Aşk tekliktir, ikinin bir olmasıdır
Rabıta ile yapılan zikrullah sebebiyle, Cenâb-ı Hakk kulunun kalbine tecelli eder. İşte orada Allah kendi Zatını sevmeye başlar. Esasen aşk tekliktir. Yani ikinin bire rücu etmesidir. İkinin bir olmasıdır. Allah kulunun kalbine tecelli ettiği zaman, o tecelli ile kulun kendini unutmasıdır
29.11.2024 08:27:00
Haber Merkezi
Haber Merkezi
Davud b. Sirhan rivâyet eder; "Ebu Abdullah (Ca'fer es-Sâdık aleyhisselâm) şöyle buyurdu:
Resûlullah (s.a.a.) şöyle buyurmuştur: Kim Allah'ı (Azze ve Celle) çok zikrederse, Allah onu sever. Kim Allah'ı çok zikrederse, onun için iki berat (kurtuluş) yazılır; ateşten berat ve nifaktan berat."
Rabıta ile yapılan zikrullah sebebiyle, Cenâb-ı Hakk kulunun kalbine tecelli eder. İşte orada Allah kendi Zatını sevmeye başlar. Esasen aşk tekliktir. Yani ikinin bire rücu etmesidir. İkinin bir olmasıdır. Allah kulunun kalbine tecelli ettiği zaman, o tecelli ile kulun kendini unutmasıdır.
Bu yanan bir sobanın içine simsiyah kömürün atılmasıyla, on dakika sonra bu simsiyah kömürün ateş rengine bürünüp, ortada hiçbir şey kalmayıp, her şeyin ateş olmasına benzer.
Nuranî tecelliler kulun kalbine tecelli ettiği zaman, işte o teklikte, nefis dediğimiz "ene/ben" dediğimiz şey kömür gibi erimeye başlar. O'nun varlığına bürünür. "Allah'ın ahlâkı ile ahlâklanınız" budur. O varlığa bürünmek, o ahlâka sahip olmaktır. Onun için kemâlde yükselen her insanın hâli çocuk gibidir.
Nefesi bile misk-i amber gibi kokar. Küçük çocukların nefesi koklandığında da aynı koku mevcuttur. Yani onlardan ağız kokusu alınamaz. Çünkü o artık maksada, Varlıkların Sahibine gönülden vâsıl olmuş, irtibatı kurmuştur. O'nu kendisinden geçiren, onu pişiren o sevgidir.
İnsan, kalbine gelen tecellilerle Allah'ı hem bilir, hem de sever. İkisi iç içedir. Ârifibillah'ın kalbi devamlı Allah ile beraber olduğu için, diridir. O'nu sever, sevdiği için de O'nu tanır.
Yani tanımakla sevmek iç içedir. Zâten Allah'ın bilinmesi sevilmesinin alametidir. Veya sevilmesinin alameti bilinmesidir. Bunların ikisi birbirini tanımlayan hususlardır.
Kulun Allah'ı sevmesi, Allah'ın kulu sevmesini davet eder. Aşk ise Cenâb-ı Vâcibu'l-Vücud Hazretlerinin, kulunun kalbinde Zâtını sevmesidir.
Eğer bir insanda aşk varsa, o insan bilsin ki, onun kalbinde Allah kendi Zâtını seviyor demektir. Zâten insanların nihai noktada varmak istedikleri makam, rütbe de budur. Mü'minin kalbi Allah'ın beytidir. Allah, kulunun kalbini kendine beyt ediniyor. Bundaki mânânın değerinin anlatılması sözle mümkün değildir. Allah'ın, sevdiği kulunu, tecellisine mekân kabul etmesi, bir başka ifade ile, Allah'ın, o kula misafir olması, makamların en yücesidir.
