ABD'nin, Afganistan'dan sonra Irak'a yönelik operasyon projesinin temelinde, soğuk savaş sonrası uluslararası planda kendini tek güç olarak görmesi ve bunu dünyaya kabul stratejisi yatmaktadır.
Bu gaye için "üstünlük" politikası benimsemiş, buna göre uluslararası güvenliğin sağlanması için ABD'nin dünya nezdinde üstünlüğünü, tüm devletlerin kabulünün zorunlu olduğu fikri empoze edilmiştir.
1995 yılında "ulusal güvenlik stratejisi" adıyla bir güvenlik belgesi haline getirilen bu yaklaşım; serbest ticaret, yatırım kolaylığı, demokrasi, insan hakları gibi pek çok sahayı kapsıyordu.
Böyle bir dünyanın sağlanması ise, ancak ABD'nin garantörlüğünde olabilirdi.
1995'te hukuki bir zemine oturtulan bu tez, 1980'lerden itibaren ABD yönetim çevrelerince işlenmeye başlamıştır.
1980'lerde Kennedy'nin "Büyük Güçlerin Yükselişi ve Düşüşü" ile şekillendirdiği yaklaşım, ABD'nin tek süper güç olarak üstünlüğünü vurgulayan bir çalışmadır.
Fukuyama, 1989'da "Tarihin Sonu" çalışmasıyla liberalizmin üstünlüğünü ilân ederken, Huntignton 1993'te "Medeniyetler Çatışması" ile, asıl çatışmanın din ve kültürler üzerine kurulu olduğunu belirtiyordu. Brezesinski'nin "Büyük Santranç Oyunu" ise, ABD'nin bu üstünlüğünü sürdürmesinin stratejik temellerini izah etmiştir.
Bu tezlerin temelinde vurgulanan, ABD liderliğinin yokluğunda dünyada kaosun egemen olacağı idi.
ABD, Mayıs 1994'te bir başkanlık direktifi yayınlayarak bu kaos ortamına karşı nasıl müdahale edileceğini de izah ediyordu:
a. Menfaatlerini doğrudan tehdit eden bir durumda tek başına müdahale edecek,
b. Müttefiklerinin de menfaatlerine ters bir durum varsa, onların da desteğiyle müdahale söz konusu olacaktı.
Süper güç olma politikasını bölgesel veya global sistemlerde kendisini rakipsiz kılarak sağlamayı hedefleyen Birleşik Devletler; özellikle Rusya, Çin ve Japonya'yı önemli tehdit unsuru görmektedir.
Ortadoğu'nun zengin hammadde kaynakları, üstünlük sağlamada ciddi bir koz olduğu için, 21. yüzyılda, bu kaynakları tehdit gördüğü diğer devletlere bırakmadan elde etmek, yeni hedefidir.
ABD'ye kafa tutan bir Irak rejimini de bu sebeple, hiç delilsiz bahanelerle engellemeye uğraşmaktadır.
Zira, Irak ile aynı rejimi benimseyen Suriye, ABD'nin müttefiki olması sebebiyle hiçbir müdahaleye maruz kalmamakta, Irak'ta ise, bir darbe düşünülmektedir.
Geniş menzilli kimyasal ve biyolojik silahlara sahip olduğu gerekçesiyle başlayan süreç, ABD'nin bütün dünyada şiddete dayalı bir baskı ile kendine açık pazar oluşturma gayretinden başka bir şey değildir.
Tüm dünyanın bir noktada seyirci kaldığı bu tutumun, müttefikimiz görünen ABD ile çıkar çatışmasına girdiğimiz bir noktada bize de yönelmesi kaçınılmazdır.
1980'lerden beri işlenen fikirlerle ABD'nin dünya barışını hâmiliğine soyunduğu bir düzende ise, tıpkı Irak operasyonundaki gibi hiçbir ülke bize destek de çıkmayacaktır.
Stratejik konumu ve işlenmemiş hammadde kaynakları ile kilit noktadaki Türkiye, dış politikalarını ve müttefiklerini dikkatle seçmelidir.
Güçlü bir ordu, güçlü bir savunma politikası ve istikrarlı bir devlet iradesi, komşuları ve bölgesindeki devletlerle kurulacak yakın ilişkiler; bu tehditlere karşı en büyük kalkandır.
Bu gaye için "üstünlük" politikası benimsemiş, buna göre uluslararası güvenliğin sağlanması için ABD'nin dünya nezdinde üstünlüğünü, tüm devletlerin kabulünün zorunlu olduğu fikri empoze edilmiştir.
1995 yılında "ulusal güvenlik stratejisi" adıyla bir güvenlik belgesi haline getirilen bu yaklaşım; serbest ticaret, yatırım kolaylığı, demokrasi, insan hakları gibi pek çok sahayı kapsıyordu.
