Vatandaşı yeni zamlar bekliyor
TÜİK'in açıkladığı eylül ayı Tarım ÜFE verileri, çiftçinin maliyetinin bir ayda yüzde 5.8 arttığını gözler önüne serdi. Çiftçiler aynı oranda ürünlerine zam yapamazken, vatandaşlar sofralarında küçülen porsiyonlarla yüzleşiyor. Hem çiftçi, hem de vatandaş enflasyon altında ezilmeye devam ediyor
14.10.2025 14:30:00
Eyüp Kabil
Eyüp Kabil





Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanan verilere göre, Tarım Ürünleri Üretici Fiyat Endeksi (Tarım ÜFE), Eylül 2025 ayında bir önceki aya kıyasla yüzde 5,8 oranında artarken, geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 46,83'lük bir sıçrama gösterdi.
Bu rakamlar, tarım sektörünün fiyat dinamiklerinde yaşanan hızlı değişimin bir yansıması olarak dikkat çekiyor. Özellikle yumuşak ve sert çekirdekli meyvelerdeki yüzde 155'e varan rekor artışlar, sebze ve bazı tarla ürünlerinde gözlenen düşüşlere rağmen genel endeksin yukarı yönlü ivmesini domine ediyor.
Bu gelişme, sadece istatistiksel bir veri olmanın ötesinde, ülkenin gıda zincirini doğrudan etkileyen bir domino etkisi yaratıyor.
Peki, bu yükselişin çiftçiler ve sıradan vatandaşlar üzerindeki yansımaları neler? Gelin, bu soruyu ekonomik, sosyal ve günlük yaşam perspektiflerinden ele alalım.
Çiftçiler için iyimser bir durum yok
Öncelikle, çiftçilerin bu veriden nasıl etkilendiğini incelemekte fayda var. Tarım ÜFE'si, üretici fiyatlarını ölçen bir endeks olarak, çiftçilerin sattığı ürünlerin piyasa değerindeki değişimleri yansıtıyor. Yüzde 46,83'lük yıllık artış, ilk bakışta çiftçiler için olumlu bir tablo çiziyor gibi görünebilir; zira meyve gibi bazı ürünlerdeki fiyat patlaması, gelirlerini kısa vadede artırabilir. Örneğin, elma, armut veya üzüm gibi yumuşak çekirdekli meyvelerin fiyatları, mevsimsel talep ve iklim koşullarının da etkisiyle rekor seviyelere ulaşmış durumda. Bu, küçük ölçekli aile çiftlikleri için beklenmedik bir nefes alma fırsatı sunabilir; belki de artan gelirle yeni tohum alımı veya basit ekipman yatırımı yapma şansı doğar. Ancak bu iyimserlik, derinlemesine bakıldığında hızla gölgeleniyor.
Girdi maliyetleri arttı
Çiftçilerin karşı karşıya kaldığı gerçeklik, girdi maliyetlerindeki paralel yükselişle şekilleniyor. Gübre, mazot, tohum ve ilaç gibi tarımsal girdilerin fiyatları, döviz kurlarındaki dalgalanmalar ve küresel enerji krizinin devam eden etkileriyle birlikte, aynı dönemde yüzde 30'lara varan artışlar gösterdi.
TÜİK'in alt endekslerine göre, tek yıllık bitkisel ürünlerdeki aylık yüzde 5,10'luk artış, bu maliyet baskısını doğrudan yansıtıyor. Sonuç olarak, çiftçi eline geçen fazladan para, masrafları karşılamaya yetmeyebiliyor.
Bir pamuk üreticisi düşünün: Ürününün fiyatı artsa da, mazotun litresi bir ayda yüzde 10 zamlanıyorsa, net kazanç eriyip gidiyor. Bu durum, özellikle Anadolu'nun iç kesimlerindeki orta ölçekli çiftlikleri zorluyor; borç yükü artıyor, kredi ödemeleri gecikiyor ve bazıları tarımdan uzaklaşma noktasına geliyor.
