Güngör Uras, iktisat tarihçisi Şevket Pamuk'un eserinden alıntı yaparak, Osmanlı Devleti'ni yıkılışa götüren sebeplerin iktisadi boyutunu analiz ediyor
Şevket Pamuk'un Osmanlı-Türkiye İktisadi Tarihi, 1500-1914 (İletişim Yayınları, 2005) isimli kitabının beşinci bölümünden sizlere ufak bir özet vereyim:* 1838 yılında İstanbul'da Baltalimanı'ndaki konağında Sadrazam Reşit Paşa İngiliz elçisiyle bir ticaret anlaşması imzaladı. Daha sonra diğer Avrupa devletleriyle de benzer anlaşmalar imzalandı.* Bu anlaşmayla Türkiye ihraç mallarına yüzde 12 vergi koyuyordu. Buna karşılık, ithalat vergisi yüzde 5 olacaktı. Yerli tüccarlar mallarını ülke içinde bir bölgeden bir başkasına taşırken yüzde 8 oranında iç gümrük vergisi öderken, yabancılardan bu vergi alınmayacaktı.* 1850'den itibaren yabancı sermayeye demiryolu yapımı imtiyazları verilmeye başlandı.* 1854 yılında dış borçlanma başladı.* 1856 Islahat Fermanı ile yabancı sermaye yatırımlarına izin verildi.* 1867 yılında yabancılara imparatorlukta toprak satın alma izini verildi.Şevket Pamuk diyor ki, "Her dönüm noktasında, ekonominin dışa açılması doğrultusunda atılan her adımda, Osmanlı yöneticileri, uzun vadeli iktisadi sonuçlardan çok, kısa vadede Avrupalı devletlerden sağlanacak siyasal ve mali desteği düşünüyorlardı."Osmanlı'yı ithalat yıktı* Askeri ve iç güvenlik harcamaları bütçede her zaman önemli yer tuttu. Abdülaziz zamanında (1861-1876) gereksiz pek çok cari harcama da borçlanılarak finanse edildi.* 19'uncu yüzyılda ithalat hızla arttı. Yerli üretim geleneksel loncalara dayanıyordu. Avrupa'daki hızlı sanayileşme karşısında bir hamle yapacak durumda değildi.* 19'uncu yüzyılda Anadolu'nun ithalatı 15 kat arttı. Avrupa'dan ithal edilen tekstil ürünlerinin hacmi 1820'den 1914'e kadar 100 kattan daha fazla arttı. İngiliz sanayinde işçi ücretleri artarken, Anadolu'nun geleneksel el tezgâhlarında çalışanlar düşük ücretle yetinmek zorundaydı. Türkiye'nin düşük ücrete ve emek yoğun üretime dayalı imalat sanayii yapısının kökenleri 19'uncu yüzyıldaki bu çarpık gelişmelere uzanır.* 1854'te başlayan borçlanma 1876 yılına kadar sürdü. Borç toplamı 200 milyon sterline ulaşmıştı. Yıllık anapara ve faiz ödemeleri 11 milyon sterlindi. Osmanlı maliyesinin yıllık geliri olan 18 milyon liranın yüzde 60'ı borç ödemeye gidiyordu.* 1875 yılında Osmanlı devleti borçları ödeyemez hale geldi. Önce borçların yarısını ödemeyeceğini açıkladı. Ardından 1876 yılında borç ödemelerini durdurdu.Borç batırdıBorçlu devletlerle yapılan görüşmeler 1881 yılında sonuçlandı. Duyun-u Umumiye (Genel Borçlar) İdaresi kuruldu.Bunlar Şevket Pamuk'un kitabından özetlediğim bilgiler. Bu anlatımdan kendime çıkardığım ders şu: "Ülkeyi yönetenler, ülke bütünlüğünü korumak, askeri harcamaları karşılamak, Avrupa ülkelerini memnun ederek desteklerini sağlamak ve daha fazla para bulmak arayışında, siyasi endişelerle ekonominin temeli olan üretimi unutuyorlar. Unutabiliyorlar. Yabancılar ithalatı ucuz, ihracatı pahalı hale getirecek politikaları ülkeye kabul ettiriyor. Bunun sonucu olarak ülke üretemez hale geliyor. Ucuz emeğe dayalı emek yoğun üretim birimleri dış rekabet karşısında eriyor. Yabancılar ülkenin borçlanmasını teşvik ediyor. Ama ülke borçları ödeyemez hale gelince alacaklılar gerekeni acımasızca yapıyor."Bunları sayın okuyucularıma aktarırken hiçbir art niyetim, kötü niyetim yoktur. Hiçbir tehlikeyi ima etmem, hiçbir politikayı eleştirmem söz konusu olamaz. Sadece birazcık da tarihten söz edeyim dedim. Kötü mü oldu?
