Batı'nın Endülüs'ten görünen yüzü
*İspanyolllar Gırnata'yı aldıkları zaman, halkı dinlerini değiştirmeleri için ateşle yaktılar. Biz İstanbul'u aldığımız vakit, her kütrül din sahibine dinin yaşayabilmesi için tam bir din hürriyeti tanıdık".
Namık Kemal
Hikayelerinin sonunda tarihler 1609 yılını göstermektedir ve İberik Yarımadasında bir katliam havası hüküm sürmektedir.
"İspanyol Krallığının dört bir yanından topladığı Müslümanlar, yaya olarak limana getirilirler. Zaten bir çoğu yolda açlıktan, susuzluktan ve bitkinlikten ölmüştür. Sağ kalanları taşıtmak için Napoli'den Ceneviz'den ve başka yerlerden gemiler kiralanır. Kaptanlar Müslümanları nakletmek için kelle başı ücret alırlar. Fakat İspanyol limanlarından uzaklaşıp, gözle görülmez olunca onları denize atma ve hemen dönüp yeni bir yükleme yapmayı daha kârlı bulurlar. Sonuçta 600 bin Müslüman limana götürülürken, yolda ya da açık denizde ölmüştür. Bu durum bir çok tarihçiye göre hemen hemen Nazi Soykırımına benzer bir durumdur." (1)
Yukarıda anlatılanlar tamı tamına 781 sene İspanya'da hüküm süren Endülüs Emevilerinin ve devamı niteliğindeki Müslümanların acı sonudur. Halbuki işin başında 711 yılında Tarık b. Ziyad "gemileri yakarak" İspanya'ya girmiş ve üç sene zarfında Müslümanlar bütün İspanya'yı fethetmişlerdi. Amaç ise Akdeniz'i bir göl haline getirerek Balkanlar üzerinden İstanbul'a kadar gelmek ve Hz. Muaviye'nin İstanbul'u fethetme arzusunu gerçekleştirmekti.
Bu gayeyle önce İberik yarımadasına tutunan Endülüs Emevileri burada muhteşem bir medeniyet kurarlar. Öyle ki: başken Kurtuba daha 12. yy da geceleri aydınlatılan sokakları ve anestezi yoluyla ameliyatların yapıldığı hastaneleriyle bir milyon nüfuslu bir şehirdir. 10. yy'ın sonlarına doğru Avrupa'nın öteki ülkelerinde din adamları dışında okuma-yazma bilen yok denecek kadar azdı. Endülüs'te halkın büyük bir çoğunluğunun okuma-yazma bildiği rivayet edilmektedir. Ayrıca Kurtuba Üniversitesi'nde din, dil ve ırk ayrımı gözetilmeden dünyanın dört bir yanından gelen öğrencilere hizmet verilmektedir. Aynı üniversite Kahire'deki El-Ezher Medresesinden 193 yıl, Bağdat'daki Nizamiye Medresesinden 289 yıl önce faaliyete geçmiştir. Şehir kütüphanesinde 600 bin cilt kitap bulunmaktadır ve sadece bu kitapların katologları 44 cilt tutmaktadır. Batıda 18. yy da bile su az kullanılan bir nesne iken hatta Paris'teki bütün çeşmelerin sayısı 40 iken, Endülüs'ün Kurtubasında 70 kütüphane ve 900 halk hamamı bulunuyordu. İşte bütün bunlardan dolayıdır ki Endülüs Olmasa Rönesans olmazdı!
Gerek Hıristiyan Batı kültürüne kompleksli yaklaşımlarından, gerek Batılıların sinsice yürüttüğü misyonerlik faaliyetlerinden gerekse felsefecilerin fikirlerine kapılmalarından dolayı (Prof. Dr. Haydar Baş; Dini ve Milli Bütünlüğümüze Yönelik Tehditler s. 61) 1492 senesinde siyasi hakimiyetlerini kaybettiler. Gırnata Antlaşmasında verilen can, mal ve din emniyetiyle ilgili taahhütlere güvenen Müslümanlar, Hıristiyan hakimiyetinde de olsa kendi topraklarında kalmayı tercih ettiler. Ne var ki işgalin üzerinden daha beş yıl bile geçmeden, tarihte eşine ender rastlanan bir imha hamlesiyle karşı karşıya kaldılar. Ayrıntılarını zorla Hıristiyanlaştırma, katliam, engizisyon mahkemeleri ve toplu sürgünlerin oluşturduğu bu hamle 1609 senesinde tamamlandı. (Yrd Doç. Dr. Mehmet Özdemir, Endülüsün Yıkılış Süreci üzerine Mülahazalar)
Neticede ne hayatta kalan bir Müslüman ne de ayakta kalan bir cami bırakıldı. Kısacası sekiz asır İspanya'nın kaderinde söz sahibi olan Müslümanlar sanki bu ülkeye hiç ayak basmamışlardı.
