1980'deki askeri idare ve YÖK'ün kuruluşu Türkiye demokrasiye 1950 yılında geçmiş bulunmaktadır. Ancak Sovyet Rusya ile hem hudut olduğu için zamanla komünizmin etkisi oldukça yoğun olmuştur. Sol hareketler 2. Dünya savaşından sonra özellikle "Soğuk Savaş" esnasında ileri derecede artmaya başlamıştı. Böylece ülkede sol- sağ çatışmaları gelişip, özellikle öğrenciler ve bilhassa üniversiteliler arasında acımasız duruma gelmişti. Bu çatışmalar gittikçe büyüdü ve sonunda siyasi cinayetler sokaklarda işlenmeye başlandı. Sokaklardaki tehlikeli hareketler gün geçtikçe artmıştı, sağ ve sol mensubu olan öğrenciler, iş adamlarımız ile yöneticilerin öldürülmeleri, siyasi cinayetler bir hayli gelişmişti... Artık her gün birkaç kişi öldürülmekteydi. Bunların da adeta planlanmış şekilde bir sağdan bir solda ölümleri husule gelmekteydi. O zamanki medyanın yazdıklarına bakılırsa, yapılan otopsilerde ve balistik araştırmalarda aynı tabancadan atılan kurşunlarla bir sağdan ve bir soldan insanlar mezara gönderiliyordu. Ülke tam bir kargaşa içine girmişti. Örfi idare de bu durumlara fayda etmiyordu. Sonunda 1980 askeri idare duruma el koydu ve tüm bu hadiseler sanki bıçak gibi kesildi. Askeri idare esnasında sivil üniversite profesörlerine yeni bir anayasa hazırlatıldı. Bu anayasada kargaşalıkların önlenmesi için yeni tedbirlerin alınması da söz konusu oldu. Karışıklıkların ve çatışmaların başlıca kökenleri üniversitelerde olduğu için sonunda 1981 yılında bu "YÖK" yasası husule getirildi. Böylece YÖK - 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ile 6 Kasım 1981'de, Prof. Dr. İhsan Doğramacı'nın başkanlığında kuruldu. O devirdeki 12 Eylül yönetiminin amacı, o dönemde anarşinin kaynağı olarak görülen üniversiteleri kontrol altına almaktı. Ancak ilk anlarda adeta bir zaruret halinde uygulanan bu YÖK yasaları, zamanla belirli şekilde sistemleşmeye gitti ve adeta kendi kendine özel bir dayatma idaresi şeklini almaya başladı. Daha sonra YÖK yasa maddeleri değişikliklere uğradı ve şu anda ülkeye yüksek öğretime ve topluma faydadan ziyade zararlı olmaya başladı. YÖK adeta bir hiyerarşik düzene bağlandı. YÖK kanunu parlamentodan geçmeden, 1982 Anayasası'yla güvenceye alındı ve uygulamaya konuldu. Ancak kanun, 19 yıl boyunca her yıldönümü gününde protestolarla anıldı. Öğretim üyeleri ve öğrenciler her yıl YÖK'e karşı söylem ve eylemde bulundu. YÖK yasası tüm üniversiteleri adeta bir şablon içine almaktaydı. Yasanın temel özelliklerinde biri de tüm yetkilerin kendi ellerinde bulunmasıdır. YÖK sisteminde, YÖK Başkanı tam yetkili kişidir. Böylece, eskiden adeta bir danışma ve karar mekanizması olarak çalışan akademik kurullar, ikinci hatta üçüncü plana itilmiş oldu. Sonunda kişisel yönetimlerden dolayı üniversitelerden bazı ayrılmalar başladı ve birçok üniversite mensubu üniversiteden terk etti. İdari mevkilere rektör ve dekanların göreve gelmeleri adeta tayinleşmeye başladı. YÖK başkanının istemediği kimse rektör olamamakta ve rektörlerin istemediği kimseler de dekan olamamaktadır. Eskiden bir seçim yöntemi