Canım sıkılıyor!
Aklım öfkeleniyor!
Vicdanım sızlıyor tabi!
Hem hafızamı yenilemek, hem de bir kaç kişiye daha dünü veya demini hatırlatmaya çalışacağım...
"Bizim tarlamız sürüleli çok oldu" samimi itirafı yapılmıştı hatırlarsak.. GDO'lu çiçekler ve köksüz sarmaşıklar hızla büyüdüler ve bahçemizi kapladılar nerdeyse!
23 Nisan 2008'de, Gâzi Vekillerin mesâi yaptığı Eski Mecliste, herkesi şaşırtan bir olay olmuştu! "Önce Anıtkabir'de siyasallaşmış PKK'lılarla tokalaşan, sohbet eden Bahçeli, daha sonra Birinci Meclis Binasında DTP'li Hasip Kaplan'a; "Gel Hasip, yanıma otur. Seninle Meclis'in renklerini tamamlayalım!" demiş ve bu haber, millî hafızaya kaydedilmişti!
Olanlar karşısında, Azaplı Mikail'in;
"Tek umudum kaldı tek Allah'ıma,
Kanlı kılıç vermiş yerin şâhına!
Başım zûlümkârın secdegâhına,
Eyirem ölürem, eymirem olmur!" dizelerini ve Fuzûli'nin; "Söylesem te'sîri yok, sussam gönül râzı değil!" şikâyetini hatırlıyorum!
Demek ki yüzlerce yıldır, benzer dertlerden muzdarîpmişiz!
Son günlerde; "Deyirem ölürem, demirem olmur!" durumundayım!
Söylemesem olmuyor!
Fikren, zikren benzeyen, milliyetperverlerle vatanperverler ayrıştırıldı! Yetmez gibi hem vatanseverler, hem milliyetperverler kendi aralarında parçalandılar!
Ayrıştırılan, ötekileştirilen milliyetperver ve vatanseverleri uyarmak için sertçe dürtüklemek lazım ama kıyamıyorum!
Yıllardır Allah rızâsı için çırpınıp durduk!
Konuştuk olmadı! Sustuk olmadı!
Kan kusup kızılcık şerbeti içtim diyenler arttıkça GDO'lu sarmaşıklar haddi aştılar!
Nebatat sessiz olur, yaprak hışırtıları dışında sesleri olmaz ama bu GDO'lu nebatat, Ağustos güneşindeki kurbağalar gibi birlikte bağırmaya başladılar!
Yapılacak tek şey bir taş atmak!
Acizane kurbağa gölüne bir taş atmaya niyetliyim. Umarım attığım taş, ürküttüğüm kurbağaya değer!...
Hulefa-i Râşidin'den Hz. Ömer'den bahsetmeye çalışacağım.
Mezhep, tarikat, cemaat taassubu olmayan Müslüman bir Türk olarak, Hz. Ömeri çok dikkatle irdelerim.
Ömer ibn-i Hattâb; yiyen, içen, nâra atan, aslan avlayan, kız çocuklarını diri diri kuma gömen, puta tapan, puta tapmayanı zorla taptıran, öfkesiyle Kureyş'i evine tıkabilecek cesâmette bir müşrîk...
Bu cesâmette bir kişi daha var: Amr bin Hişâm yani Ebu Cehil...
Bu kişiler, gücün ve zorbalığın öyle zirvesindeler ki Hz. Peygamber(s.a.a.)'in, Allah (c.c.)'tan bu iki kişiden birini niyâz ettiği rivâyet edilir!
Menfîliğin zirvesindeki bu iki kişiden Ömer ibn-i Hattâb, ne zaman ki, Kelime-i Şehâdet getirerek doğru safa girer ve bir anda Ömer-ül Faruk olur!
Mü'min-müşrîk, müslîm-gayr'ı müslîm herkes tarafından Adalet timsâli sayılır.
Caferî meşrepli bir Müslüman olarak ben de kıssadan hissemi alırım:
Demek ki Ömer ibn-i Hattâb bile olsa bir kişi, yanlış saftaysa yanlış tarifi alır!
Demek ki akl-ı selîm herkes doğru zamanda, doğru safta yer alıp 'Yanlış!' tarifinden kurtulmalı diye düşünmeye başlarım.
Ebu Cehil safında kalarak yanlışta ısrar da var elbette!
Sevâbı da günahı da sahibinindir!
Yıllardır dostlarımızla, arkadaşlarımızla, dindâşlarımızla hem-hâl oluruz. Sıkıntı ve şikayetlerde müştereğiz.
Ümîd eder ve dilerim ki -hem de sür'atle- doğru zamanda, doğru zemînde, doğru safta buluşarak yanlış tarifinden de müştereken kurtuluruz...
