Cenab-ı Hak Âyet-i kerimede, "Öyle ise siz Beni (ibâdetle) anın ki Ben de sizi anayım. Bana şükredin; sakın Bana nankörlük etmeyin!" (Bakara: 2/152) buyuruyor.
Cenab-ı Hak bir kutsi hadiste buyurdu: "Kim Benim dostlarımdan birisine düşmanlık ederse, ona karşı savaş ilân ederim. Hiçbir kulum, kendisine farz kıldığım ibâdetlerden Bence daha sevimli başka bir şeyle Bana yakın olmamıştır. Kulum, nâfile ibâdetlerle devamlı olarak Bana yakınlaşırsa, sonunda Ben de onu severim, o zaman kulumun işitir kulağı, görür gözü, tutar eli ve yürür ayağı olurum. Kulum Benden bir şey isterse veririm, Bana sığınırsa şüphesiz korurum." (Nevevi, Riyazü's-Salihin, Buhari'den).
O kul artık Allah'ın nuruyla bakmaya başlar;
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Mü'minin ferâsetinden sakının. Çünkü o, Allah'ın nuru ile bakar." (Taberânî, el-Mu'cemu'l-Kebîr).
Allah'ı bilme yolu okumak değildir. Bir insan ne kadar okursa okusun arif olamaz. Arif demek Allah'ı bilmektir. Kul, zikrullah ile, Allah'ın güzel isimlerini anmakla, Kur'an âyetlerini okumakla, kalbe tecelli eden Zât-ı Bari'nin gerek sıfatından, gerek esmasından, gerek efalinden Allah'ı tanır.
Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Kerim'de, "Ey iman edenler! Eğer Allah'tan korkarsanız O, size iyi ile kötüyü ayırd edecek bir anlayış verir, suçlarınızı örter ve sizi bağışlar. Çünkü Allah büyük lutuf sahibidir" (Enfal: 8/29) buyuruyor.
Peygamber Efendimiz de, "Bildikleri ile amel edeni Allah bilmediklerine varisçi kılar" (Ebu Nuaym, Hilye) buyuruyor. Yani ibâdette, taaatte ısrar edince, bildikleri ile amel edene Allah bilmediklerini öğretir.
Furkan, bâtılı haktan, hakkı bâtıldan ayıran demektir. Mü'min taat ve ibâdetle, takva ile bu sıfatı kazanır.
"Ey imân edenler! Eğer Allah Teâlâ'dan korkarsanız sizin için bir furkan kılar ve sizin günahlarınızı örter ve sizin için mağfiret buyurur. Ve Allah Teâlâ pek büyük bir lutuf sahibidir." (Enfal: 8/29).
Süslü kelimelerle, debdebeli laflarla insanlara birtakım şeyler anlatılabilir. Allah bize o yapılanların, anlatılanların doğru mu yanlış mı olduğu ölçüsünü takva sahibi olduğumuz zaman veriyor. Bizi furkan sahibi yapıyor.
İnsan Allah'ı kalbî boyutta tanır. O'nu ne kadar fazla tanırsa, huzuru mutluluğu o kadar fazla olur. Bu insanın maddi âlemde sıkıntısı ne kadar fazla olsa da onun kalbi çok geniştir. Maddi âlemde her ne sıkıntı gelirse gelsin Yaratandan geldiğini bildiği için kalbi huzurlu olur. Sabreder, kanaat eder, tevekkül eder, tefekkür eder. İz'an sahibi, iman sahibi, merhamet sahibi olur. Cenab-ı Hak'la ne kadar irtibat kurarsa o kadar O'nun ahlâkına bürünür. Yani ne kadar fazla Allah'ı itaatle ibâdetle anıp, köprüleri geliştirirse, feyiz huzmeleri onun kalp dünyasını gönül dünyasını o ölçüde ihata eder, kuşatır. İşte o tanıma bir hastalık gibi, bir sevinç gibi fevkalade bir tutku gibi o kulu sarar. O zaman her şeyde Rabb'ini görür.
Allah'ın kulunun kalbine tecelli ettiği kadarıyla kul Allah'ı tanır. Çünkü Cenab-ı Hakk'ın Zâtı, aslında insanın kalbini de kuşatır. Kalbine olan tecellisi kadar insan Allah'ını tanır. Cenab-ı Fahri Âlem Efendimiz'e her gün Cenab-ı Vacibü'l Vücud Hazretleri 70 bin tecelli ile tecelli ederdi. Dolayısıyla Rabb'ini her gün 70 bin ayrı görüntüde seyrederdi.
Zikrullah bir kalbe hakim olduğu zaman, Cenab-ı Hak o kulunun kalbine tecelli eder. Kulun kalbine ne kadar tecelli olursa Yaradanını o nispette tanır. İnsan Rabbini ne nispette tanırsa, O'ndan o nispette korkar.
İbn Mes'ûd radiyallahu anh'dan:
O, "Allah'tan nasıl korkulması gerekirse öyle korkun" âyetini (Âl-i İmrân, 3/102) şöyle tefsir etmiştir: "O'na itaat edilmek, asla karşı gelmemek, şükretmek, asla nankörlük etmemek, zikretmek ve asla unutmamak." (Taberânî, el-Mu'cemu'l-Kebîr'de).
(devam edecek?)
Cenab-ı Hak bir kutsi hadiste buyurdu: "Kim Benim dostlarımdan birisine düşmanlık ederse, ona karşı savaş ilân ederim. Hiçbir kulum, kendisine farz kıldığım ibâdetlerden Bence daha sevimli başka bir şeyle Bana yakın olmamıştır. Kulum, nâfile ibâdetlerle devamlı olarak Bana yakınlaşırsa, sonunda Ben de onu severim, o zaman kulumun işitir kulağı, görür gözü, tutar eli ve yürür ayağı olurum. Kulum Benden bir şey isterse veririm, Bana sığınırsa şüphesiz korurum." (Nevevi, Riyazü's-Salihin, Buhari'den).
