Yeni TCK'ya tepkiler artıyor

1 Haziran yaklaşıyor,ama değişiklikler sebebiyle ertelenen yeni TCK' da milletimizi endişeye sevk eden maddeler ufak tefek düzeltmeler haricinde aynen korunuyor. Dünkü yazımızda basın özgürlüğü açısından değerlendirmelerde bulunmuştuk. Bugün ise eğitim kurumları ve de dini eğitim açısından yeni TCK' ya bakacağız.Basın özgürlüğünü kısıtlayıcı bir takım muğlak ve değişik noktalara çekilebilecek hususlar, maalesef eğitim kurumları ve dini eğitim konusunda da mevcut.Yeni TCK'nın 216. maddesini örnek verelim: Madde 216: (3) Halkın bir kesiminin benimsediği dini değerleri alenen aşağılayan kişi, fiilin kamu barışını bozmaya elverişli olması halinde, altı aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. (218'e göre, basın yayın yoluyla işlenmesi halinde, ceza yarı oranında artırılır). Genelkurmay başkanı Hilmi Özkök'ün de ifade ettiği gibi "halkının yüzde 99'u Müslüman" olan bir ülkede, bir Müslüman vatandaş "Allah katında tek din İslam'dır, son Peygamber Hz. Muhammet (SAV)'dir, Hıristiyanlık ve Musevilik gibi dinler sonradan tahrif olmuşlardır" dese, yeni TCK'nın 216. maddesine göre nasıl bir değerlendirme yapılacak? Bu durum, Danimarka ve birçok Batı ülkesinin okullarında, resmi olarak İncil'in Müslüman öğrencilere bile okutulması zaruri iken, ülkemizin çoğunluğunu temsil eden yüzde 99 Müslüman Türk milletinin, yüzde 1 azınlığın tepkilerine göre yönlendirilmesi anlamına gelmiyor mu? 1 Haziran 2005'te yürürlüğe girmesi beklenen yeni düzenlemeyle kendilerinin potansiyel suçlu durumuna düşeceğini öne süren din görevlileri, Başbakan'dan Yeni TCK'nın 219. ve 263. maddelerinin değiştirilmesini talep etti.Diyanet-Sen Genel Başkanı Ahmet Yıldız,  yeni ceza yasasının bu haliyle temel insan hak ve özgürlükleri ile din ve vicdan özgürlüğünün sonunu getireceğini iddia etti ve TCK'da yoruma ve keyfiliğe açık maddeler bulunduğunu anlattı.Diyanet-Sen' in Başbakan'a verdiği raporda din ve Kur'an eğitiminin engelleneceği belirtiliyor. İzin alınmadan yapılan bu tür eğitim faaliyetlerinde bulunanlar için hapis cezasının öngörüldüğü hatırlatılarak, "Bu sebeple masum insanlar hapis cezasıyla karşı karşıya kalacaklar ve mahallesindeki öğrencilere evinde ders veren bir üniversite öğrencisine bile savcılar tarafından dava açılabilecektir." deniliyor. Raporda yeni TCK'nın "Görev sırasında din hizmetlerini kötüye kullanma" başlıklı 219. maddesinde sayılan hususların, keyfî sayılacak kadar geniş yoruma açık olduğu vurgulanıyor. Türk Diyanet Vakıf-Sen Genel Başkanı Bilal Eser de haziran ayında yürürlüğe girecek yeni TCK'nın getireceği sakıncaları şöyle dile getirdi: "Yeni kanuna göre bir baba, anne veya büyükbaba evinde torunlarına Kur'an-ı Kerim öğretmekten dolayı hapse atılabilecek." Geçmiş yasadaki sıkıntıların yeni yasada daha da ağırlaştırıldığına dikkat çeken Eser, din görevlileri üzerinde geçmişten beri bir şaibe oluşturulduğunun altını çizdi. Eser, "Din görevlisinin geleceği, savcının iki dudağı arasında. Bu yeni kanunla daha da artırıldı. Diyanet İşleri Başkanı konu üzerinde hassasiyet göstererek ciddiyetle eğilmeli. Yoksa müftüsünden vaizine, imamından müezzinine kadar bütün din görevlileri büyük sıkıntı yaşayacak." şeklinde konuştuHukukçular Derneği Başkanı avukat Hüsnü Tuna, bazı maddelerde yoruma açık ve net olmayan ifadeler yer aldığını belirterek "Kanunlar daha kötü hale getirilecekse olduğu gibi kalsın." dedi"Kanuna aykırı eğitim kurumu" başlıklı 263. maddede, Kanuna aykırı eğitim kurumu açanlara, bunları çalıştıranlara ve buralarda öğretmenlik yapanlara 6 aydan 3 yıla kadar hapis cezası öngörülüyor ve cezanın üst sınırı 2 yıla çekiliyor. 