Siyasetin, hatır-gönül işi olmadığını biliriz! Kimsenin, safını tayin gibi bir ukalalığa da soyunmayız. Ama Dostlarımızı Hz. Peygamber (s.a.a.)'den; "Nûh'un Gemisi gibidir" tarifli Ehl-i Beyt Gemisi'ne davetten de vazgeçemeyiz.
Yapacağımız gönlümüzü, dostların ayakları altına atmaktır ki yaptığımız da sadece bu! İsteyen ezip geçebilir, "Of!" demeyiz. Ya da gönlümüzü alıp gönüllerine katarak bizi bahtiyar ederler inşallah...
Bî-tarafın ber-taraf olduğunu, yılların verdiği tecrübeyle biliriz!
Bu yüzden fazlasıyla seçici, ziyâdesiyle temkînliyiz!
Ama artık herkesin aklındakileri sormasının ve muhatapların da açık bir ifadeyle bu soruları, cevaplamasının zamanıdır!
Geçen ömrümüz aynı zamanda Türk Milletinin de istikbalidir!
Dincilerin dini, demokratların milleti, Atatürkçülerin Atatürk'ü, milliyetsizlerin Türklüğü bitirmek için el-ele verdiği günümüzde; hür akılların sür'atle bir araya gelmeleri farzdır, vaciptir, mecburidir!
İş, işten geçtikten sonra şikâyetlenmenin anlamı ve mantığı yoktur!
Bağımıza-bahçemize sahip çıkmazsak "Çiçek Bahçesi"ndeki manzara kötü Vallahi!
"OLAMAZ TÜRK'E BAŞ, TÜRK'ÜM DEMEYEN" Vesselâm...Selâm, sevgi, dua...
Aklım öfkeleniyor!
Vicdanım sızlıyor tabi!
Hem hafızamı yenilemek, hem de bir kaç kişiye daha dünü veya demini hatırlatmaya çalışacağım...
"Bizim tarlamız sürüleli çok oldu" samimi itirafı yapılmıştı hatırlarsak.. GDO'lu çiçekler ve köksüz sarmaşıklar hızla büyüdüler ve bahçemizi kapladılar nerdeyse!
23 Nisan 2008'de, Gâzi Vekillerin mesâi yaptığı Eski Mecliste, herkesi şaşırtan bir olay olmuştu! "Önce Anıtkabir'de siyasallaşmış PKK'lılarla tokalaşan, sohbet eden Bahçeli, daha sonra Birinci Meclis Binasında DTP'li Hasip Kaplan'a; "Gel Hasip, yanıma otur. Seninle Meclis'in renklerini tamamlayalım!" demiş ve bu haber, millî hafızaya kaydedilmişti!
Olanlar karşısında, Azaplı Mikail'in;
"Tek umudum kaldı tek Allah'ıma,
Kanlı kılıç vermiş yerin şâhına!
Başım zûlümkârın secdegâhına,
Eyirem ölürem, eymirem olmur!" dizelerini ve Fuzûli'nin; "Söylesem te'sîri yok, sussam gönül râzı değil!" şikâyetini hatırlıyorum!
Demek ki yüzlerce yıldır, benzer dertlerden muzdarîpmişiz!
Son günlerde; "Deyirem ölürem, demirem olmur!" durumundayım!
Söylemesem olmuyor!
Fikren, zikren benzeyen, milliyetperverlerle vatanperverler ayrıştırıldı! Yetmez gibi hem vatanseverler, hem milliyetperverler kendi aralarında parçalandılar!
Ayrıştırılan, ötekileştirilen milliyetperver ve vatanseverleri uyarmak için sertçe dürtüklemek lazım ama kıyamıyorum!
Yıllardır Allah rızâsı için çırpınıp durduk!
Konuştuk olmadı! Sustuk olmadı!
Kan kusup kızılcık şerbeti içtim diyenler arttıkça GDO'lu sarmaşıklar haddi aştılar!
Nebatat sessiz olur, yaprak hışırtıları dışında sesleri olmaz ama bu GDO'lu nebatat, Ağustos güneşindeki kurbağalar gibi birlikte bağırmaya başladılar!
Yapılacak tek şey bir taş atmak!
Acizane kurbağa gölüne bir taş atmaya niyetliyim. Umarım attığım taş, ürküttüğüm kurbağaya değer!...
Hulefa-i Râşidin'den Hz. Ömer'den bahsetmeye çalışacağım.
Mezhep, tarikat, cemaat taassubu olmayan Müslüman bir Türk olarak, Hz. Ömeri çok dikkatle irdelerim.