uygulanıyordu. Üniversite kendi idarecilerini seçimle başa getiriyordu. Fakat YÖK sistemi bunu değiştirdi. Artık rektör adayları arasında 6 kişilik bir grup seçilmektedir. Daha sonra bunun 3'ü (seçim sonuçlarına pek aldırmaksızın) tespit edilerek Cumhurbaşkanına sunulmaktadır. Onların arasında Cumhurbaşkanı kendi yaptığı araştırma ve istihbaratına en uygun olanı seçer ve tayin eder! Rektörlerden sonra da aynı rektörler dekanlarını seçmekte ve bu yarı tayin sistemi yıllarca uygulanmaktadır. Böylece rektörler ister iyi ister kötü olsun, yerlerinde uzun zaman kalabilmektedir. Çünkü onların tüm çalışmaları, sanki üniversite çalışmalarına ve performanslarına yönelik değil de, hiyerarşik YÖK sistemine uyum gösterebilmektir. Kısacası rektörlerin, tabana, halka, öğrencilere, üniversiteye dönük olması gerekirken, sanki tavana YÖK başkanlığına ve tepedeki idareye dönük olmaktadır. YÖK başkanı ise, bu düzende adeta küçük bir Devlet başkanı gibi davranabilmektedir. Rektörler de onun verdiği talimatlarını uygulamakla adeta görevlidirler. Onun için üniversiteye, bilime, halka ve ülkeye dönük olma yerine adeta kendi sistemlerine dönük hareket etmek zorunda kalmaktadırlar. Kısacası üniversite yönetimlerine üniversite öğretim üyeleri katılamamakta ve onların fikirleri sorulmamakta ve alınmamaktadır. Bu sistemde, YÖK Başkanı- Rektörler-Dekanlar üçlüsü, (aslında olan YÖK Başkanı ve YÖK idaresi) duruma tamamen hakim olmaktadır. Öte yandan üniversite öğrencileri buna isyan etmektedirler. Ondan ötürü sık sık YÖK aleyhine ve özellikle kuruluş yıl dönümlerinde protestolar yağdırmaktadırlar. Ama onları ne duyan var ne de onlara aldıran. YÖK yasasının islah edilmesine çok çalışıldı. Ama o yasada yapılan ufak tefek değişiklikler esas düzenine hiçbir etki yapmadı. Çünkü o düzen sanki bir nevi dokunulmaz durumdadır! YÖK ayrıca üniversiteye girme sınavlardaki başarı derecelerini de acayip ve gayri insani bir şekilde yapmaktadır. Mesela başarı dercesine göre öğrenci alınmamakta, çünkü başarıyı ölçme kıstasları YÖK isteklerine uygun olarak değişik şekilde uygulanmaktadır.
Prof. Dr. Cahit Babuna / diğer yazıları
- Batı kültüründe toplumsal çöküş -2- / 22.10.2006
- Batı kültüründe toplumsal çöküş / 21.10.2006
- Ramazan'da kazanılan değerler -2- / 20.10.2006
- Ramazan'da kazanılan değerler -2- / 19.10.2006
- Ramazan'da kazanılan değerler / 18.10.2006
- Oruç tutmak, aç kalmak değildir / 15.10.2006
- Ramazan-ı Şerif temizlenme ayı / 14.10.2006
- İbadetin insan sağlığına faydaları -4- / 09.10.2006
- İbadetin insan sağlığına faydaları -4- / 08.10.2006
- İbadetin insan sağlığına faydaları -3- / 07.10.2006
- Batı kültüründe toplumsal çöküş / 21.10.2006
- Ramazan'da kazanılan değerler -2- / 20.10.2006
- Ramazan'da kazanılan değerler -2- / 19.10.2006
- Ramazan'da kazanılan değerler / 18.10.2006
- Oruç tutmak, aç kalmak değildir / 15.10.2006
- Ramazan-ı Şerif temizlenme ayı / 14.10.2006
- İbadetin insan sağlığına faydaları -4- / 09.10.2006
- İbadetin insan sağlığına faydaları -4- / 08.10.2006
- İbadetin insan sağlığına faydaları -3- / 07.10.2006