"Annemin evde yokluğunu hissettiğim ilk gün, büyük bir telâş ve tedirginlikle babama koşmuş ve:
Annem! Annem nerede baba? diye sormuştum.
Babam üzüntü ve kederle başını öne eğip susmuş, hiçbir şey dememişti. O acı haberi yükleyecek bir kelime bulamamıştı?
Bu acı olay üzerine, Cebrail inmiş ve Allah Teâlâ'dan şöyle bir mesaj getirmişti:
"Fatıma'ya, Benden selâm söyle ve ona de ki: "Annesini cennetteki en görkemli köşklerden birine yerleştirdim. Altın ve yakuttan bir köşkte oturmaktadır şimdi o. İmran kızı Meryem ve Asiye'yle birliktedir orada!"
Yüce Rabbimden gelen bu mesaj bana huzur vermiş, teselli bulmamı sağlamıştı. Hemen Allah Azze ve Alâ'yı tenzih ve takdis ederek: "Selâm ve esenlik hep Allah'tandır; bütün selâm ve övgüler O'na ulaşır, O'na döner" dedim.
Allah Teâlâ'nın yüce kelâmı elbette ki bana teselli vermiş, öksüz yüreğimi şefkatle okşamıştı. Ama birbirini izleyen onca sıkıntılı ve kederli hadiseler tufanında Hatice gibi bir şefkat, anlayış ve fedakârlık timsalini unutmak ne ben, ne de babam için mümkün değildi asla?
(Babam) İnsanları hakka ve hidayete çağırma konusunda öylesine yılmaz bir azim ve çaba gösteriyordu ki, Rabb'ul Âlemin kimi zaman ona biraz sakin olmasını tavsiye ediyor, bu yolda kendisini fazla üzmemesini ve biraz da kendisini düşünmesi gerektiğini emrediyordu.
Allah Resulü'nü üzen şey, düşmanlarının eziyet ve işkenceleri değil, cehaletleriydi. Onların elinden çektiği zulme değil, onların hâline üzülmekteydi...
Neden bu derece cahiller? Niçin küfür ve cehaletlerinde inat ediyorlar? Niçin tevhit atmosferinin hayat veren havasını teneffüs edip, ilâhî ubudiyet pınarından doyasıya içip kanmıyorlar?...
Bu zor ve çetin gam yükünü omuzlama yolunda muvahhit Ebu Talip'le, Sevgili Hatice'den başka hiç kimse onun dertlerini paylaşamamış ve onların yerini kimse dolduramamıştır.
Ebu Talib ile Hatice, Allah'ın rahmetine göçünce, her ikisi de aynı yıl Resûlullah'la vedalaşıp beka yurduna gidince, babam beklediğinden çok daha yalnız kaldığını fark etti. Ve ben bu durumda onun sadece kızı olarak kalsaydım, onca gam yükü altında ciddî bir dert ortağı olamazdım babama.
Evet... Onca dert ve gam dağlarını omuzlamış bulunan Allah Resulü babamın bir anneye ihtiyacı vardı o durumda. Anne şefkatine...
Pervaneler misali etrafında dönüp, dertlerini paylaşacak, onu teselli edip bağrına basacak sevecen ve şefkatli bir anneye...
Bu yüzdendir ki, dünyanın en aziz incisi olan iki cihan serveri babam için gerçek bir "anne" olmaya karar verdim, kararımı uyguladım ve başarılı da oldum.
Babam beni "anne" olarak kabul etti ve "Ümmü Ebîhâ", yani "Babasının Annesi" lakabıyla şereflendirdi beni. Allah ve Resulü'nün bana verdiği lakapların en güzellerinden biriydi bu. Bu lakabı pek kolay da kazanmadım tabii. Nice zahmetler, uykusuz geceler, savaşlarda yara tımar etmelerdi, bu iki kelimelik lakabın gerçek ruhu?
