İmâm-ı Rabbâni Hz.
İşte bundan sonra, Hindistan'daki bozuk fırkalar, ashâb-ı kiram düşmanları elele verdiler. Sultana gidip İmâm-ı Rabbâni hazretleri hakkında çeşitli iftiralarda bulunarak şikayet ettiler. Sultan, oğlu Şâh Cihan'ı gönderip, İmâm-ı Rabbâni hazretlerini, evladlarını ve yetiştirdiği talebelerini çağırıp, hepsini öldürmeğe karar verdi. Bunun üzerine Şâh Cihan, bir müfti ile yanına gitti. Sultana secde caiz olduğunu gösteren bir fetvayı da götürdü. İmâm-ı Rabbâni'nin üstünlüğünü biliyordu. "Babama secde edersen seni kurtarabilirim" deyince, İmâm-ı Rabbâni hazretleri bu fetvanın zaruret zamanında izin olduğunu, azimet ve din bütünlüğünün secde etmemek olduğunu, ecel gelince, ölümden hiçbir şeyin kurtaramayacağını söyledi ve secde etmeği kabul etmedi. Çocuklarını ve talebelerini bırakıp sultana yalnız gitti. Kendisine yapılan iftiralara karşı sultana güzel ve doyurucu cevaplar verdi. Sultan yüksek hakikatleri anlayabilecek birisi olmadığı halde, neşelendi ve serbest bırakıp özür diledi. Hatta, sultana kendisine yapılan iftiraların asılsız olduğunu açık delilerle anlatırken, orada bulunan ateşe tapıcı Hindûların büyük bir kumandanı, İmâm-ı Rabbâni hazretlerinin dinde olan kuvvetini, sözlerini, lezzet ve kıymetini görerek Müslüman oldu. Sultanın ikna olduğunu gören iftiracı sapıklar; "Bunun adamları çoktur. Sözleri bütün memlekette yürürlüktedir. Bunu serbest bırakırsak bir karışıklık çıkabilir" diyerek, uzun konuşmalardan sonra sultanı aldattılar. Sultan, İmâm-ı Rabbâni hazretlerinin, memleketin en sağlam ve korkunç kalesi olan Guwalyar Kalesi'ne hapsedilmesini emretti ve hapsedildi. Bu hadiseye çok üzülen talebeleri sultana isyan etmek istediler. Bunu yapabilecek güçte idiler. Fakat İmâm-ı Rabbâni hazretleri onları, rüyalarında ve uyanık iken bundan men etti. Sultana hayır dua etmelerini emredip; "Sultanı incitmek bütün insanlara zarar verir" buyurdu. Kendisi de sultana hep hayır dua ediyordu. Sultanın veziri, koyu bir muhalif olduğundan, zindanda, İmâm-ı Rabbâni hazretlerinin başına kardeşini tayin etmiş ve çok şiddetli davranmasını emretmişti. Bu görevli ise ondan çeşitli kerametler, üzülmek yerine heybet, sabır ve hatta neşe görerek tövbe etti. Bozuk itikadını terkedip Ehl-i Sünneti seçti ve halis talebelerinden oldu. Kalede hapis bulunan binlerce kafir, onun bereketi ve sohbetleri ile Müslüman olmakla şereflendi. Birçok günahkar tövbe etti. Hatta bazıları yüksek alim oldu. İmâm-ı Rabbâni hazretleri hapiste üç sene kaldıktan sonra, sultan yaptığına pişman oldu. Hapisten çıkarıp ikram ve ihsan eyledi. Hatta halis talebesinden ve sadık dostlarından oldu. Bir müddet, asker arasında kalmasını istedi. Sonra serbest bırakıp, hürmetle vatanına gönderdi. Hapisteki bu sıkıntılardan ve uğradığı dertlerden sonra, evvelce bulundukları hallerin ve makamların binlerce üstünde derecelere yükselmiş olarak memleketine döndü. İmâm-ı Rabbâni hazretleri önceleri; "Yetiştiğim derecelerin üstünde, daha çok makamlar vardır. Onlara yükselmek celal sıfatı ile, sert terbiye edilmekle olabilir. Şimdiye kadar cemal sıfatı ile okşanarak terbiye edildim" buyurmuştur. Talebesinden bir kısmına, "Elli ile altmış arasında üzerime dertler, belalar yağacak" buyurmuştur. Buyurduğu gibi oldu. O makamlara da yükselmek nasib oldu.