Abdulkadir Geylani (k.s.), "Fethu'r-Rabbanî ve'l-Feyzu'r-Rahmânî" adlı eserinde şöyle buyuruyor:
"Seven, ancak Allah'tan gayri şeylerden kalbini temizlediği zaman sevgili olabilir. Mahbub mertebesine ulaşabilir. Henüz muhib-seven mertebesinde bulunan kişinin tevhidi, tevekkülü, imanı, kat'i ve sarsılmaz inancı ve mârifetullahı tamamladığı zaman, o mahbub yani Allah tarafından sevilen kul mertebesine erişir. İşte o anda onun üzerinden bütün sıkıntılar, meşakkatler ve bedbahtlıklar gider, rahata kavuşur. Bu hususu bir misalle açıklayalım:
Mesela, öyle bir kişi farz edelim ki, kendisinden uzak diyarlarda bulunan ulu bir hakana sevgi-muhabbet beslemiş olsun.
Nihayet bir gün, bu şiddetli sevginin neticesi olarak ona ulaşmak maksadıyla yollara düşsün. Gece-gündüz demeden, yolculuğun bütün meşakkat ve sıkıntılarına katlanarak yol alsın. Sonunda hakanın ülkesine varsın. Sarayına yaklaşsın.
Burada kendisinin hâlini hakana arz etsinler. O da hemen has hizmetçilerini göndererek misafirini karşılatsın. Has hizmetçiler onu alsınlar, yıkasınlar, güzel elbiseler giydirsinler. Güzel kokular sürsünler ve hakanın huzuruna çıkarsınlar.
Hakan onu kabul etsin, yanına oturtsun, kendisiyle konuşsun, hâl-hatır sorsun, her türlü izzet ikramda bulunsun ve onu kendisine enis-yoldaş-sevgili kabul etsin.
Şimdi bu durumda, o kişi için artık bir korku, bir yorgunluk ve bir sıkıntı kalır mı? Yahut kendi ülkesine geri dönmek ister mi? Oradan ayrılmayı nasıl düşünsün ki, artık o, hakanın yanına rahatça yerleşmiştir. Emniyet, güven ve huzur içindedir.
İşte bu kalp de izzet ve celal sahibi Hakk'a ulaştığı zaman O'nun yakınlığı ve münacaatı ile orada mekân tutar. O'nun yanında emniyet, güven, huzur içinde olur. Dolayısıyla, O'nu bırakıp bir başkasına gitmeyi asla istemez."
"Bilesiniz ki, Allah'ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de" âyeti tecelli eder. Allah ile kulu arasında samimiyet başlar." (Prof. Dr. Haydar Baş Dua ve Zikir eserinden)
Resûlullah (s.a.a.) şöyle buyurmuştur: Kim Allah'ı (Azze ve Celle) çok zikrederse, Allah onu sever. Kim Allah'ı çok zikrederse, onun için iki berat (kurtuluş) yazılır; ateşten berat ve nifaktan berat."
Rabıta ile yapılan zikrullah sebebiyle, Cenâb-ı Hakk kulunun kalbine tecelli eder. İşte orada Allah kendi Zatını sevmeye başlar. Esasen aşk tekliktir. Yani ikinin bire rücu etmesidir. İkinin bir olmasıdır. Allah kulunun kalbine tecelli ettiği zaman, o tecelli ile kulun kendini unutmasıdır.
Bu yanan bir sobanın içine simsiyah kömürün atılmasıyla, on dakika sonra bu simsiyah kömürün ateş rengine bürünüp, ortada hiçbir şey kalmayıp, her şeyin ateş olmasına benzer.
Nuranî tecelliler kulun kalbine tecelli ettiği zaman, işte o teklikte, nefis dediğimiz "ene/ben" dediğimiz şey kömür gibi erimeye başlar. O'nun varlığına bürünür. "Allah'ın ahlâkı ile ahlâklanınız" budur. O varlığa bürünmek, o ahlâka sahip olmaktır. Onun için kemâlde yükselen her insanın hâli çocuk gibidir.
Nefesi bile misk-i amber gibi kokar. Küçük çocukların nefesi koklandığında da aynı koku mevcuttur. Yani onlardan ağız kokusu alınamaz. Çünkü o artık maksada, Varlıkların Sahibine gönülden vâsıl olmuş, irtibatı kurmuştur. O'nu kendisinden geçiren, onu pişiren o sevgidir.