(1)Prof. Redrigo de Ziyas: (Endülüste binlerce Müslüman katledildi
Mehmet Mağruf
*İspanyolllar Gırnata'yı aldıkları zaman, halkı dinlerini değiştirmeleri için ateşle yaktılar. Biz İstanbul'u aldığımız vakit, her kütrül din sahibine dinin yaşayabilmesi için tam bir din hürriyeti tanıdık".
Namık Kemal
Hikayelerinin sonunda tarihler 1609 yılını göstermektedir ve İberik Yarımadasında bir katliam havası hüküm sürmektedir.
"İspanyol Krallığının dört bir yanından topladığı Müslümanlar, yaya olarak limana getirilirler. Zaten bir çoğu yolda açlıktan, susuzluktan ve bitkinlikten ölmüştür. Sağ kalanları taşıtmak için Napoli'den Ceneviz'den ve başka yerlerden gemiler kiralanır. Kaptanlar Müslümanları nakletmek için kelle başı ücret alırlar. Fakat İspanyol limanlarından uzaklaşıp, gözle görülmez olunca onları denize atma ve hemen dönüp yeni bir yükleme yapmayı daha kârlı bulurlar. Sonuçta 600 bin Müslüman limana götürülürken, yolda ya da açık denizde ölmüştür. Bu durum bir çok tarihçiye göre hemen hemen Nazi Soykırımına benzer bir durumdur." (1)
Yukarıda anlatılanlar tamı tamına 781 sene İspanya'da hüküm süren Endülüs Emevilerinin ve devamı niteliğindeki Müslümanların acı sonudur. Halbuki işin başında 711 yılında Tarık b. Ziyad "gemileri yakarak" İspanya'ya girmiş ve üç sene zarfında Müslümanlar bütün İspanya'yı fethetmişlerdi. Amaç ise Akdeniz'i bir göl haline getirerek Balkanlar üzerinden İstanbul'a kadar gelmek ve Hz. Muaviye'nin İstanbul'u fethetme arzusunu gerçekleştirmekti.
Bu gayeyle önce İberik yarımadasına tutunan Endülüs Emevileri burada muhteşem bir medeniyet kurarlar. Öyle ki: başken Kurtuba daha 12. yy da geceleri aydınlatılan sokakları ve anestezi yoluyla ameliyatların yapıldığı hastaneleriyle bir milyon nüfuslu bir şehirdir. 10. yy'ın sonlarına doğru Avrupa'nın öteki ülkelerinde din adamları dışında okuma-yazma bilen yok denecek kadar azdı. Endülüs'te halkın büyük bir çoğunluğunun okuma-yazma bildiği rivayet edilmektedir. Ayrıca Kurtuba Üniversitesi'nde din, dil ve ırk ayrımı gözetilmeden dünyanın dört bir yanından gelen öğrencilere hizmet verilmektedir. Aynı üniversite Kahire'deki El-Ezher Medresesinden 193 yıl, Bağdat'daki Nizamiye Medresesinden 289 yıl önce faaliyete geçmiştir. Şehir kütüphanesinde 600 bin cilt kitap bulunmaktadır ve sadece bu kitapların katologları 44 cilt tutmaktadır. Batıda 18. yy da bile su az kullanılan bir nesne iken hatta Paris'teki bütün çeşmelerin sayısı 40 iken, Endülüs'ün Kurtubasında 70 kütüphane ve 900 halk hamamı bulunuyordu. İşte bütün bunlardan dolayıdır ki Endülüs Olmasa Rönesans olmazdı!
Gerek Hıristiyan Batı kültürüne kompleksli yaklaşımlarından, gerek Batılıların sinsice yürüttüğü misyonerlik faaliyetlerinden gerekse felsefecilerin fikirlerine kapılmalarından dolayı (Prof. Dr. Haydar Baş; Dini ve Milli Bütünlüğümüze Yönelik Tehditler s. 61) 1492 senesinde siyasi hakimiyetlerini kaybettiler. Gırnata Antlaşmasında verilen can, mal ve din emniyetiyle ilgili taahhütlere güvenen Müslümanlar, Hıristiyan hakimiyetinde de olsa kendi topraklarında kalmayı tercih ettiler. Ne var ki işgalin üzerinden daha beş yıl bile geçmeden, tarihte eşine ender rastlanan bir imha hamlesiyle karşı karşıya kaldılar. Ayrıntılarını zorla Hıristiyanlaştırma, katliam, engizisyon mahkemeleri ve toplu sürgünlerin oluşturduğu bu hamle 1609 senesinde tamamlandı. (Yrd Doç. Dr. Mehmet Özdemir, Endülüsün Yıkılış Süreci üzerine Mülahazalar)
Neticede ne hayatta kalan bir Müslüman ne de ayakta kalan bir cami bırakıldı. Kısacası sekiz asır İspanya'nın kaderinde söz sahibi olan Müslümanlar sanki bu ülkeye hiç ayak basmamışlardı.
(1)Prof. Redrigo de Ziyas: (Endülüste binlerce Müslüman katledildi
Mehmet Mağruf