Uzun vadede, bu baskı tarımsal üretimin daralmasına yol açabilir; zira çiftçiler risk almaktan kaçınarak, yüksek fiyatlı ürünlere yönelmek yerine geleneksel ekimden vazgeçebiliyor. Sosyal boyutta ise, kırsal nüfusun gençleri şehirlere göç ediyor, köylerde yaşlı nüfus kalıyor ve tarım mirası tehlike altına giriyor. Kısacası, çiftçiler için bu veri, bir yandan umut verirken diğer yandan sürdürülebilirliklerini sorgulatan bir ikilem yaratıyor.
Vatandaşı nasıl etkiliyor?
Peki ya vatandaşlar? Onlar için Tarım ÜFE'deki bu yükseliş, market raflarındaki etiketlerde somutlaşıyor. Üretici fiyatlarındaki artış, doğal olarak tüketici fiyat endeksine (TÜFE) yansıyor ve gıda enflasyonu tetikliyor.
Eylül ayındaki yüzde 5,8'lik aylık sıçrama, özellikle meyve grubunda kendini gösteriyor; bir kilo üzümün fiyatı, geçen yıla göre neredeyse iki katına çıkmış durumda. Bu, dar gelirli haneler için doğrudan bir darbe: Aylık gıda harcamalarının yüzde 40-50'sini oluşturan sebze-meyve sepeti, bütçeyi daha da sıkıştırıyor.
Düşünün, bir anne-baba; çocuklarının kahvaltı tabağına koydukları elmayı artık daha nadir ekliyor, çünkü o para otobüs bileti veya fatura ödemeye gidiyor. Yoksulluk sınırı altındaki ailelerde, bu artış beslenme kalitesini düşürüyor; taze meyve yerine işlenmiş gıdalara yönelme artıyor, ki bu da uzun vadede sağlık sorunlarını çoğaltıyor, obezite, vitamin eksikliği gibi.
Genel enflasyonun itici gücü
Ekonomik zincirleme etki ise daha geniş: Gıda fiyatlarındaki yükseliş, genel enflasyonun itici gücü haline geliyor. Türkiye'de gıda, TÜFE sepetinin önemli bir parçasını oluşturduğundan, bu yüzde 46,83'lük artış, maaşların erimesine neden oluyor.
Asgari ücretle geçinen bir işçi ailesi için, ekmek ve süt gibi temel ürünlerin dolaylı zamları, tasarruf marjını sıfırlıyor. Üstelik, sebze fiyatlarındaki düşüşler -örneğin domates veya biberde gözlenen gerileme- genel tabloyu yumuşatmıyor; çünkü meyve ve hayvansal ürünlerdeki artışlar, ortalama tüketim sepetini yukarı çekiyor.
Canlı hayvan ve hayvansal ürünlerdeki yüzde 3,42'lik aylık artış, et ve süt fiyatlarını da etkiliyor; bir kilo dana etinin kilosu, geçen eylüle göre yüzde 40 zamlanmış olabilir. Bu, restoranlardan ev mutfaklarına kadar her yere yansıyor: Dışarıda yemek yiyenler faturayı kabullenmek zorunda kalıyor, evde kalanlar ise porsiyonları küçültüyor.
Sosyal ve politik yansımalar da göz ardı edilemez
Sosyal ve politik yansımalar da göz ardı edilemez. Vatandaşlar arasında artan hoşnutsuzluk, sosyal medya tartışmalarından sokak protestolarına kadar uzanabilir; "Ucuz gıda" talebi, hükümet politikalarını sorgulatıyor. Tarım destekleri, sübvansiyonlar veya ithalat düzenlemeleri gibi önlemler gündeme geliyor, ancak kısa vadede bunlar yetersiz kalıyor.
Pandemi sonrası tedarik zinciri kırılganlıkları ve iklim değişikliğinin getirdiği kuraklık gibi faktörler, bu artışı kalıcı kılıyor; 2025'in sıcak yaz ayları, meyve verimini düşürerek fiyatları daha da yukarı itmiş durumda.
Sonuç olarak, TÜİK'in Eylül 2025 Tarım ÜFE verisi, tarım sektörünün kırılganlığını bir kez daha ortaya koyuyor. Çiftçiler için kısa vadeli kazançlar, uzun vadeli maliyet tuzağına dönüşürken; vatandaşlar içinse günlük yaşamın her alanında hissedilen bir yük haline geliyor.
Bu döngüyü kırmak adına, sürdürülebilir tarım politikaları -girdi maliyetlerini dengeleyen teşvikler, su kaynaklarını koruyan yatırımlar ve adil fiyat mekanizmaları- acil ihtiyaç haline geliyor.