İnsan, kalbine gelen tecellilerle Allah'ı hem bilir, hem de sever. İkisi iç içedir. Ârifibillah'ın kalbi devamlı Allah ile beraber olduğu için, diridir. O'nu sever, sevdiği için de O'nu tanır.
Yani tanımakla sevmek iç içedir. Zâten Allah'ın bilinmesi sevilmesinin alametidir. Veya sevilmesinin alameti bilinmesidir. Bunların ikisi birbirini tanımlayan hususlardır.
Kulun Allah'ı sevmesi, Allah'ın kulu sevmesini davet eder. Aşk ise Cenâb-ı Vâcibu'l-Vücud Hazretlerinin, kulunun kalbinde Zâtını sevmesidir.
Eğer bir insanda aşk varsa, o insan bilsin ki, onun kalbinde Allah kendi Zâtını seviyor demektir. Zâten insanların nihai noktada varmak istedikleri makam, rütbe de budur. Mü'minin kalbi Allah'ın beytidir. Allah, kulunun kalbini kendine beyt ediniyor. Bundaki mânânın değerinin anlatılması sözle mümkün değildir. Allah'ın, sevdiği kulunu, tecellisine mekân kabul etmesi, bir başka ifade ile, Allah'ın, o kula misafir olması, makamların en yücesidir.
Abdulkadir Geylani (k.s.), "Fethu'r-Rabbanî ve'l-Feyzu'r-Rahmânî" adlı eserinde şöyle buyuruyor:
"Seven, ancak Allah'tan gayri şeylerden kalbini temizlediği zaman sevgili olabilir. Mahbub mertebesine ulaşabilir. Henüz muhib-seven mertebesinde bulunan kişinin tevhidi, tevekkülü, imanı, kat'i ve sarsılmaz inancı ve mârifetullahı tamamladığı zaman, o mahbub yani Allah tarafından sevilen kul mertebesine erişir. İşte o anda onun üzerinden bütün sıkıntılar, meşakkatler ve bedbahtlıklar gider, rahata kavuşur. Bu hususu bir misalle açıklayalım:
Mesela, öyle bir kişi farz edelim ki, kendisinden uzak diyarlarda bulunan ulu bir hakana sevgi-muhabbet beslemiş olsun.
Nihayet bir gün, bu şiddetli sevginin neticesi olarak ona ulaşmak maksadıyla yollara düşsün. Gece-gündüz demeden, yolculuğun bütün meşakkat ve sıkıntılarına katlanarak yol alsın. Sonunda hakanın ülkesine varsın. Sarayına yaklaşsın.
Burada kendisinin hâlini hakana arz etsinler. O da hemen has hizmetçilerini göndererek misafirini karşılatsın. Has hizmetçiler onu alsınlar, yıkasınlar, güzel elbiseler giydirsinler. Güzel kokular sürsünler ve hakanın huzuruna çıkarsınlar.
Hakan onu kabul etsin, yanına oturtsun, kendisiyle konuşsun, hâl-hatır sorsun, her türlü izzet ikramda bulunsun ve onu kendisine enis-yoldaş-sevgili kabul etsin.
Şimdi bu durumda, o kişi için artık bir korku, bir yorgunluk ve bir sıkıntı kalır mı? Yahut kendi ülkesine geri dönmek ister mi? Oradan ayrılmayı nasıl düşünsün ki, artık o, hakanın yanına rahatça yerleşmiştir. Emniyet, güven ve huzur içindedir.
İşte bu kalp de izzet ve celal sahibi Hakk'a ulaştığı zaman O'nun yakınlığı ve münacaatı ile orada mekân tutar. O'nun yanında emniyet, güven, huzur içinde olur. Dolayısıyla, O'nu bırakıp bir başkasına gitmeyi asla istemez."
"Bilesiniz ki, Allah'ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de" âyeti tecelli eder. Allah ile kulu arasında samimiyet başlar." (Prof. Dr. Haydar Baş Dua ve Zikir eserinden)