alır birer birer keser yine kapının önüne koyardı. Bu ilgiyi, bu şefkati, saygıyı, alakayı gösteren Mehmet amcaya ne diyebilirim. Hani bir garip kuş konmuş pervazlara. Onu avuçlarının içine almış, gönül ateşi ile ısıtıp ısıtıp başını okşuyor. Emine teyzeden bahçedeki eriklere bakıp sanki "Niye çabucak olgunlaşmıyorsunuz? Bak bu gencecik hocaya ikram edeceğiz'in heyecanını cömertliğini yansıtıyordu. Hele benim mürüvvetimi görünce nasıl sevindiğini nasıl aileme kızı gibi sahiplendiğini anlatamam. Mehmet amcanın ayak seslerini duyar gibiyim hani uyandırmak için değil de uyandırmamak için kısık sesle Hoca, diyerek sabah namazına çağıran sevgi dolu sesine hayran kalmışımdır. İleriki yıllarda ilk çocuğuma olan ilgilerini size anlatamam.
Komşulara, akrabalara karşı Mehmet amca ve Emine teyze pırıl pırıl nurlanmış iki mahcup güvercin gibiydiler. Hele birbirlerine olan bağlılıklarını mutlaka gençlerin ibret aynasında göstermek lazımdır.
Bir kaç gün önce Emine Teyze'nin vefat haberini aldım. Ne hissettiğimi yazıdan anlarsınız. Mehmet amca sandalyesine yığılı kalmış. 50 yıllık hayat arkadaşı can yoldaşı ahiret yurduna uçuvermişti.
Tesbihe sarılıyor, dualar ediyor, tevekkül ve sabırla Rabbine sığınıyor sığınıyor da gözyaşlarına mani olamıyor. Ateş düştüğü yeri yakmıştı. Belki aradan bir kaç gün de geçmişti lakin beni karşısında görünce "Nerde kaldın" deyip ağlaması yok mu yüreğimi dağladı.
Bu yüce milletin nasıl ayakta durduğunu; dizinde derman kalmamış, gözünden feri eksilmiş, kulağı duyma güçlüğü çeken ama ahlakı ile şefkati ile yüce olan, kahramanlar silsilesinde altın madalya takılacak ağzı dualı Mehmet amcalara bakıp cevabını çok rahat anlarız.
Bir çiçek bahçesi gibi yurdumuzun her karışında buram buram bu asil milletin nazenin yıldızlarını, amcalarımızda, ninelerimizde, teyzelerimizde bakıp bulabilirsiniz...
İkincisi: Yanımda gelen arkadaşıma dedim ki: "Gelmişken bir de yukarıdaki komşumuz Salim amcayı da ziyaret edelim dedim. Arkadaşım "ikinci bir şok yaşamayasın dedi" Bilmiyorum dedim. Ahşap bahçe kapısından içeri girdim. Kapının hemen yanında dut ağacı vardı. Neden hemen dut ağacını söyledim. Çünkü Salim amcanın dutlar oldu mu "Hoca ben artık ağaca çıkamıyorum. Bari sen çık" diye takılması aklıma geldi.
Şimdi içeriden çıkıp yine bodur oturakları çıkarıp öteden beriden konuşup benimle muhabbet eder, diye düşünürken kızı çıktı. Tabii aradan uzun yıllar geçince beni tanıyamadı. "Salim amcaya baktım" dedim.
-Ben kızıyım babam rahmetli oldu" deyince gözlerim doldu. Kendimi ıssız bir bahçeye götürüp, kilitlenen boğazımın düğümlerini gözyaşlarımla açmalıyım.
Kendimi tanıtınca bir an şaşırdı. Oğlu Enes de şakındı.
Rahmet ve dualar okuyup oradan da ayrıldım. Ve üçüncüsü: Ertesi gün, arkadaşım Ümit'in yazıhanesine uğradım. Üzgün ve bitkindi. 'Ne oldu' dedim. Başından geçen olayı anlattı. Şile sahillerinde denize gitmişti. İkindi sıralarında denizde dalgaya kapılan iki kişi boğulmak üzereyken 25 yaşlarında bir genç onları kurtarmak için hemen denize atlayıp bir kaç kulaçtan sonra boğulmak üzere olan çocuğu tutuyor. Kıyıya gelmek üzereyken aniden gelen büyük bir dalgadan sonra genç delikanlı görünmez oluyor.
Olay yerine jandarma geliyor. Bütün çabalara rağmen genç bulunamıyor. Hava kararıyor herkes çekilip giderken arkadaşım adeta ayaklarından çakılıp kalıyor. Ve nihayet ailesinin uyarmasıyla kimsenin göremeyeceği, farkedemeyeceği uzaklıkta cesedin kıyıda bir kaya arasında durduğunu görüyor. Başı kanlar içinde ve akıyor. Yüzü gülüyor. Can kurtarmaya gitti. Canından oldu. Anne ve babasının yanına göçtü. Belki mavi gözleri, saçtığı tebessüm, şehitlik sevabına kavuştuğu müjdesinin dünyaya akseden ışıklarıydı. Cenab-ı Mevla bütün geçmişlerimize rahmet eylesin...