2 yılı geçmeyen hapis cezaları ertelenebildiği için bu suçtan mahkum olanların hapis cezaları da ertelenebilecek. Ancak hukukçular, milletvekilleri tarafından teklif edilen bu değişikliği yeterli bulmuyor. Dünyanın hiçbir yerinde eğitimle ilgili bu şekilde bir hapis cezası uygulanmadığına dikkat çeken hukukçular, "Bir eğitim ve öğretim kurumunun gerekli izinleri almadan açılması sadece idari yaptırım uygulanmasını gerektiren bir husustur. İçerik itibarıyla hukuka aykırı olmayan ve suç teşkil etmeyen hususları öğretmeye yönelik bir faaliyet ceza hukuku sorumluluğunu gerektirmez." deniyor. Yeni düzenlemeyle içerik itibarıyla suç oluşturmayan bir eğitim faaliyetinin sırf izin alınmadan yapıldığı için suç haline getirildiği vurgulanıyor. Bu madde uyarınca masum insanların hapis cezasıyla karşı karşıya kalacakl#'#�$##§@U#?<¶?O§2#?#######ÿl#on?ßE###Y,2µZBkµ O§2##?#Ş#ri, ibadethane gibi ihtiyaçlarını fazlasıyla gayret gösteren hükümet yetkilileri -üstelik muhafazakar kesimin oylarıyla iktidara gelmesine rağmen- bu ülkenin asıl vatandaşlarının ihtiyaçlarına çözüm getirmesi, en azından gölge etmemesi gerekmez mi?Çıkarılan İmar Yasası ile bir tane bile Hıristiyan'ın bulunmadığı mahallelerde toplam 36 bin ev tipi kilise açılmasının önünü açan, misyonerlik faaliyetlerinin alenen yapılmasını ve ülkemizde 40 bin Türk gencinin Hıristiyan olmasına kucak açan hükümetimizin, bu ülkenin yararından başka bir şey düşünmeyen din görevlilerine zan altında bıraktırıcı adımlar atmasının anlamı nedir?Prof. Dr. Haydar Baş Bey'in ifadesiyle "Dini bütünlüğümüz milli bütünlüğümüzdür, Milli bütünlüğümüz de dini bütünlüğümüzdür". Dün bu aziz millet Çanakkale'de, Kurtuluş Savaşı'nda sahip olduğu milli ve dini duygulardan ötürü muvaffak olmuştur.Zaten başta AB olmak üzere Batılı ülkelerin sahip olduğumuz bu değerleri yok etmek için baskılar yaptığı bir gerçektir.Prof. Dr. Haydar Baş Bey'in şu uyarıları mutlaka dikkate alınmalıdır: "Yeni Türk Ceza Kanunu'nun 221. ve 265. maddesi ile birlikte esasen yapılmak istenilen, Türk insanını İslam'dan koparmaktır. Bahanesi ne olursa olsun bu iki madde ile yapılmak istenen Türk insanını dininden koparmaktır. Dini bilgilerden, dini eğitimden, dini kültürden mahrum kalan ferdin sağa sola sarkması, bir arayış içerisine girmesi, bir bunalım dönemi yaşaması çok tabiîdir".Bizi zaferden zafere koşturan, birlik ve beraberliğimizi sağlayan  bu değerleri AB'nin, ABD'nin baskı yaparak ortadan kaldırmak istemesi gayet normaldir, ama üzüldüğümüz nokta içimizden birilerinin bu projelere alet olmasıdır.Bize emanet bırakılan bağımsız Türkiye Cumhuriyeti'ni ilelebet payidar kılmak istiyorsak, bizi bir ve beraber tutan milli ve manevi bütün değerlerimize sahip çıkmalıyız. Ülke olarak bir adım atacaksak bizi dün işgal edenlerin talepleri doğrultusunda değil, bağımsızlığımızın devamı için atmalıyız.