Zaten bu haliyle değil, ilk hali ile bile kamu vicdanını rahatsız eder bir durumda olan Rahşan Affı'nın geleceği nokta belli idi.
"Şartlı Salıverme" kılıfı ile sunulan Rahşan Affı'nın bazı maddelerini, aynı 1973 affında olduğu gibi biliyorsunuz Anayasa mahkemesi iptal etmiş ve endişelerimizi doğrular biçimde kapsamını genişletecek şekilde yeni düzenlemelerin yapılması için hükümete altı aylık bir süre tanımıştı.
Ben hep gayri samimi olduğuna inandığım bu hükümetin, affın kapsamının Anayasa mahkemesi tarafından genişletilmesi için bilerek ve isteyerek yanlış ve eksik maddelerle dolu bir kanun hazırladığı düşüncesindeyim.
Hükümet altı aylık sürenin "son" günü yeni düzenlemeyi onay için Cumhurbaşkanı'na gönderdi. Öncelikle bu tavırda iyi niyet seziyor musunuz, yoksa davranışın bir yangından mal kaçırma popülizmi olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Ben ikinci fikirdeyim ve daha ağırını yazmaya kalem adâbım izin vermiyor. Bu "son gün" manevrasında da yine aynı şekilde "bilerek ve isteyerek" yasal boşluğun arkasına sığınma gayreti sezilmiyor mu?
İkinci düzenlemeyle kapsama Kırcı ve Ağca'nın da dahil edilmesi sonucu "medya cellatları" ayağa kalktı. Daha önce göstermedikleri ölçüde bir tepki koydular.
Durumun aldığı halden Ecevit de "rahatsız"dı ve her zamanki gibi sindirim zorluğu çekiyordu. Şöyle dedi; "Af yasasına en çok tepkiyi de Rahşan Ecevit gösteriyor. Çünkü o biliyorsunuz, birtakım ağır suçlar işlemiş olanların aftan yararlanmasına karşı idi. Şimdi gene inşallah bu önlenecektir. Ben de taraftar değilim. Bu kadar kapsamlı bir affa taraftar değilim".
Genel Başkanlarından işaret alan DSP'liler de "Üzgünüz, bu affı savunmaya çalışmayacağız" diye beyanat verdiler.
Cumhurbaşkanı beklemeden, beş saat içinde düzenlemeyi veto etti.
Kamuoyu arkasındaydı, iktidarın en büyük ortağı genel başkanı ve milletvekilleri aracılığı ile zaten rahatsızlıklarını beyan etmişlerdi ve onlar da arkasındaydı.
DSP'den bir tek Adalet Bakanı, Genel Başkanına ve parti grubunun hislerine aykırı duygular içinde idi, Cumhurbaşkanı'nın Meclisin kabul ettiği bir yasayı veto edip geri göndermesinin Anayasa Hukuku ile bağdaşmadığını söyledi, hâttâ daha da ileri giderek "Cumhurbaşkanı, halâ Anayasa Mahkemesi Başkanı imiş gibi davranıyor" dedi.
Beklentiler buna rağmen "yeni bir düzenleme" yapılacağı yönünde idi, çünkü Başbakan bile "sindiremediğini" ifade etmişti.
Bu noktada MHP'nin tavrı önem kazandı. Çünkü kamuoyu Kırcı ve Ağca'yı MHP fikriyatına yakın olarak biliyordu. MHP ne yapacaktı?
Aslında hükümeti teşkil eden partilerin önünde iki yol vardı; 1) ANAP ve DSP, MHP'yi, yalnız bırakarak bir süredir denedikleri gibi hükümet dışında ve meclis içinde yeni bir ittifak-koalisyon deneyebilirlerdi; 2) MHP ortaklarını yalnız bırakarak aynı yolu o deneyebilir, meclis çoğunluğuna dayalı bir yasayı ortaklarına rağmen çıkarabilirdi.
Ve zaten "yol olduğu için" bu davranış "uyum ve istikrar içindeki" hükümeti bozmazdı.
Fakat hayrettir, Bakanlar Kurulu toplantısından "yasayı aynen Köşke iade" kararı çıktı.
Birileri Türkiye ile resmen ve alenen alay ediyordu.
Aslında bu; Milliyet'ten Saliha Çolak'ın 25 Nisan Perşembe günü Ankara'dan geçtiği, komisyonda bakan Türk ile MHP'li milletvekili Orhan Bıçakçıoğlu arasındaki pazarlığı ve şu haberin satır aralarını okuyanlar için sürpriz değildi:
"MHP İstanbul Milletvekili Mehmet Gül aynı suçu işleyen solculara farklı cezalar verildiğini savunarak, ülkücülerin 'kırgın" olduğunu belirtti. Affın aynı suçlar için eşit ıygulanması gerektiğini belirten Gül, 'Ağca için af istemiyorum, eşitlik istiyorum. Abdullah Öcalan, Dursun Karataş da giriyorsa girsin' dedi".
Gül, Ağca için Karataş ve Öcalan pazarlığı yapıyordu. Ağca karşılığında Öcalan affedilecekse edilsin demek istiyordu.
Şimdi aklınıza doğal olarak 12 Ocak 2000 günü MHP'nin, Öcalan'ın dosyasının Başbakanlıkta bekletilmesine neden razı olduğu ile ilgili kötü fikirler gelmez mi?
Sizi bilmem ama ben affın suyunun çıktığını düşünüyorum.
"Şartlı Salıverme" kılıfı ile sunulan Rahşan Affı'nın bazı maddelerini, aynı 1973 affında olduğu gibi biliyorsunuz Anayasa mahkemesi iptal etmiş ve endişelerimizi doğrular biçimde kapsamını genişletecek şekilde yeni düzenlemelerin yapılması için hükümete altı aylık bir süre tanımıştı.