O kul artık Allah'ın nuruyla bakmaya başlar;
Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Mü'minin ferâsetinden sakının. Çünkü o, Allah'ın nuru ile bakar." (Taberânî, el-Mu'cemu'l-Kebîr).
Allah'ı bilme yolu okumak değildir. Bir insan ne kadar okursa okusun arif olamaz. Arif demek Allah'ı bilmektir. Kul, zikrullah ile, Allah'ın güzel isimlerini anmakla, Kur'an âyetlerini okumakla, kalbe tecelli eden Zât-ı Bari'nin gerek sıfatından, gerek esmasından, gerek efalinden Allah'ı tanır.
Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Kerim'de, "Ey iman edenler! Eğer Allah'tan korkarsanız O, size iyi ile kötüyü ayırd edecek bir anlayış verir, suçlarınızı örter ve sizi bağışlar. Çünkü Allah büyük lutuf sahibidir" (Enfal: 8/29) buyuruyor.
Peygamber Efendimiz de, "Bildikleri ile amel edeni Allah bilmediklerine varisçi kılar" (Ebu Nuaym, Hilye) buyuruyor. Yani ibâdette, taaatte ısrar edince, bildikleri ile amel edene Allah bilmediklerini öğretir.
Furkan, bâtılı haktan, hakkı bâtıldan ayıran demektir. Mü'min taat ve ibâdetle, takva ile bu sıfatı kazanır.
"Ey imân edenler! Eğer Allah Teâlâ'dan korkarsanız sizin için bir furkan kılar ve sizin günahlarınızı örter ve sizin için mağfiret buyurur. Ve Allah Teâlâ pek büyük bir lutuf sahibidir." (Enfal: 8/29).
Süslü kelimelerle, debdebeli laflarla insanlara birtakım şeyler anlatılabilir. Allah bize o yapılanların, anlatılanların doğru mu yanlış mı olduğu ölçüsünü takva sahibi olduğumuz zaman veriyor. Bizi furkan sahibi yapıyor.
İnsan Allah'ı kalbî boyutta tanır. O'nu ne kadar fazla tanırsa, huzuru mutluluğu o kadar fazla olur. Bu insanın maddi âlemde sıkıntısı ne kadar fazla olsa da onun kalbi çok geniştir. Maddi âlemde her ne sıkıntı gelirse gelsin Yaratandan geldiğini bildiği için kalbi huzurlu olur. Sabreder, kanaat eder, tevekkül eder, tefekkür eder. İz'an sahibi, iman sahibi, merhamet sahibi olur. Cenab-ı Hak'la ne kadar irtibat kurarsa o kadar O'nun ahlâkına bürünür. Yani ne kadar fazla Allah'ı itaatle ibâdetle anıp, köprüleri geliştirirse, feyiz huzmeleri onun kalp dünyasını gönül dünyasını o ölçüde ihata eder, kuşatır. İşte o tanıma bir hastalık gibi, bir sevinç gibi fevkalade bir tutku gibi o kulu sarar. O zaman her şeyde Rabb'ini görür.
Allah'ın kulunun kalbine tecelli ettiği kadarıyla kul Allah'ı tanır. Çünkü Cenab-ı Hakk'ın Zâtı, aslında insanın kalbini de kuşatır. Kalbine olan tecellisi kadar insan Allah'ını tanır. Cenab-ı Fahri Âlem Efendimiz'e her gün Cenab-ı Vacibü'l Vücud Hazretleri 70 bin tecelli ile tecelli ederdi. Dolayısıyla Rabb'ini her gün 70 bin ayrı görüntüde seyrederdi.
Zikrullah bir kalbe hakim olduğu zaman, Cenab-ı Hak o kulunun kalbine tecelli eder. Kulun kalbine ne kadar tecelli olursa Yaradanını o nispette tanır. İnsan Rabbini ne nispette tanırsa, O'ndan o nispette korkar.
İbn Mes'ûd radiyallahu anh'dan:
O, "Allah'tan nasıl korkulması gerekirse öyle korkun" âyetini (Âl-i İmrân, 3/102) şöyle tefsir etmiştir: "O'na itaat edilmek, asla karşı gelmemek, şükretmek, asla nankörlük etmemek, zikretmek ve asla unutmamak." (Taberânî, el-Mu'cemu'l-Kebîr'de).
(devam edecek?)
Yeliz Yücel / diğer yazıları
- Üç aylar iklimi-4 / 20.03.2017
- Üç aylar iklimi-3 / 19.03.2017
- Üç aylar iklimi-2 / 18.03.2017
- Üç aylar iklimi-1 / 17.03.2017
- Muharrem'in onuncu günü: Aşura / 11.10.2016
- Bayram namazı ve kılınışı / 11.09.2016
- Haccın tamam olmasının şartları / 10.09.2016
- 'Hac Arafat'tır' / 09.09.2016
- Zilhicce ayında ibadet?III / 08.09.2016
- Zilhicce ayında ibadet?II / 07.09.2016
- Üç aylar iklimi-3 / 19.03.2017
- Üç aylar iklimi-2 / 18.03.2017
- Üç aylar iklimi-1 / 17.03.2017
- Muharrem'in onuncu günü: Aşura / 11.10.2016
- Bayram namazı ve kılınışı / 11.09.2016
- Haccın tamam olmasının şartları / 10.09.2016
- 'Hac Arafat'tır' / 09.09.2016
- Zilhicce ayında ibadet?III / 08.09.2016
- Zilhicce ayında ibadet?II / 07.09.2016