Şevket Pamuk'un Osmanlı-Türkiye İktisadi Tarihi, 1500-1914 (İletişim Yayınları, 2005) isimli kitabının beşinci bölümünden sizlere ufak bir özet vereyim:* 1838 yılında İstanbul'da Baltalimanı'ndaki konağında Sadrazam Reşit Paşa İngiliz elçisiyle bir ticaret anlaşması imzaladı. Daha sonra diğer Avrupa devletleriyle de benzer anlaşmalar imzalandı.* Bu anlaşmayla Türkiye ihraç mallarına yüzde 12 vergi koyuyordu. Buna karşılık, ithalat vergisi yüzde 5 olacaktı. Yerli tüccarlar mallarını ülke içinde bir bölgeden bir başkasına taşırken yüzde 8 oranında iç gümrük vergisi öderken, yabancılardan bu vergi alınmayacaktı.* 1850'den itibaren yabancı sermayeye demiryolu yapımı imtiyazları verilmeye başlandı.* 1854 yılında dış borçlanma başladı.* 1856 Islahat Fermanı ile yabancı sermaye yatırımlarına izin verildi.* 1867 yılında yabancılara imparatorlukta toprak satın alma izini verildi.Şevket Pamuk diyor ki, "Her dönüm noktasında, ekonominin dışa açılması doğrultusunda atılan her adımda, Osmanlı yöneticileri, uzun vadeli iktisadi sonuçlardan çok, kısa vadede Avrupalı devletlerden sağlanacak siyasal ve mali desteği düşünüyorlardı."Osmanlı'yı ithalat yıktı* Askeri ve iç güvenlik harcamaları bütçede her zaman önemli yer tuttu. Abdülaziz zamanında (1861-1876) gereksiz pek çok cari harcama da borçlanılarak finanse edildi.* 19'uncu yüzyılda ithalat hızla arttı. Yerli üretim geleneksel loncalara dayanıyordu. Avrupa'daki hızlı sanayileşme karşısında bir hamle yapacak durumda değildi.* 19'uncu yüzyılda Anadolu'nun ithalatı 15 kat arttı. Avrupa'dan ithal edilen tekstil ürünlerinin hacmi 1820'den 1914'e kadar 100 kattan daha fazla arttı. İngiliz sanayinde işçi ücretleri artarken, Anadolu'nun geleneksel el tezgâhlarında çalışanlar düşük ücretle yetinmek zorundaydı. Türkiye'nin düşük ücrete ve emek yoğun üretime dayalı imalat sanayii yapısının kökenleri 19'uncu yüzyıldaki bu çarpık gelişmelere uzanır.* 1854'te başlayan borçlanma 1876 yılına kadar sürdü. Borç toplamı 200 milyon sterline ulaşmıştı. Yıllık anapara ve faiz ödemeleri 11 milyon sterlindi. Osmanlı maliyesinin yıllık geliri olan 18 milyon liranın yüzde 60'ı borç ödemeye gidiyordu.* 1875 yılında Osmanlı devleti borçları ödeyemez hale geldi. Önce borçların yarısını ödemeyeceğini açıkladı. Ardından 1876 yılında borç ödemelerini durdurdu.Borç batırdıBorçlu devletlerle yapılan görüşmeler 1881 yılında sonuçlandı. Duyun-u Umumiye (Genel Borçlar) İdaresi kuruldu.Bunlar Şevket Pamuk'un kitabından özetlediğim bilgiler. Bu anlatımdan kendime çıkardığım ders şu: "Ülkeyi yönetenler, ülke bütünlüğünü korumak, askeri harcamaları karşılamak, Avrupa ülkelerini memnun ederek desteklerini sağlamak ve daha fazla para bulmak arayışında, siyasi endişelerle ekonominin temeli olan üretimi unutuyorlar. Unutabiliyorlar. Yabancılar ithalatı ucuz, ihracatı pahalı hale getirecek politikaları ülkeye kabul ettiriyor. Bunun sonucu olarak ülke üretemez hale geliyor. Ucuz emeğe dayalı emek yoğun üretim birimleri dış rekabet karşısında eriyor. Yabancılar ülkenin borçlanmasını teşvik ediyor. Ama ülke borçları ödeyemez hale gelince alacaklılar gerekeni acımasızca yapıyor."Bunları sayın okuyucularıma aktarırken hiçbir art niyetim, kötü niyetim yoktur. Hiçbir tehlikeyi ima etmem, hiçbir politikayı eleştirmem söz konusu olamaz. Sadece birazcık da tarihten söz edeyim dedim. Kötü mü oldu?
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.