Ben hep gayri samimi olduğuna inandığım bu hükümetin, affın kapsamının Anayasa mahkemesi tarafından genişletilmesi için bilerek ve isteyerek yanlış ve eksik maddelerle dolu bir kanun hazırladığı düşüncesindeyim.
Hükümet altı aylık sürenin "son" günü yeni düzenlemeyi onay için Cumhurbaşkanı'na gönderdi. Öncelikle bu tavırda iyi niyet seziyor musunuz, yoksa davranışın bir yangından mal kaçırma popülizmi olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Ben ikinci fikirdeyim ve daha ağırını yazmaya kalem adâbım izin vermiyor. Bu "son gün" manevrasında da yine aynı şekilde "bilerek ve isteyerek" yasal boşluğun arkasına sığınma gayreti sezilmiyor mu?
İkinci düzenlemeyle kapsama Kırcı ve Ağca'nın da dahil edilmesi sonucu "medya cellatları" ayağa kalktı. Daha önce göstermedikleri ölçüde bir tepki koydular.
Durumun aldığı halden Ecevit de "rahatsız"dı ve her zamanki gibi sindirim zorluğu çekiyordu. Şöyle dedi; "Af yasasına en çok tepkiyi de Rahşan Ecevit gösteriyor. Çünkü o biliyorsunuz, birtakım ağır suçlar işlemiş olanların aftan yararlanmasına karşı idi. Şimdi gene inşallah bu önlenecektir. Ben de taraftar değilim. Bu kadar kapsamlı bir affa taraftar değilim".
Genel Başkanlarından işaret alan DSP'liler de "Üzgünüz, bu affı savunmaya çalışmayacağız" diye beyanat verdiler.
Cumhurbaşkanı beklemeden, beş saat içinde düzenlemeyi veto etti.
Kamuoyu arkasındaydı, iktidarın en büyük ortağı genel başkanı ve milletvekilleri aracılığı ile zaten rahatsızlıklarını beyan etmişlerdi ve onlar da arkasındaydı.
DSP'den bir tek Adalet Bakanı, Genel Başkanına ve parti grubunun hislerine aykırı duygular içinde idi, Cumhurbaşkanı'nın Meclisin kabul ettiği bir yasayı veto edip geri göndermesinin Anayasa Hukuku ile bağdaşmadığını söyledi, hâttâ daha da ileri giderek "Cumhurbaşkanı, halâ Anayasa Mahkemesi Başkanı imiş gibi davranıyor" dedi.
Beklentiler buna rağmen "yeni bir düzenleme" yapılacağı yönünde idi, çünkü Başbakan bile "sindiremediğini" ifade etmişti.
Bu noktada MHP'nin tavrı önem kazandı. Çünkü kamuoyu Kırcı ve Ağca'yı MHP fikriyatına yakın olarak biliyordu. MHP ne yapacaktı?
Aslında hükümeti teşkil eden partilerin önünde iki yol vardı; 1) ANAP ve DSP, MHP'yi, yalnız bırakarak bir süredir denedikleri gibi hükümet dışında ve meclis içinde yeni bir ittifak-koalisyon deneyebilirlerdi; 2) MHP ortaklarını yalnız bırakarak aynı yolu o deneyebilir, meclis çoğunluğuna dayalı bir yasayı ortaklarına rağmen çıkarabilirdi.
Ve zaten "yol olduğu için" bu davranış "uyum ve istikrar içindeki" hükümeti bozmazdı.
Fakat hayrettir, Bakanlar Kurulu toplantısından "yasayı aynen Köşke iade" kararı çıktı.
Birileri Türkiye ile resmen ve alenen alay ediyordu.
Aslında bu; Milliyet'ten Saliha Çolak'ın 25 Nisan Perşembe günü Ankara'dan geçtiği, komisyonda bakan Türk ile MHP'li milletvekili Orhan Bıçakçıoğlu arasındaki pazarlığı ve şu haberin satır aralarını okuyanlar için sürpriz değildi:
"MHP İstanbul Milletvekili Mehmet Gül aynı suçu işleyen solculara farklı cezalar verildiğini savunarak, ülkücülerin 'kırgın" olduğunu belirtti. Affın aynı suçlar için eşit ıygulanması gerektiğini belirten Gül, 'Ağca için af istemiyorum, eşitlik istiyorum. Abdullah Öcalan, Dursun Karataş da giriyorsa girsin' dedi".
Gül, Ağca için Karataş ve Öcalan pazarlığı yapıyordu. Ağca karşılığında Öcalan affedilecekse edilsin demek istiyordu.
Şimdi aklınıza doğal olarak 12 Ocak 2000 günü MHP'nin, Öcalan'ın dosyasının Başbakanlıkta bekletilmesine neden razı olduğu ile ilgili kötü fikirler gelmez mi?
Sizi bilmem ama ben affın suyunun çıktığını düşünüyorum.
Hüseyin Mümtaz / diğer yazıları
- Ekonomi, İslam ve Rusya / 01.04.2006
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002
- Küresel aktörler, bölgesel piyonlar / 20.12.2005
- 'Namkör' kedi / 16.07.2002
- Cılkı çıkan siyaset / 15.07.2002
- İsmail Cem'in sakladıkları / 14.07.2002
- Cem fotoğrafları / 13.07.2002
- Vitesten atan siyaset / 12.07.2002
- Freni patlayan siyaset / 11.07.2002
- "Nankör kedi" / 10.07.2002
- "Bindir bir alamete" politikası / 09.07.2002