Şartlar giderek o kadar zorlaştı ki, Allah Teâlâ sevgili Resulü'ne hicret emri verdi. Evet... Güneşe çamur atan bir güruh karanlık ve zulmete lâyıktır elbet! Güneş çamurla sıvanamaz ki! Kara bulutlar doğunun en uç noktasında pusuya yatsa bile, güneş olanca vakar ve metanetiyle onların önünden geçip gidecek ve ışınlarını yeryüzüne ulaştırmaya devam edecektir.
Peygamber'in gece yarısı Mekke'den çıkması gerekiyordu. Yalın kılıç pusuda bekleyen kırk kâfirin, evimizi muhasara edip, babamın kanını aralarında eşit şekilde paylaşmaya azmetmiş olduğu o tehlikeli lahzalarda, babamın yatağında yatıp, kâfirlerin plânlarını suya düşürecek gerçek bir fedaî ve yürekli bir mümin gerekiyordu. Ve babanız Ali'den başka bunu yapabilecek hiç kimse yoktu.
İki cihan serveri bunu ona açıp da fikrini sorduğu zaman Ali: "Benim başıma ne gelir o zaman ya Resulullah?" diye sormadı asla.
Siz böylece kurtulmuş olur musunuz? Diye sordu Peygamber'e.
Evet, dedi, evet sevgili amcaoğlum!
Ve bizim kalbimiz duracakmışçasına bir tedirginlik ve heyecan içinde çırpınırken Ali, o gece hayatının en tatlı uykusunu Resûlullah'ın (s.a.v.) yatağına hediye edip, Kur'an'da kendisi için bir ayetin daha nazil olması gibi yüce bir iftihara ulaştı. Melekleri hayrette bırakan Ali, Allah Azze ve Celle'nin övüncü olmuş ve Rabb'ul-âlemin onun için şöyle buyurmuştur:
"İnsanlar içinde öyle birisi var ki, kendi canını Allah'ın rızasıyla değiştirir ve Allah böyle kulları pek sever." (Bakara Suresi, 207)
?Ve derken Peygamber'in yatağına saldırdılar. Aradıkları oradaydı, ama onlar bunu bilmiyordu. Onlar, Peygamber'in canını istiyorlardı ve Ali, Peygamber'in canıydı. Peygamber'in tıpatıp aynısı, onun tam bir timsaliydi? Onu yatakta bulamayınca büyük bir öfke ve hayal kırıklığıyla geri dönüp gitmişlerdi. Hışım dolu diş gıcırtıları gecenin sessizliğini yırtmada, ama ellerinden bir şey gelmemekteydi. Kâinattan soyutlanmıştı o zavallılar.
Zira o lahzalarda bütün bir kâinat, Sevr Mağarası'nda üç günlüğüne misafirdi. Peygamber'in kurtulması Müslümanların yüreğini ferahlatmış, ama canlarını ve mallarını bir kez daha sınava sokmuştu. Çünkü Peygamber'i bulamayan kâfirlerle, müşrikler bunun acısını onun ailesinden ve diğer müminlerden çıkarmaya başlamış ve gözü dönmüş vahşilerden farksız bir hâle gelmişlerdi." (Devam edecek?)
(Kaynak; Hz. Fatıma'ya Ağıt (sh:27-36) Yazan: Seyyid Mehdi Şücaî Çeviri: İsmail Bendiderya)
Annem! Annem nerede baba? diye sormuştum.
Babam üzüntü ve kederle başını öne eğip susmuş, hiçbir şey dememişti. O acı haberi yükleyecek bir kelime bulamamıştı?
Bu acı olay üzerine, Cebrail inmiş ve Allah Teâlâ'dan şöyle bir mesaj getirmişti:
"Fatıma'ya, Benden selâm söyle ve ona de ki: "Annesini cennetteki en görkemli köşklerden birine yerleştirdim. Altın ve yakuttan bir köşkte oturmaktadır şimdi o. İmran kızı Meryem ve Asiye'yle birliktedir orada!"
Yüce Rabbimden gelen bu mesaj bana huzur vermiş, teselli bulmamı sağlamıştı. Hemen Allah Azze ve Alâ'yı tenzih ve takdis ederek: "Selâm ve esenlik hep Allah'tandır; bütün selâm ve övgüler O'na ulaşır, O'na döner" dedim.
