Coğrafi keşiflerle başlayan sömürgecilik hareketleri, Avrupa'da ortaya çıkan sanayi devrimi ile son hızına ulaştı. Pazar ve hammadde kaygısı içindeki gelişmiş batılı devletler, misyoner faaliyetleri ile kültürel ve itikadi olarak yıprattıkları bölgelere asker çıkarmaktaydılar. Filistin ve Hicaz bölgesi Osmanlı Devleti'nin elinden bu şekilde çıkmıştır.
20. yüzyılın ortalarına kadar bu durum böyle devam etti. Ancak II. Dünya Savaşı'ndan sonra ABD'nin yeni "süper güç" olarak öne çıkmasıyla beraber "küreselleşme" ve "yeni dünya düzeni" denilen kavramlar ortaya atıldı. O tarihe kadar iki büyük savaşa, sayısız çatışmaya ve silahlı işgal olayına imza atan batılı devletler bunun masraflı ve riskli bir uygulama olduğunu görmüşler ve daha farklı metodlar arama yoluna gitmişlerdi. Küreselleşme bu "farklı metodun" adı oldu. Maksat aynıydı; sömürmek. Ancak metod olarak silahlı işgal büyük ölçüde terk edildi ve bunun yerini küreselleşme aldı. Batı kaynaklı küreselleşme tariflerinde, teknoloji ve iletişim alanında yaşanan gelişmeler neticesi, sınırların kalktığı, duvarların yıkıldığı, geleneklerin ve kültürlerin eski değerini kaybettiği, halkların birbirine yaklaştığı ve entegre olduğu bir dünya tablosu çizilmektedir. Ancak bu tablo gerçeği ne kadar yansıtıyor?
Yaşanan gelişmeler açık ve net olarak göstermektedir ki; küreselleşme "sanayileşmiş batılı devletlerin azgelişmiş ve gelişme sürecindeki ülkelerin kaynaklarını sömürebilmek için ortaya attıkları bir kavramdır". Uluslararası kuruluşlar ve dev şirketler sömürünün iki temel ayağını oluşturmaktadır. Buna "topsuz, tüfeksiz bir iktisadi savaş" demek de mümkündür.
Küresel sömürü ağının önündeki en önemli engel gelişme sürecindeki ülkelerde ortaya çıkan milli hareketler ve kültürel değerlere olan bağlılıktır. Bunun önüne geçebilmek için küresel güçler, bu ülkelerde medya ve reklam silahını da kullanarak müthiş bir kültür bombardımanı uygulamaktadır. Zira küresel güçler ve onların güdümündeki dev uluslararası şirketler için en tehlikeli durum sömürmeyi planladıkları azgelişmiş ülkelerde uyanan milli şuurdur.
Çünkü; gümrük ve kota uygulamaları, milli ekonomi anlayışları, ulusal yasalar vb. milli direncin ifadesi olan gelişmeler küresel güçlerin gelişme sürecindeki ülkeleri sömürmesine mani olacaktır.
Bu güçler, "global bir dünyada, alışkanlıkları, zevkleri, hayat tarzı hemen hemen aynı olan tek tip insan" modelini empoze etmek suretiyle, aslında batı kültürünü ve hayat tarzını hakim kılmayı ve bu vesileyle iktisadi çıkarlarını devam ettirmeyi hedeflemektedir.
Coca Cola firmasının bir yetkilisi, "Dünya kültür gündemi Amerikan filmleri, müziği ve eğlence endüstrisi tarafından belirlenmektedir" derken, Amerikalı bir profesörün ifadesi dikkat çekicidir: "Uluslararası şirketler için yerel farklılıklara, zevklere ve dinlere saygı göstermek saçmadır. Çünkü küresel ürünler, yerel alışkanlıkları silip atacaktır".
Bu hakikatler, küreselleşme adı altında büyük bir ekonomik savaşın yaşandığını gösteriyor. Geri kalmış ülkeler bu savaşın kurbanı durumundadır. Kültürel olarak değerlerini ve milli kimliklerini kaybetme tehlikesi yaşarken, iktisadi yönden de bir kuşatılmışlık içindedirler. Bu ülkeler dış borç, dış kredi adı altında tamamen dışa bağımlı hale getirilmek suretiyle 19. yüzyıl sömürgeleriyle aynı kaderi yaşamaktadır. Bu sebeple milli şuur doğrultusunda belirlenen milli ekonomi anlayışı, küresel sömürüye karşı verilen mücadelenin de adı olmaktadır.