Böyle bir dünyanın sağlanması ise, ancak ABD'nin garantörlüğünde olabilirdi.
1995'te hukuki bir zemine oturtulan bu tez, 1980'lerden itibaren ABD yönetim çevrelerince işlenmeye başlamıştır.
1980'lerde Kennedy'nin "Büyük Güçlerin Yükselişi ve Düşüşü" ile şekillendirdiği yaklaşım, ABD'nin tek süper güç olarak üstünlüğünü vurgulayan bir çalışmadır.
Fukuyama, 1989'da "Tarihin Sonu" çalışmasıyla liberalizmin üstünlüğünü ilân ederken, Huntignton 1993'te "Medeniyetler Çatışması" ile, asıl çatışmanın din ve kültürler üzerine kurulu olduğunu belirtiyordu. Brezesinski'nin "Büyük Santranç Oyunu" ise, ABD'nin bu üstünlüğünü sürdürmesinin stratejik temellerini izah etmiştir.
Bu tezlerin temelinde vurgulanan, ABD liderliğinin yokluğunda dünyada kaosun egemen olacağı idi.
ABD, Mayıs 1994'te bir başkanlık direktifi yayınlayarak bu kaos ortamına karşı nasıl müdahale edileceğini de izah ediyordu:
a. Menfaatlerini doğrudan tehdit eden bir durumda tek başına müdahale edecek,
b. Müttefiklerinin de menfaatlerine ters bir durum varsa, onların da desteğiyle müdahale söz konusu olacaktı.
Süper güç olma politikasını bölgesel veya global sistemlerde kendisini rakipsiz kılarak sağlamayı hedefleyen Birleşik Devletler; özellikle Rusya, Çin ve Japonya'yı önemli tehdit unsuru görmektedir.
Ortadoğu'nun zengin hammadde kaynakları, üstünlük sağlamada ciddi bir koz olduğu için, 21. yüzyılda, bu kaynakları tehdit gördüğü diğer devletlere bırakmadan elde etmek, yeni hedefidir.
ABD'ye kafa tutan bir Irak rejimini de bu sebeple, hiç delilsiz bahanelerle engellemeye uğraşmaktadır.
Zira, Irak ile aynı rejimi benimseyen Suriye, ABD'nin müttefiki olması sebebiyle hiçbir müdahaleye maruz kalmamakta, Irak'ta ise, bir darbe düşünülmektedir.
Geniş menzilli kimyasal ve biyolojik silahlara sahip olduğu gerekçesiyle başlayan süreç, ABD'nin bütün dünyada şiddete dayalı bir baskı ile kendine açık pazar oluşturma gayretinden başka bir şey değildir.
Tüm dünyanın bir noktada seyirci kaldığı bu tutumun, müttefikimiz görünen ABD ile çıkar çatışmasına girdiğimiz bir noktada bize de yönelmesi kaçınılmazdır.
1980'lerden beri işlenen fikirlerle ABD'nin dünya barışını hâmiliğine soyunduğu bir düzende ise, tıpkı Irak operasyonundaki gibi hiçbir ülke bize destek de çıkmayacaktır.
Stratejik konumu ve işlenmemiş hammadde kaynakları ile kilit noktadaki Türkiye, dış politikalarını ve müttefiklerini dikkatle seçmelidir.
Güçlü bir ordu, güçlü bir savunma politikası ve istikrarlı bir devlet iradesi, komşuları ve bölgesindeki devletlerle kurulacak yakın ilişkiler; bu tehditlere karşı en büyük kalkandır.
Abdulkadir Baş / diğer yazıları
- Gerçekleri görebilmek / 05.11.2002
- Ezilen halklar Türk'ün adaletini bekliyor / 03.11.2002
- Türkiye'nin gerçek dostu var mı? / 02.11.2002
- AB, Türkiye'nin kurtuluşu değil, sonudur / 01.11.2002
- Çeçen eyleminin ardından / 31.10.2002
- Milli kaynakları hayata geçirecek irade, milletin iradesidir / 29.10.2002
- Türk'e Türk'te başka dost yoktur / 28.10.2002
- Basının esas görevi / 27.10.2002
- İnsan hakları meselesi / 26.10.2002
- Milletçe aradığımızı bulduk / 24.10.2002
- Ezilen halklar Türk'ün adaletini bekliyor / 03.11.2002
- Türkiye'nin gerçek dostu var mı? / 02.11.2002
- AB, Türkiye'nin kurtuluşu değil, sonudur / 01.11.2002
- Çeçen eyleminin ardından / 31.10.2002
- Milli kaynakları hayata geçirecek irade, milletin iradesidir / 29.10.2002
- Türk'e Türk'te başka dost yoktur / 28.10.2002
- Basının esas görevi / 27.10.2002
- İnsan hakları meselesi / 26.10.2002
- Milletçe aradığımızı bulduk / 24.10.2002