Allah Teâlâ'nın yüce kelâmı elbette ki bana teselli vermiş, öksüz yüreğimi şefkatle okşamıştı. Ama birbirini izleyen onca sıkıntılı ve kederli hadiseler tufanında Hatice gibi bir şefkat, anlayış ve fedakârlık timsalini unutmak ne ben, ne de babam için mümkün değildi asla?
(Babam) İnsanları hakka ve hidayete çağırma konusunda öylesine yılmaz bir azim ve çaba gösteriyordu ki, Rabb'ul Âlemin kimi zaman ona biraz sakin olmasını tavsiye ediyor, bu yolda kendisini fazla üzmemesini ve biraz da kendisini düşünmesi gerektiğini emrediyordu.
Allah Resulü'nü üzen şey, düşmanlarının eziyet ve işkenceleri değil, cehaletleriydi. Onların elinden çektiği zulme değil, onların hâline üzülmekteydi...
Neden bu derece cahiller? Niçin küfür ve cehaletlerinde inat ediyorlar? Niçin tevhit atmosferinin hayat veren havasını teneffüs edip, ilâhî ubudiyet pınarından doyasıya içip kanmıyorlar?...
Bu zor ve çetin gam yükünü omuzlama yolunda muvahhit Ebu Talip'le, Sevgili Hatice'den başka hiç kimse onun dertlerini paylaşamamış ve onların yerini kimse dolduramamıştır.
Ebu Talib ile Hatice, Allah'ın rahmetine göçünce, her ikisi de aynı yıl Resûlullah'la vedalaşıp beka yurduna gidince, babam beklediğinden çok daha yalnız kaldığını fark etti. Ve ben bu durumda onun sadece kızı olarak kalsaydım, onca gam yükü altında ciddî bir dert ortağı olamazdım babama.
Evet... Onca dert ve gam dağlarını omuzlamış bulunan Allah Resulü babamın bir anneye ihtiyacı vardı o durumda. Anne şefkatine...
Pervaneler misali etrafında dönüp, dertlerini paylaşacak, onu teselli edip bağrına basacak sevecen ve şefkatli bir anneye...
Bu yüzdendir ki, dünyanın en aziz incisi olan iki cihan serveri babam için gerçek bir "anne" olmaya karar verdim, kararımı uyguladım ve başarılı da oldum.
Babam beni "anne" olarak kabul etti ve "Ümmü Ebîhâ", yani "Babasının Annesi" lakabıyla şereflendirdi beni. Allah ve Resulü'nün bana verdiği lakapların en güzellerinden biriydi bu. Bu lakabı pek kolay da kazanmadım tabii. Nice zahmetler, uykusuz geceler, savaşlarda yara tımar etmelerdi, bu iki kelimelik lakabın gerçek ruhu?
Şartlar giderek o kadar zorlaştı ki, Allah Teâlâ sevgili Resulü'ne hicret emri verdi. Evet... Güneşe çamur atan bir güruh karanlık ve zulmete lâyıktır elbet! Güneş çamurla sıvanamaz ki! Kara bulutlar doğunun en uç noktasında pusuya yatsa bile, güneş olanca vakar ve metanetiyle onların önünden geçip gidecek ve ışınlarını yeryüzüne ulaştırmaya devam edecektir.
Peygamber'in gece yarısı Mekke'den çıkması gerekiyordu. Yalın kılıç pusuda bekleyen kırk kâfirin, evimizi muhasara edip, babamın kanını aralarında eşit şekilde paylaşmaya azmetmiş olduğu o tehlikeli lahzalarda, babamın yatağında yatıp, kâfirlerin plânlarını suya düşürecek gerçek bir fedaî ve yürekli bir mümin gerekiyordu. Ve babanız Ali'den başka bunu yapabilecek hiç kimse yoktu.
İki cihan serveri bunu ona açıp da fikrini sorduğu zaman Ali: "Benim başıma ne gelir o zaman ya Resulullah?" diye sormadı asla.
