‘Ne zamana kadar haram yiyecek ve şahlara hizmet edeceksin’
Ey cahil, neyle yetinmektesin? Hâlbuki ittikâ sahibi de değilsin. Sana: “Allah'tan kork” dense kızarsın. Hak söylense işitir, fakat tembelce davranırsın. Yaptığın bir kötülük hatırlatılınca kinin kabarır, öfken açılır
22.02.2023 08:10:00





"Ey cahil, neyle yetinmektesin? Hâlbuki ittikâ sahibi de değilsin. Sana: "Allah'tan kork" dense kızarsın.
Hak söylense işitir, fakat tembelce davranırsın. Yaptığın bir kötülük hatırlatılınca kinin kabarır, öfken açılır.
Hak Teâlâ'nın sizi sevmesi, size ihtiyacı olduğu için değil, size rahmeti icabıdır. O seni seviyorsa, senin için seviyor; kendisi için değil.
Tâat üzere olmanı sever, çünkü faydası sana... Sana gereken seni senin için sevenle olmak, kendisi için sevenden de uzak durmak...
İman sahibi, Mevlâ'sını hatırlar ve her şeyi unutur. Bu hatırlama dolayısıyla yakınlık bulur, O'nunla yaşar, hayatı O'nunla devam eder. Tevekkülü sahih olur; dünya ve âhiretin darlığı için O'na sığınır. O da yeterlik sıfatı ile tecelli eder.
İman sahibinin tevekkülü sahih (tevhid hâli tam) olursa Hak Teâlâ, İbrahim Peygamber'e yaptığı iyiliği ona da yapar.
O kula, mânasını, hâlini, hatta lâkabını verir. Varlığı taamından yedirir, zâtından şarap içirir. Kendi evinde o kulunu iskân ettirir.
Sakın burada, aynı makama çıkar mânasını almayasın. Hâl böyle olunca, mâna cihetiyle İbrahim Peygamber'e nispeti doğru olur. Tabiî bu hâli dış cephesi ile beklemek caiz olmaz; manevî bir hâldir, eren bilir.
Utanmaz mısın, hırsın seni yükledi öyle bir hâle getirdi ki, zalimlere hizmet etmekte ve haram yemektesin.
Ne zamana kadar haram yiyecek ve şahlara (!) hizmet edeceksin. Hizmet etmekte olduğun kimselerin yakında saltanatı yıkılacak. Ve sen, Hakk'ın hizmetine ister istemez gireceksin. O'nun mülkü devamlıdır. Sonu yoktur.
Akıllı ol. Dünyanın azıyla yetin; âhiretin çok şeyi gelinceye dek az dünyalıkla yetinmeyi elden bırakma. Böyle olursan yediklerini yeterlik duygusu içinde alırsın.
Kısmetini, dünyada dünyanın eli ile ve tabiat, hevâ, şeytan, avam, halk ve sultanlarla değil, yüce Mevlâ'nın kapısında durarak, O'nun kudret ve fiil tecellisi, O'nun zâtı ile alır yersin.
Dünyalığı alıp yediğin zaman kalbin Rabb'inin kapısında olursa, melekler ve peygamberlerin ruhları etrafında olur. Bir grup Hak'la yer, diğeri maddiyata düşkün... Bu iki grup arasında ne azîm fark var.
Allah yolcuları akıldan ibarettir; onlar şöyle der: "Biz dünyalığımızı ne sokakta ne de evimizde yeriz; ancak O'nun katında, yani Hakk'ın indinde yeriz."
Zâhidler yemeklerini cennette yer, arifler O'nun katında... Hâlbuki onlar dünyada dururlar. Muhabbet ehli ne dünyada yer ne de âhirette...
Onların taamları (yiyecek) ve şarapları, Hak yakınlığı ve O'nun rahmet nazarıdır. Onlar, dünyayı âhiretle sattılar, Âhireti ise Hak yakınlığına verip kurtuldular. Bu anlatılan şeyler sevgi ehlinin vasfıdır.
Hak sevgisinde doğru olanlar, dünyayı ve âhireti birden O'nun aşkına verip çekildiler. Bu hâlde yalnız O'nu dilediler, başkasını değil. Bunlar birer mevhibe olarak verildi. Hak Teâlâ onlara dünyayı ve âhireti almak emrini verdi.
Onlar da mücerret emirle doyuncaya ve artırıncaya kadar dünyalık aldılar. O kadar bol aldılar ki, artık her ikisinden de gına geldi onlara... Bunları kadere uyarak aldılar. Kadere karşı itiraz etmemek ve iyi edep sahibi olmak ne iyi...
Dünya ve âhirete ait şeyleri alırken şöyle derler: "Biz bunları alıyoruz, ama niyetimizin ne olduğu Sana malûm. Bilirsin ki, senin her şeyine razıyız; başkası için bu duyguyu taşımak bize gerekmez.
Açlığa razıyız; susuz kalmaya, zillete, çıplak kalmaya ve her cins güçlüğe razıyız. Yeter ki, kapında olalım; ötesi bize hiç gelir."
