İnsanlık tarihine baktığımızda insanların yaratılışları gereği Allah'ın ikramı olan o mükemmel özlerini, fıtratlarını, güzelliklerini, vicdanlarını koruyamadıklarında nasıl bir canavara dönüştüklerini görüyoruz.
Bu özünü, cevherini kirleten insanoğlu bu sefer haktan gelen gücünü, vicdanını kaybediyor. Böylece bâtılın oyuncağı oluyor.
Bâtılın oyuncağı olan insanoğlu bu sefer diğer insanlar başta olmak üzere insanlığın, dünyanın başına bela oluyor.
Çoğu zaman iktidarlarını hukuksuz bir şekilde kanunla, kaba güçle elinde tutmak isteyen bu bâtılın kontrolündeki Ebu Cehil vasıflı insanlar güçlerini kaybetmemek için her türlü hileli oyunu oynadıklarını, zorbalığı yaptıklarını görüyoruz.
Bunu MÖ'ki dönemlere kadar götürmek mümkün.
Firavunun Hz. Musa'ya yaptıkları, Nemrudun Hz. İbrahim'e yaptıkları, Resulullah'a Mekkeli müşriklerin yaptıklarını hep okuyoruz. Bâtıla batmış insanları kurtarmak isteyen bu mübarek, temiz seçilmiş vicdanların uzattıkları mübarek ellerin cahiller tarafından tutulmadığı gibi çeşitli eziyetlere de maruz kaldıklarını görüyoruz.
Peygamberlerin de çoğu zaman anlaşılamadığını, hakkın ve hakikatin farkına varmış olan düşünür ve filozofların da aynı kaderi yaşadığını söyleyebiliriz.
Anlatmaya çalıştıklarımıza Sokrates'in yaşadıkları iyi bir örnektir.
Sokrates'in hikâyesi şöyle: Sokrates kendi çağının kara vicdanlılarına diyor ki; Atina'nın yönetiminin, seçme ve seçilme hakkının sadece Atina kökenli olanların uhdesinde olması haksızlıktır. Atası, dedesi Atinalı olmayan ama Atina'ya bir şekilde gelmiş tüccarın, çiftçinin, köylünün, kölenin de yönetime katılması gerektiğini çünkü bu insanların bu şehirde yaşadıklarını, bu şehrin gelişimine, yaşamına katkı sağladıklarını, vergi verdiklerini, emek harcadıklarını savunuyor.
Atinalı aristokratlar, parlamentodaki üstünlükleri, toplum nezdindeki itibarları gölgeleneceği korkusundan Sokrates'in bu fikirlerini önce görmezden gelip gülüp geçmişler. Ama sonra da Sokrates'in fikirleri özellikle gençler arasında, toplum nezdinde genel bir kabul görmesi üzerine bu sefer Sokrates'e çeşitli vaatler sunarak fikirlerinden vaz geçirmeye çalışmışlardır. Ancak Sokrates Atinalı aristokratların bütün tekliflerini reddedince kaçınılmaz son, uyduruk bir yargılanmaya karşı Sokrates'in muhteşem savunmasına rağmen, Sokrates'e baldıran zehri içirilerek idam etmişlerdir.
Sokrates'in bu savunması günümüzde piyasada kitap olarak satılıyor, özellikle hukuk okumak isteyenlerin başlangıç kitabı olabilir.
Yaşadıkları toplumları aydınlatmak için mücadele eden, işkence gören, zulme uğrayanların listesini uzatmak mümkün. Peygamber Efendimiz başta olmak üzere ne kadar enbiya, evliya, âlim, düşünür, lider varsa bu kaderi üç aşağı, beş yukarı yaşamıştır. Anlaşılamamanın bedelini de çok ağır ödemişlerdir.
İnsanları karanlıktan kurtarmak için toplumların önüne düşenlerin çektikleri çileleri, anlaşılamamalarını bize bir güzel örnekle anlatan, aynı zamanda Sokrates'in de iyi bir öğrencisi olan Platon'un 'mağara' örneğine de bir bakalım.
Mağara örneğinin özeti şöyle: Platon'un Devlet isimli eserinin yedinci kitabında Sokrates tarafından anlatılan Platon'un mağara alegorisinde bir mağaraya zincirlenmiş üç insandan bahsedilir. Bu insanlar yalnızca mağara duvarını ve birbirlerini görebilirler. Doğuştan beri bu halde olan üç insan, duvarda mağara girişinden yansıyan gölgeleri ve yankı yapan sesleri duymaktadırlar. Yani gerçeklik, onlar için yalnızca gölgeler ve yankı sesleridir.
Derken bu insanlardan biri zincirini çözer ve kendini mağaranın dışına atar. Yoğun ışık yüzünden geçici körlük yaşadıktan sonra gözü alışarak aslında gördükleri şeylerin yalnızca birer gölgeden ve duydukları seslerin yalnızca yankılardan ibaret olduğunu anlar. Bir akarsu kenarına gidince sudaki yansımasını ve gölgesini görmesi ise her şeyi anlamasını sağlar.
Büyük bir hevesle mağaraya dönüp bu durumu anlattığı zaman ise arkadaşları tarafından deli olmakla suçlanır. Onları kurtarmak istediğinde zincirli iki insan onun gibi delirmek istemediklerini söyleyerek mağarada kalmayı sürdürürler. Hatta zincirlerinden kurtulmuş olana saldırmayı bile denerler. Ne kadar anlatırsa anlatsın zincire vurulmuş iki insan bu durumu anlayamaz ve hayatlarını orada sürmeye devam ederler.
Platon'un mağara alegorisindeki benzetmeler ne anlama geliyor?
* Mağara: Toplum
* Mağarada zincirlenmiş insanlar: Toplumun parçası olan bireyler
* Zincir: Toplum içinde yaşayan insanları sınırlayan kurallar, doymak bilmeyen nefisleri, arzuları, heva ve hevesleri
* Geçici körlük: Yolunu kaybetme, şaşkınlık hissi
* Mağara duvarına yansıyan gölgeler: Toplum tarafından gerçek kabul edilenler
* Zinciri kıran insan: Nebi, aydın, âlim, veli, filozof ya da sorgulayan insan…
- Mustafa Kemal Atatürk bir Osmanlı paşasıydı / 01.04.2025
- Bayram, şeker ve ruhsuzluk / 29.03.2025
- Akıl mı aşk mı? İnsanı insan yapan nedir? / 25.03.2025
- Akıl ve inanç: Haritasız yolculuk olur mu? / 22.03.2025
- Ehlibeyt ve Ramazan: Oruç, sadece bir açlık mıdır? / 21.03.2025
- Boğaz kanla dolu, ama geçilmez! / 18.03.2025
- Unutulan hakikat, kaybolan insanlık / 16.03.2025
- İnsanın, insan-ı kâmil olduğu ay: Ramazan / 14.03.2025
- İstiklal’in sesi: Bir milletin ruhuna kazınan marş / 12.03.2025