Siz böylece kurtulmuş olur musunuz? Diye sordu Peygamber'e.
Evet, dedi, evet sevgili amcaoğlum!
Ve bizim kalbimiz duracakmışçasına bir tedirginlik ve heyecan içinde çırpınırken Ali, o gece hayatının en tatlı uykusunu Resûlullah'ın (s.a.v.) yatağına hediye edip, Kur'an'da kendisi için bir ayetin daha nazil olması gibi yüce bir iftihara ulaştı. Melekleri hayrette bırakan Ali, Allah Azze ve Celle'nin övüncü olmuş ve Rabb'ul-âlemin onun için şöyle buyurmuştur:
"İnsanlar içinde öyle birisi var ki, kendi canını Allah'ın rızasıyla değiştirir ve Allah böyle kulları pek sever." (Bakara Suresi, 207)
?Ve derken Peygamber'in yatağına saldırdılar. Aradıkları oradaydı, ama onlar bunu bilmiyordu. Onlar, Peygamber'in canını istiyorlardı ve Ali, Peygamber'in canıydı. Peygamber'in tıpatıp aynısı, onun tam bir timsaliydi? Onu yatakta bulamayınca büyük bir öfke ve hayal kırıklığıyla geri dönüp gitmişlerdi. Hışım dolu diş gıcırtıları gecenin sessizliğini yırtmada, ama ellerinden bir şey gelmemekteydi. Kâinattan soyutlanmıştı o zavallılar.
Zira o lahzalarda bütün bir kâinat, Sevr Mağarası'nda üç günlüğüne misafirdi. Peygamber'in kurtulması Müslümanların yüreğini ferahlatmış, ama canlarını ve mallarını bir kez daha sınava sokmuştu. Çünkü Peygamber'i bulamayan kâfirlerle, müşrikler bunun acısını onun ailesinden ve diğer müminlerden çıkarmaya başlamış ve gözü dönmüş vahşilerden farksız bir hâle gelmişlerdi." (Devam edecek?)
(Kaynak; Hz. Fatıma'ya Ağıt (sh:27-36) Yazan: Seyyid Mehdi Şücaî Çeviri: İsmail Bendiderya)
Akın Aydın / diğer yazıları
- Parası olan kaçırıyor, olmayan kaçıyor / 19.03.2024
- Hüseyin Baş’tan, Ebu Zer duruşu / 18.03.2024
- Ne yereli! Genel seçim bu genel! / 17.03.2024
- Erdoğan ‘bırakıyorum’… ‘Valla bırakmayız’ / 16.03.2024
- Ehli Beyt’e imanımız, Hz Muhammed’e imandır / 15.03.2024
- CHP’nin kimlik arayışı İsmet İnönü ile başladı / 14.03.2024
- Erdoğan’ın dilinde bu sefer ‘kul hakkı’ var / 13.03.2024
- İnsan kıymetini bildiği şeye sahiplenir / 11.03.2024
- Ramazan’da ahir zaman siyasetçilerine ve hocalarına dikkat / 10.03.2024
- Erdoğan’ın korku ve açlıkla terbiye siyaseti / 09.03.2024
- Hüseyin Baş’tan, Ebu Zer duruşu / 18.03.2024
- Ne yereli! Genel seçim bu genel! / 17.03.2024
- Erdoğan ‘bırakıyorum’… ‘Valla bırakmayız’ / 16.03.2024
- Ehli Beyt’e imanımız, Hz Muhammed’e imandır / 15.03.2024
- CHP’nin kimlik arayışı İsmet İnönü ile başladı / 14.03.2024
- Erdoğan’ın dilinde bu sefer ‘kul hakkı’ var / 13.03.2024
- İnsan kıymetini bildiği şeye sahiplenir / 11.03.2024
- Ramazan’da ahir zaman siyasetçilerine ve hocalarına dikkat / 10.03.2024
- Erdoğan’ın korku ve açlıkla terbiye siyaseti / 09.03.2024