Aksi takdirde, bu yüzde 46,83'lük artış, sadece bir rakam olmaktan çıkıp, toplumun refahını tehdit eden bir gölgeye dönüşebilir. Tarım, nihayetinde hepimizin sofrasında biter; o sofrayı korumak, hepimizin sorumluluğu.
Bu rakamlar, tarım sektörünün fiyat dinamiklerinde yaşanan hızlı değişimin bir yansıması olarak dikkat çekiyor. Özellikle yumuşak ve sert çekirdekli meyvelerdeki yüzde 155'e varan rekor artışlar, sebze ve bazı tarla ürünlerinde gözlenen düşüşlere rağmen genel endeksin yukarı yönlü ivmesini domine ediyor.
Bu gelişme, sadece istatistiksel bir veri olmanın ötesinde, ülkenin gıda zincirini doğrudan etkileyen bir domino etkisi yaratıyor.
Peki, bu yükselişin çiftçiler ve sıradan vatandaşlar üzerindeki yansımaları neler? Gelin, bu soruyu ekonomik, sosyal ve günlük yaşam perspektiflerinden ele alalım.
Çiftçiler için iyimser bir durum yok
Öncelikle, çiftçilerin bu veriden nasıl etkilendiğini incelemekte fayda var. Tarım ÜFE'si, üretici fiyatlarını ölçen bir endeks olarak, çiftçilerin sattığı ürünlerin piyasa değerindeki değişimleri yansıtıyor. Yüzde 46,83'lük yıllık artış, ilk bakışta çiftçiler için olumlu bir tablo çiziyor gibi görünebilir; zira meyve gibi bazı ürünlerdeki fiyat patlaması, gelirlerini kısa vadede artırabilir. Örneğin, elma, armut veya üzüm gibi yumuşak çekirdekli meyvelerin fiyatları, mevsimsel talep ve iklim koşullarının da etkisiyle rekor seviyelere ulaşmış durumda. Bu, küçük ölçekli aile çiftlikleri için beklenmedik bir nefes alma fırsatı sunabilir; belki de artan gelirle yeni tohum alımı veya basit ekipman yatırımı yapma şansı doğar. Ancak bu iyimserlik, derinlemesine bakıldığında hızla gölgeleniyor.
Girdi maliyetleri arttı
Çiftçilerin karşı karşıya kaldığı gerçeklik, girdi maliyetlerindeki paralel yükselişle şekilleniyor. Gübre, mazot, tohum ve ilaç gibi tarımsal girdilerin fiyatları, döviz kurlarındaki dalgalanmalar ve küresel enerji krizinin devam eden etkileriyle birlikte, aynı dönemde yüzde 30'lara varan artışlar gösterdi.
TÜİK'in alt endekslerine göre, tek yıllık bitkisel ürünlerdeki aylık yüzde 5,10'luk artış, bu maliyet baskısını doğrudan yansıtıyor. Sonuç olarak, çiftçi eline geçen fazladan para, masrafları karşılamaya yetmeyebiliyor.
Bir pamuk üreticisi düşünün: Ürününün fiyatı artsa da, mazotun litresi bir ayda yüzde 10 zamlanıyorsa, net kazanç eriyip gidiyor. Bu durum, özellikle Anadolu'nun iç kesimlerindeki orta ölçekli çiftlikleri zorluyor; borç yükü artıyor, kredi ödemeleri gecikiyor ve bazıları tarımdan uzaklaşma noktasına geliyor.
Uzun vadede, bu baskı tarımsal üretimin daralmasına yol açabilir; zira çiftçiler risk almaktan kaçınarak, yüksek fiyatlı ürünlere yönelmek yerine geleneksel ekimden vazgeçebiliyor. Sosyal boyutta ise, kırsal nüfusun gençleri şehirlere göç ediyor, köylerde yaşlı nüfus kalıyor ve tarım mirası tehlike altına giriyor. Kısacası, çiftçiler için bu veri, bir yandan umut verirken diğer yandan sürdürülebilirliklerini sorgulatan bir ikilem yaratıyor.
Vatandaşı nasıl etkiliyor?