Vakta ki, o büyükler razı oldular, nefislerini de bu hâle alıştırdılar, işte o zaman onlara rahmet nazarı gelir. O anda zillet içinde olanlar aziz olur. Fakir iseler zengin olurlar. Artık, dünya ve âhirette Hak yakınlığı, onlara iyilik olarak verilir." (Abdülkadir Geylani Hazretleri Fethur'r Rabbani eserinden)
Hak söylense işitir, fakat tembelce davranırsın. Yaptığın bir kötülük hatırlatılınca kinin kabarır, öfken açılır.
Hak Teâlâ'nın sizi sevmesi, size ihtiyacı olduğu için değil, size rahmeti icabıdır. O seni seviyorsa, senin için seviyor; kendisi için değil.
Tâat üzere olmanı sever, çünkü faydası sana... Sana gereken seni senin için sevenle olmak, kendisi için sevenden de uzak durmak...
İman sahibi, Mevlâ'sını hatırlar ve her şeyi unutur. Bu hatırlama dolayısıyla yakınlık bulur, O'nunla yaşar, hayatı O'nunla devam eder. Tevekkülü sahih olur; dünya ve âhiretin darlığı için O'na sığınır. O da yeterlik sıfatı ile tecelli eder.
İman sahibinin tevekkülü sahih (tevhid hâli tam) olursa Hak Teâlâ, İbrahim Peygamber'e yaptığı iyiliği ona da yapar.
O kula, mânasını, hâlini, hatta lâkabını verir. Varlığı taamından yedirir, zâtından şarap içirir. Kendi evinde o kulunu iskân ettirir.
Sakın burada, aynı makama çıkar mânasını almayasın. Hâl böyle olunca, mâna cihetiyle İbrahim Peygamber'e nispeti doğru olur. Tabiî bu hâli dış cephesi ile beklemek caiz olmaz; manevî bir hâldir, eren bilir.
Utanmaz mısın, hırsın seni yükledi öyle bir hâle getirdi ki, zalimlere hizmet etmekte ve haram yemektesin.
Ne zamana kadar haram yiyecek ve şahlara (!) hizmet edeceksin. Hizmet etmekte olduğun kimselerin yakında saltanatı yıkılacak. Ve sen, Hakk'ın hizmetine ister istemez gireceksin. O'nun mülkü devamlıdır. Sonu yoktur.
Akıllı ol. Dünyanın azıyla yetin; âhiretin çok şeyi gelinceye dek az dünyalıkla yetinmeyi elden bırakma. Böyle olursan yediklerini yeterlik duygusu içinde alırsın.
Kısmetini, dünyada dünyanın eli ile ve tabiat, hevâ, şeytan, avam, halk ve sultanlarla değil, yüce Mevlâ'nın kapısında durarak, O'nun kudret ve fiil tecellisi, O'nun zâtı ile alır yersin.
Dünyalığı alıp yediğin zaman kalbin Rabb'inin kapısında olursa, melekler ve peygamberlerin ruhları etrafında olur. Bir grup Hak'la yer, diğeri maddiyata düşkün... Bu iki grup arasında ne azîm fark var.
Allah yolcuları akıldan ibarettir; onlar şöyle der: "Biz dünyalığımızı ne sokakta ne de evimizde yeriz; ancak O'nun katında, yani Hakk'ın indinde yeriz."
Zâhidler yemeklerini cennette yer, arifler O'nun katında... Hâlbuki onlar dünyada dururlar. Muhabbet ehli ne dünyada yer ne de âhirette...
Onların taamları (yiyecek) ve şarapları, Hak yakınlığı ve O'nun rahmet nazarıdır. Onlar, dünyayı âhiretle sattılar, Âhireti ise Hak yakınlığına verip kurtuldular. Bu anlatılan şeyler sevgi ehlinin vasfıdır.
Hak sevgisinde doğru olanlar, dünyayı ve âhireti birden O'nun aşkına verip çekildiler. Bu hâlde yalnız O'nu dilediler, başkasını değil. Bunlar birer mevhibe olarak verildi. Hak Teâlâ onlara dünyayı ve âhireti almak emrini verdi.
Onlar da mücerret emirle doyuncaya ve artırıncaya kadar dünyalık aldılar. O kadar bol aldılar ki, artık her ikisinden de gına geldi onlara... Bunları kadere uyarak aldılar. Kadere karşı itiraz etmemek ve iyi edep sahibi olmak ne iyi...
Dünya ve âhirete ait şeyleri alırken şöyle derler: "Biz bunları alıyoruz, ama niyetimizin ne olduğu Sana malûm. Bilirsin ki, senin her şeyine razıyız; başkası için bu duyguyu taşımak bize gerekmez.
Açlığa razıyız; susuz kalmaya, zillete, çıplak kalmaya ve her cins güçlüğe razıyız. Yeter ki, kapında olalım; ötesi bize hiç gelir."
Vakta ki, o büyükler razı oldular, nefislerini de bu hâle alıştırdılar, işte o zaman onlara rahmet nazarı gelir. O anda zillet içinde olanlar aziz olur. Fakir iseler zengin olurlar. Artık, dünya ve âhirette Hak yakınlığı, onlara iyilik olarak verilir." (Abdülkadir Geylani Hazretleri Fethur'r Rabbani eserinden)
Yorumlar
Yorum bulunmuyor.