Ömer ibn-i Hattâb; yiyen, içen, nâra atan, aslan avlayan, kız çocuklarını diri diri kuma gömen, puta tapan, puta tapmayanı zorla taptıran, öfkesiyle Kureyş'i evine tıkabilecek cesâmette bir müşrîk...
Bu cesâmette bir kişi daha var: Amr bin Hişâm yani Ebu Cehil...
Bu kişiler, gücün ve zorbalığın öyle zirvesindeler ki Hz. Peygamber(s.a.a.)'in, Allah (c.c.)'tan bu iki kişiden birini niyâz ettiği rivâyet edilir!
Menfîliğin zirvesindeki bu iki kişiden Ömer ibn-i Hattâb, ne zaman ki, Kelime-i Şehâdet getirerek doğru safa girer ve bir anda Ömer-ül Faruk olur!
Mü'min-müşrîk, müslîm-gayr'ı müslîm herkes tarafından Adalet timsâli sayılır.
Caferî meşrepli bir Müslüman olarak ben de kıssadan hissemi alırım:
Demek ki Ömer ibn-i Hattâb bile olsa bir kişi, yanlış saftaysa yanlış tarifi alır!
Demek ki akl-ı selîm herkes doğru zamanda, doğru safta yer alıp 'Yanlış!' tarifinden kurtulmalı diye düşünmeye başlarım.
Ebu Cehil safında kalarak yanlışta ısrar da var elbette!
Sevâbı da günahı da sahibinindir!
Yıllardır dostlarımızla, arkadaşlarımızla, dindâşlarımızla hem-hâl oluruz. Sıkıntı ve şikayetlerde müştereğiz.
Ümîd eder ve dilerim ki -hem de sür'atle- doğru zamanda, doğru zemînde, doğru safta buluşarak yanlış tarifinden de müştereken kurtuluruz...
Siyasetin, hatır-gönül işi olmadığını biliriz! Kimsenin, safını tayin gibi bir ukalalığa da soyunmayız. Ama Dostlarımızı Hz. Peygamber (s.a.a.)'den; "Nûh'un Gemisi gibidir" tarifli Ehl-i Beyt Gemisi'ne davetten de vazgeçemeyiz.
Yapacağımız gönlümüzü, dostların ayakları altına atmaktır ki yaptığımız da sadece bu! İsteyen ezip geçebilir, "Of!" demeyiz. Ya da gönlümüzü alıp gönüllerine katarak bizi bahtiyar ederler inşallah...
Bî-tarafın ber-taraf olduğunu, yılların verdiği tecrübeyle biliriz!
Bu yüzden fazlasıyla seçici, ziyâdesiyle temkînliyiz!
Ama artık herkesin aklındakileri sormasının ve muhatapların da açık bir ifadeyle bu soruları, cevaplamasının zamanıdır!
Geçen ömrümüz aynı zamanda Türk Milletinin de istikbalidir!
Dincilerin dini, demokratların milleti, Atatürkçülerin Atatürk'ü, milliyetsizlerin Türklüğü bitirmek için el-ele verdiği günümüzde; hür akılların sür'atle bir araya gelmeleri farzdır, vaciptir, mecburidir!
İş, işten geçtikten sonra şikâyetlenmenin anlamı ve mantığı yoktur!
Bağımıza-bahçemize sahip çıkmazsak "Çiçek Bahçesi"ndeki manzara kötü Vallahi!
"OLAMAZ TÜRK'E BAŞ, TÜRK'ÜM DEMEYEN" Vesselâm...Selâm, sevgi, dua...
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.
Mustafa Aslan / diğer yazıları
- Atatürk'ün anlatımıyla Çanakkale savaşları / 20.03.2017
- İnsandan insana, insansa... / 19.03.2017
- 'Anam bana kör dedi!' / 14.03.2017
- Söyle-ni-yorum-2 / 13.03.2017
- Hâlâ iyiler varmış şükrolsun / 10.03.2017
- Savaş ve insan / 09.03.2017
- Ben, kim miyim? / 08.03.2017
- Milli siyaset hakemliği / 07.03.2017
- Sakındığımız dostluk / 02.03.2017
- Yol özel yolcu güzel / 28.02.2017
- İnsandan insana, insansa... / 19.03.2017
- 'Anam bana kör dedi!' / 14.03.2017
- Söyle-ni-yorum-2 / 13.03.2017
- Hâlâ iyiler varmış şükrolsun / 10.03.2017
- Savaş ve insan / 09.03.2017
- Ben, kim miyim? / 08.03.2017
- Milli siyaset hakemliği / 07.03.2017
- Sakındığımız dostluk / 02.03.2017
- Yol özel yolcu güzel / 28.02.2017