Ülke olarak çok büyük bir deprem felaketi yaşadık. Bu felaketin yaralarını el birliği ile sarmaya çalışıyoruz. Milletimizin en büyük özelliklerinden biri de felaketler anında, zor zamanlarda acıları paylaşmayı ve yaraları sarmayı bir ibadet şuuruyla yapmasıdır. Birliğini ve beraberliğini muhafaza ederek, tek bilek tek yürek olabilmeyi başarabilmesidir.
Böyle büyük bir milletiz işte.
Bu büyük milletin bu mübarek mayasına müdahale edip bozmak isteyenler herhalde bu milletin eşsiz asil duruşu karşısında kurdukları oyunları tutmadı diye sanırım çok üzülmüşlerdir. Üzülsünler.
Bu yazıyı kaleme aldığımda deprem birinci ayını doldurdu.
Allah hayatını kaybeden tüm kardeşlerimize rahmet eylesin. Yaralılarımıza şifalar versin. Yakınlarını, sevdiklerini kaybedenlere Allah sabırlar versin. Milletimizin başı sağ olsun. Bir daha böylesi felaketleri bizlere yaşatmasın.
Bu depremlerde pek çok dersler çıkarabilmeliyiz. Herkes bulunduğu konuma göre dersini almalı. Mühendisinden, müteahhidine, karar vericisine, meskende oturan vatandaşa kadar her kesim deprem kuşağında bulunan yurdumuzda bir daha böyle acılar yaşanmaması için ne gerekiyorsa o kararları almalı ve gereğini yapmalıdır.
İnsan Işık sönünce eliyle, teniyle el yordamıyla görmeye çalışır. Dış dünyadan kopunca da insan aslında kalbiyle görmeye başlıyor. Bu deprem felaketindeki yaşanmışlıklar bize bir bakıma insanlığımızı hatırlattı ve kalbimiz ile bakmayı, görmeyi öğretti. Dışarıdan bakmanın duygudaşlık olmadığını, medyadan izleyerek yaşanılanları anlamanın zor olduğunu, ne kadar yüzeysel olduğunu gösterdi. Çünkü dışardan bakmak çoğu zaman insanı aldatabiliyor. Kötü olanı, çirkin olanı fark edemeyebiliyorsunuz. Asıl empati içeriden, sahadan bakmakla; bizatihi yaşayarak, hissederek, kalpten görmekle mümkün.
Bu dünya insanın derecelendirilmesi için vardır. Hayattaki duruşumuz bizim insan olma ayarımızı ortaya koyar. Yaratılışımızın gayesi de zaten bu imtihanda nasıl bir derece yapacağımızla ilgilidir.
Kur'an'daki ifadeyle "Ala-yı illiyyin" adı verilen yüksek bir mertebeyle mi yoksa "esfel-i safilin" isimli en aşağı mertebede mi bu hayatı bitireceğiz, işte bütün mesele bu.
Deprem ve benzeri olaylar aslında bizim için bir turnusoldür. Mazlum olana karşı nasıl bir duruş sergiliyoruz, onlara bir el uzatabiliyor muyuz? Yardımcı olabiliyor muyuz? Empati yapabiliyor muyuz?
İnsanın kendini en iyi hissettiği anın aslında bir insana dokunduğu, yardım ettiği an olduğu gerçeğini yediden yetmişe herkese öğretmeli ve yaşatmalıyız. Aslında bu deprem bize bunu da gösterdi ve yaşattı.
Hayatı hep almak üzere, ele geçirmek üzere kurguladığımız ve almanın, kazanmanın yollarını öğrettiğimiz bir gerçek.
Bütün okullara çocuklarımızı gönderirken bunları öğrensin diye ve insanlardan daha çok alsınlar, daha çok kâr etsinler, daha üstün olsunlar diye gönderiyoruz.
Nasıl paylaşacağımız, nasıl vereceğimiz maalesef ki yeterince öğretilmiyor ve gösterilmiyor. Vermeyi, paylaşmayı bilmeyenlerin olduğu toplumlar mutsuz, huzursuz toplumlardır.
Hayatta var olma amacımız mutlu olmak ve diğer insanları mutlu kılmaktır. Başarı, zenginlik, güç vs. bunların hepsi mutlu olmak içindir.
Ancak ne başarı, ne zenginlik ne de güç paylaşılmadan mutluluk getirmiyor. Doyumsuzluk getiriyor. Vermeyi, paylaşmayı bilen mutlu oluyor. Her şeye rağmen her koşula rağmen kendi çıkar ve menfaatini düşünenler, başarıya tutsak olanlar, kazanmaya tutsak olanlar mutlu değiller. Her ne olursa olsun tutsaklık mutsuzluktur. Ne diyor Hz. Yunus Emre, "Kimde varlık var ise gitmez gönül darlığı."
Amacımız başarının tutsağı olmak değil mutlu olmaktır.
Her felaket bir açık kapı bırakır, bazen aksilikler, felaketler yeni bir doğumun habercisi de olabilir. Görünüşte değil gerçek anlamda insan olalım ve insan kalalım. İnsanlığımızı, zerreden kürreye bütün yaratılmışlara en güzel bir biçimde gösterelim. Bu felakette depremzedelerin acısını paylaşan, kol kanat geren, yardım eden tüm insanlarımızdan Allah razı olsun.
"…Bizden hüznü gideren Allah'a hamd olsun…" (Fatır Suresi, 34).
- Mustafa Kemal Atatürk bir Osmanlı paşasıydı / 01.04.2025
- Bayram, şeker ve ruhsuzluk / 29.03.2025
- Akıl mı aşk mı? İnsanı insan yapan nedir? / 25.03.2025
- Akıl ve inanç: Haritasız yolculuk olur mu? / 22.03.2025
- Ehlibeyt ve Ramazan: Oruç, sadece bir açlık mıdır? / 21.03.2025
- Boğaz kanla dolu, ama geçilmez! / 18.03.2025
- Unutulan hakikat, kaybolan insanlık / 16.03.2025
- İnsanın, insan-ı kâmil olduğu ay: Ramazan / 14.03.2025
- İstiklal’in sesi: Bir milletin ruhuna kazınan marş / 12.03.2025