İşte bundan sonra, Hindistan'daki bozuk fırkalar, ashâb-ı kiram düşmanları elele verdiler. Sultana gidip İmâm-ı Rabbâni hazretleri hakkında çeşitli iftiralarda bulunarak şikayet ettiler. Sultan, oğlu Şâh Cihan'ı gönderip, İmâm-ı Rabbâni hazretlerini, evladlarını ve yetiştirdiği talebelerini çağırıp, hepsini öldürmeğe karar verdi. Bunun üzerine Şâh Cihan, bir müfti ile yanına gitti. Sultana secde caiz olduğunu gösteren bir fetvayı da götürdü. İmâm-ı Rabbâni'nin üstünlüğünü biliyordu. "Babama secde edersen seni kurtarabilirim" deyince, İmâm-ı Rabbâni hazretleri bu fetvanın zaruret zamanında izin olduğunu, azimet ve din bütünlüğünün secde etmemek olduğunu, ecel gelince, ölümden hiçbir şeyin kurtaramayacağını söyledi ve secde etmeği kabul etmedi. Çocuklarını ve talebelerini bırakıp sultana yalnız gitti. Kendisine yapılan iftiralara karşı sultana güzel ve doyurucu cevaplar verdi. Sultan yüksek hakikatleri anlayabilecek birisi olmadığı halde, neşelendi ve serbest bırakıp özür diledi. Hatta, sultana kendisine yapılan iftiraların asılsız olduğunu açık delilerle anlatırken, orada bulunan ateşe tapıcı Hindûların büyük bir kumandanı, İmâm-ı Rabbâni hazretlerinin dinde olan kuvvetini, sözlerini, lezzet ve kıymetini görerek Müslüman oldu. Sultanın ikna olduğunu gören iftiracı sapıklar; "Bunun adamları çoktur. Sözleri bütün memlekette yürürlüktedir. Bunu serbest bırakırsak bir karışıklık çıkabilir" diyerek, uzun konuşmalardan sonra sultanı aldattılar. Sultan, İmâm-ı Rabbâni hazretlerinin, memleketin en sağlam ve korkunç kalesi olan Guwalyar Kalesi'ne hapsedilmesini emretti ve hapsedildi. Bu hadiseye çok üzülen talebeleri sultana isyan etmek istediler. Bunu yapabilecek güçte idiler. Fakat İmâm-ı Rabbâni hazretleri onları, rüyalarında ve uyanık iken bundan men etti. Sultana hayır dua etmelerini emredip; "Sultanı incitmek bütün insanlara zarar verir" buyurdu. Kendisi de sultana hep hayır dua ediyordu. Sultanın veziri, koyu bir muhalif olduğundan, zindanda, İmâm-ı Rabbâni hazretlerinin başına kardeşini tayin etmiş ve çok şiddetli davranmasını emretmişti. Bu görevli ise ondan çeşitli kerametler, üzülmek yerine heybet, sabır ve hatta neşe görerek tövbe etti. Bozuk itikadını terkedip Ehl-i Sünneti seçti ve halis talebelerinden oldu. Kalede hapis bulunan binlerce kafir, onun bereketi ve sohbetleri ile Müslüman olmakla şereflendi. Birçok günahkar tövbe etti. Hatta bazıları yüksek alim oldu. İmâm-ı Rabbâni hazretleri hapiste üç sene kaldıktan sonra, sultan yaptığına pişman oldu. Hapisten çıkarıp ikram ve ihsan eyledi. Hatta halis talebesinden ve sadık dostlarından oldu. Bir müddet, asker arasında kalmasını istedi. Sonra serbest bırakıp, hürmetle vatanına gönderdi. Hapisteki bu sıkıntılardan ve uğradığı dertlerden sonra, evvelce bulundukları hallerin ve makamların binlerce üstünde derecelere yükselmiş olarak memleketine döndü. İmâm-ı Rabbâni hazretleri önceleri; "Yetiştiğim derecelerin üstünde, daha çok makamlar vardır. Onlara yükselmek celal sıfatı ile, sert terbiye edilmekle olabilir. Şimdiye kadar cemal sıfatı ile okşanarak terbiye edildim" buyurmuştur. Talebesinden bir kısmına, "Elli ile altmış arasında üzerime dertler, belalar yağacak" buyurmuştur. Buyurduğu gibi oldu. O makamlara da yükselmek nasib oldu.