Yarın: Global dünyada milli ekonomi anlayışının önemi.
Zeynep MENGiTÜRK
20. yüzyılın ortalarına kadar bu durum böyle devam etti. Ancak II. Dünya Savaşı'ndan sonra ABD'nin yeni "süper güç" olarak öne çıkmasıyla beraber "küreselleşme" ve "yeni dünya düzeni" denilen kavramlar ortaya atıldı. O tarihe kadar iki büyük savaşa, sayısız çatışmaya ve silahlı işgal olayına imza atan batılı devletler bunun masraflı ve riskli bir uygulama olduğunu görmüşler ve daha farklı metodlar arama yoluna gitmişlerdi. Küreselleşme bu "farklı metodun" adı oldu. Maksat aynıydı; sömürmek. Ancak metod olarak silahlı işgal büyük ölçüde terk edildi ve bunun yerini küreselleşme aldı. Batı kaynaklı küreselleşme tariflerinde, teknoloji ve iletişim alanında yaşanan gelişmeler neticesi, sınırların kalktığı, duvarların yıkıldığı, geleneklerin ve kültürlerin eski değerini kaybettiği, halkların birbirine yaklaştığı ve entegre olduğu bir dünya tablosu çizilmektedir. Ancak bu tablo gerçeği ne kadar yansıtıyor?
Yaşanan gelişmeler açık ve net olarak göstermektedir ki; küreselleşme "sanayileşmiş batılı devletlerin azgelişmiş ve gelişme sürecindeki ülkelerin kaynaklarını sömürebilmek için ortaya attıkları bir kavramdır". Uluslararası kuruluşlar ve dev şirketler sömürünün iki temel ayağını oluşturmaktadır. Buna "topsuz, tüfeksiz bir iktisadi savaş" demek de mümkündür.
Küresel sömürü ağının önündeki en önemli engel gelişme sürecindeki ülkelerde ortaya çıkan milli hareketler ve kültürel değerlere olan bağlılıktır. Bunun önüne geçebilmek için küresel güçler, bu ülkelerde medya ve reklam silahını da kullanarak müthiş bir kültür bombardımanı uygulamaktadır. Zira küresel güçler ve onların güdümündeki dev uluslararası şirketler için en tehlikeli durum sömürmeyi planladıkları azgelişmiş ülkelerde uyanan milli şuurdur.
Çünkü; gümrük ve kota uygulamaları, milli ekonomi anlayışları, ulusal yasalar vb. milli direncin ifadesi olan gelişmeler küresel güçlerin gelişme sürecindeki ülkeleri sömürmesine mani olacaktır.
Bu güçler, "global bir dünyada, alışkanlıkları, zevkleri, hayat tarzı hemen hemen aynı olan tek tip insan" modelini empoze etmek suretiyle, aslında batı kültürünü ve hayat tarzını hakim kılmayı ve bu vesileyle iktisadi çıkarlarını devam ettirmeyi hedeflemektedir.
Coca Cola firmasının bir yetkilisi, "Dünya kültür gündemi Amerikan filmleri, müziği ve eğlence endüstrisi tarafından belirlenmektedir" derken, Amerikalı bir profesörün ifadesi dikkat çekicidir: "Uluslararası şirketler için yerel farklılıklara, zevklere ve dinlere saygı göstermek saçmadır. Çünkü küresel ürünler, yerel alışkanlıkları silip atacaktır".
Bu hakikatler, küreselleşme adı altında büyük bir ekonomik savaşın yaşandığını gösteriyor. Geri kalmış ülkeler bu savaşın kurbanı durumundadır. Kültürel olarak değerlerini ve milli kimliklerini kaybetme tehlikesi yaşarken, iktisadi yönden de bir kuşatılmışlık içindedirler. Bu ülkeler dış borç, dış kredi adı altında tamamen dışa bağımlı hale getirilmek suretiyle 19. yüzyıl sömürgeleriyle aynı kaderi yaşamaktadır. Bu sebeple milli şuur doğrultusunda belirlenen milli ekonomi anlayışı, küresel sömürüye karşı verilen mücadelenin de adı olmaktadır.
Yarın: Global dünyada milli ekonomi anlayışının önemi.
Zeynep MENGiTÜRK