Peki ya vatandaşlar? Onlar için Tarım ÜFE'deki bu yükseliş, market raflarındaki etiketlerde somutlaşıyor. Üretici fiyatlarındaki artış, doğal olarak tüketici fiyat endeksine (TÜFE) yansıyor ve gıda enflasyonu tetikliyor.
Eylül ayındaki yüzde 5,8'lik aylık sıçrama, özellikle meyve grubunda kendini gösteriyor; bir kilo üzümün fiyatı, geçen yıla göre neredeyse iki katına çıkmış durumda. Bu, dar gelirli haneler için doğrudan bir darbe: Aylık gıda harcamalarının yüzde 40-50'sini oluşturan sebze-meyve sepeti, bütçeyi daha da sıkıştırıyor.
Düşünün, bir anne-baba; çocuklarının kahvaltı tabağına koydukları elmayı artık daha nadir ekliyor, çünkü o para otobüs bileti veya fatura ödemeye gidiyor. Yoksulluk sınırı altındaki ailelerde, bu artış beslenme kalitesini düşürüyor; taze meyve yerine işlenmiş gıdalara yönelme artıyor, ki bu da uzun vadede sağlık sorunlarını çoğaltıyor, obezite, vitamin eksikliği gibi.
Genel enflasyonun itici gücü
Ekonomik zincirleme etki ise daha geniş: Gıda fiyatlarındaki yükseliş, genel enflasyonun itici gücü haline geliyor. Türkiye'de gıda, TÜFE sepetinin önemli bir parçasını oluşturduğundan, bu yüzde 46,83'lük artış, maaşların erimesine neden oluyor.
Asgari ücretle geçinen bir işçi ailesi için, ekmek ve süt gibi temel ürünlerin dolaylı zamları, tasarruf marjını sıfırlıyor. Üstelik, sebze fiyatlarındaki düşüşler -örneğin domates veya biberde gözlenen gerileme- genel tabloyu yumuşatmıyor; çünkü meyve ve hayvansal ürünlerdeki artışlar, ortalama tüketim sepetini yukarı çekiyor.
Canlı hayvan ve hayvansal ürünlerdeki yüzde 3,42'lik aylık artış, et ve süt fiyatlarını da etkiliyor; bir kilo dana etinin kilosu, geçen eylüle göre yüzde 40 zamlanmış olabilir. Bu, restoranlardan ev mutfaklarına kadar her yere yansıyor: Dışarıda yemek yiyenler faturayı kabullenmek zorunda kalıyor, evde kalanlar ise porsiyonları küçültüyor.
Sosyal ve politik yansımalar da göz ardı edilemez
Sosyal ve politik yansımalar da göz ardı edilemez. Vatandaşlar arasında artan hoşnutsuzluk, sosyal medya tartışmalarından sokak protestolarına kadar uzanabilir; "Ucuz gıda" talebi, hükümet politikalarını sorgulatıyor. Tarım destekleri, sübvansiyonlar veya ithalat düzenlemeleri gibi önlemler gündeme geliyor, ancak kısa vadede bunlar yetersiz kalıyor.
Pandemi sonrası tedarik zinciri kırılganlıkları ve iklim değişikliğinin getirdiği kuraklık gibi faktörler, bu artışı kalıcı kılıyor; 2025'in sıcak yaz ayları, meyve verimini düşürerek fiyatları daha da yukarı itmiş durumda.
Sonuç olarak, TÜİK'in Eylül 2025 Tarım ÜFE verisi, tarım sektörünün kırılganlığını bir kez daha ortaya koyuyor. Çiftçiler için kısa vadeli kazançlar, uzun vadeli maliyet tuzağına dönüşürken; vatandaşlar içinse günlük yaşamın her alanında hissedilen bir yük haline geliyor.
Bu döngüyü kırmak adına, sürdürülebilir tarım politikaları -girdi maliyetlerini dengeleyen teşvikler, su kaynaklarını koruyan yatırımlar ve adil fiyat mekanizmaları- acil ihtiyaç haline geliyor.
Aksi takdirde, bu yüzde 46,83'lük artış, sadece bir rakam olmaktan çıkıp, toplumun refahını tehdit eden bir gölgeye dönüşebilir. Tarım, nihayetinde hepimizin sofrasında biter; o sofrayı korumak, hepimizin sorumluluğu.
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.