Bu ulvî yaratılış gayesiyle, bu yüce emaneti taşımasıyla mutabık olarak insan zübde-i alemdir ve aynı zamanda eşref-i mahlukattır. Maddesiyle de mânâsıyla da alemin özetidir. En mükemmel tarzda "Ahsen-i Takvim" üzere yaratılmıştır. Bu yüzden O, eşref-i mahlukattır.
İnsanın eşref-i mahlukat olması, beraberinde aynı nispette bir mesuliyeti de gerektirmektedir. Zira Allah'ın ezelî ve ebedî adâlet ölçüsünde nimet-külfet dengesi sözkonusudur. Kişi sahip olduğu nimet ve kudret nispetinde sorumludur. İnsanın eşref-i mahlukat sıfatı, paralelindeki mesuliyetle birleşince en mühim bir özelliği daha ortaya çıkmaktadır ki bu da insanın halifetullah oluşudur.
Halifetullah sıfatı, Cenab-ı Hakk'ın yeryüzündeki temsilciliğini ve O'nun iradesini hakim kılma yetki ve mesuliyetini ifade eder. Bu büyük görev, gerek ve yeter sıfatları taşımakla mümkündür. Esasen yeryüzünde mukaddes emaneti taşıyacak yetki ve sıfatlarla mücehhez kılınmış tek varlık insandır. İnsan, Hak adına mahlukata rahmet ve adalet menbaı olmak durumundadır. Bu görevi icrası ise kulluğunun ifadesi olmaktadır.
Allah'a kulluk aslında mutlak hürriyetin bir başka ifadesidir. Gerçek hürriyet ve huzur Allah'a kulluktadır. Allah'a kulluğun en kâmil anlamdaki ifadesi halifetullah görevidir. Halifetullah görevi, kalb ve fikir alanı gibi batınî dünya ile insanın dış tabiatını disiplin altına alan zahirî şartları nizamlayarak fıtrî yola kanalize eder.
Bu mânâda insanın üzerinde terettüp eden halifetullah sıfatı, ulvî yaratılış gayesine ve hayat içindeki mukaddes emaneti taşıma görevine işaret eden, mânâ zenginliği veren, şeref ve yücelik kazandıran yegane hakikattır.
Kulluktan maksat Hakk'a kurbiyet (yakınlık) kazanmaktadır. İşte risaletin ana gayesi, bu kulluğu gerçekleştirmek, insanı kendi yararına ve Hak adına kazanmaktır. Fert asıldır. Toplumlar tek tek fertlerden meydana geldiğine göre toplumların felah ve saadeti de ferdin felah ve saadetine bağlıdır. [13,49] Kur'an-ı Kerim'de insanın muhatap alınması, toplumların bozulmasına insanların bozulmasının sebep gösterilmesi bu nükteden dolayıdır. Nitekim mükellef olan insandır; hesap, mükafat ve ceza insanadır. Risaletin gayesi de halifetullah olmaya namzet, vasıflı insanı yetiştirmektir.
Bu cümleden olarak insanın eşya üzerindeki tasarrufları da iç dünyanın dışa vurulması olarak görülmelidir. Nitekim eşya, insan elinde nötr ve etkisiz halde bulunmaktadır. Eşyayı kullanan el ve elin bağlı olduğu kalbin rengine göre eşya ve insanın emrine verilen varlıklar, renk ve şekil kazanmaktadırlar. Bu sebeple tarih boyunca Allah'ın bütün seçkin kulları hizmet, gayret ve himmetlerini insan üzerine yoğunlaştırmış, bir gönül işçisi olarak çaba göstermişlerdir.
İnsanın eşref-i mahlukat olması, beraberinde aynı nispette bir mesuliyeti de gerektirmektedir. Zira Allah'ın ezelî ve ebedî adâlet ölçüsünde nimet-külfet dengesi sözkonusudur. Kişi sahip olduğu nimet ve kudret nispetinde sorumludur. İnsanın eşref-i mahlukat sıfatı, paralelindeki mesuliyetle birleşince en mühim bir özelliği daha ortaya çıkmaktadır ki bu da insanın halifetullah oluşudur.
Halifetullah sıfatı, Cenab-ı Hakk'ın yeryüzündeki temsilciliğini ve O'nun iradesini hakim kılma yetki ve mesuliyetini ifade eder. Bu büyük görev, gerek ve yeter sıfatları taşımakla mümkündür. Esasen yeryüzünde mukaddes emaneti taşıyacak yetki ve sıfatlarla mücehhez kılınmış tek varlık insandır. İnsan, Hak adına mahlukata rahmet ve adalet menbaı olmak durumundadır. Bu görevi icrası ise kulluğunun ifadesi olmaktadır.
Allah'a kulluk aslında mutlak hürriyetin bir başka ifadesidir. Gerçek hürriyet ve huzur Allah'a kulluktadır. Allah'a kulluğun en kâmil anlamdaki ifadesi halifetullah görevidir. Halifetullah görevi, kalb ve fikir alanı gibi batınî dünya ile insanın dış tabiatını disiplin altına alan zahirî şartları nizamlayarak fıtrî yola kanalize eder.
Bu mânâda insanın üzerinde terettüp eden halifetullah sıfatı, ulvî yaratılış gayesine ve hayat içindeki mukaddes emaneti taşıma görevine işaret eden, mânâ zenginliği veren, şeref ve yücelik kazandıran yegane hakikattır.
Kulluktan maksat Hakk'a kurbiyet (yakınlık) kazanmaktadır. İşte risaletin ana gayesi, bu kulluğu gerçekleştirmek, insanı kendi yararına ve Hak adına kazanmaktır. Fert asıldır. Toplumlar tek tek fertlerden meydana geldiğine göre toplumların felah ve saadeti de ferdin felah ve saadetine bağlıdır. [13,49] Kur'an-ı Kerim'de insanın muhatap alınması, toplumların bozulmasına insanların bozulmasının sebep gösterilmesi bu nükteden dolayıdır. Nitekim mükellef olan insandır; hesap, mükafat ve ceza insanadır. Risaletin gayesi de halifetullah olmaya namzet, vasıflı insanı yetiştirmektir.
Bu cümleden olarak insanın eşya üzerindeki tasarrufları da iç dünyanın dışa vurulması olarak görülmelidir. Nitekim eşya, insan elinde nötr ve etkisiz halde bulunmaktadır. Eşyayı kullanan el ve elin bağlı olduğu kalbin rengine göre eşya ve insanın emrine verilen varlıklar, renk ve şekil kazanmaktadırlar. Bu sebeple tarih boyunca Allah'ın bütün seçkin kulları hizmet, gayret ve himmetlerini insan üzerine yoğunlaştırmış, bir gönül işçisi olarak çaba göstermişlerdir.