Nurcuların İslâmköylü Demirel'i yıllarca omuzlarında taşımalarını algılamak için Said Nursî'nin duruşunu kestirmek gerekmektedir. M.E.KOÇ'un yazısı...
Morrison Süleyman'ın şahsında kime hizmet, kime kısmet!II. Dünya savaşı süreciyle Osmanlı hinterlandında inisiyatifi İngilizlerden devralan Amerika Birleşik Devletleri, tarihi Osmanlı coğrafyanın kalbi ve mirasçısı durumundaki Türkiye üzerinde özellikle yoğunlaştı.Anadolu topraklarına dair ilk Kürdistan haritalarını hazırlatan ABD Başkanı Truman'ın "meşhur Türkiye'yi çevreleme doktrini"nin, Marshall Planı'nın, Nixon ve Johnson şoklarının Ankara'yı kuşattığı İnönü, Menderes dönemlerinde Said Nursî, bir yandan konjonktüre uygun olarak Amerikancı iç siyasetin destekçiliğini sürdürürken, öte yandan "siyasetten Allah'a sığınmaya" devam etti.1960'ların sonunda Amerika ile Türkiye arasında Nixon'un "Haşhaş üretimini yasaklayın" talimatının şoku, 1964'te ise "1947'de benim verdiğim silahlarla Kıbrıs'ta savaşamazsın" diyen 'Johnson Mektubu' şoku yaşanırken; şapkalarını önlerine koyması gerekenler, üç-beş Milli Savunma sanayi temeli atmanın ötesinde "milli bir duruş" ve "milli bir çıkış" yolu oluşturmadılar. Türk siyaseti, Amerikan menşeli "düşük yoğunluklu gerilimler"in kıskacında Amerikancı rotada tutulmaya devam etti.Nursî'nin "İslamköy'den biri çıkacak, milletin yüzü onunla ağaracak" şeklinde kulaktan kulağa fısıldanan söylemleri, İslamköylü Süleyman Demirel'in Amerikancı-IMF'ci politikasına "özel alan" hazırladı. Halbuki Demirel, daha o zamanlar Morrison Süleyman olarak yad edilmektedir."Demirel, "Morrison Süleyman" olarak anılacaktır. Bu lâkâb da, onun 1960'lı yılların başında ABD şirketi Morrison Knudson'un temsilciliğini yapmasından dolayı, Amerikancı ve mason suçlamalarına maruz kaldığı döneme denk düşmektedir. Demirel'in temsilcisi olduğu bu firma, Türkiye'de "Bahriye Kışlası" adı altında gizli işkence merkezlerinin yapılması, Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde ek bina yapımında sözleşmede yazılanlardan daha fazla para alması gibi bir takım olaylara adı karışan bir firmadır. Bu dönemde Demirel adı, Morrison adı ile çok fazla anılır olduğu için Demirel, "Morrison Süleyman" lâkâbı ile anılmaya başlamıştır" (Dr. Gülseren Şendur Atabek, Siyasal İletişim Metaforu Olarak "Baba", Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi, Dergi, s. 1).Belki de Nursî'nin "İslamköy işareti" Hafız Ali'ye dairdi; ama Said Nursî'nin politik nabzını çok iyi bilen toplum mühendisleri, işareti "Demirel'e politik payanda"ya dönüştürdüler.Nitekim "Din, cemaat ve siyaset ilişkisini çok iyi gören Adalet Partisi yetkilileri özellikle Süleyman Demirel, Isparta'nın İslamköy'den olmasını da değerlendirerek, nurcuların önemli bir kesiminin siyasal desteğini almıştır. Halbuki, meselenin aslı şudur. Said Nursi'nin, İslamköy'den çıkacak, İslam'a hizmet edecek dediği şahıs Demirel değildir, Büyük Hafız Ali namıyla bilinen ve Denizli hapishanesinde vefat eden şahıstır. Bu husus, siyasi hedefler için dinin nasıl kullanıldığının bir göstergesidir." (Bkz. Nursi, Kastamonu Lahikası, s. 70,103-104; Barla Lahikası, Tenvir Neşriyat. İstanbul. t.y. s.111; Doç. Dr. Mevlüt Uyanık. Gazi Üniversitesi Çorum İlahiyat Fakültesi, Demokratik Bir Hukuk Devleti Anlayışının Oluşumunda Sivil İtaatsizlik Kavramının Yeri -Said Nursi Örneği-)Mustafa Kaplan kardeşimiz gibiler, Said-i Nursî'nin "İslamköy'den çıkacağına işaret buyurduğu kurtarıcı" diye yıllarca yapıştıkları Demirel'den 20-30 sene sonra kopabildiler. İş işten geçtikten, atı alan Üsküdar'ı aştıktan sonra nasuh tövbesi vurdular. Ama o yolun yolcularının büyük kısmı, AB'ci-Amerikancı ve IMF'ci politikaların payandası olmaya devam ediyorlar.Bu bağlamda Mehmet Kutlular'ın açıklamaları dikkat çekicidir:"Genç bir grup ayrılıp AK Parti'yi kurarak, bizim düşüncelerimize geldi. Böylece iktidar da oldular. Ayrıca o zamana kadar Demirel'in alternatifi yoktu. Kime oy vereceksin? MHP'ye mi, Ecevit'e mi, MSP'ye mi? Bunların demokrasiyle ilgisi yok. Biz ehven-i şer olarak gidip Demirel veya Çiller'e oyumuzu verdik. Benim Üstadım Demirel'den evvel demokrat. Hiçbir zaman alt seviyede bir siyaset yapmadık... Oyumuzu veriyoruz, savunuyoruz... Hiçbir hükümet döneminde bir kuruş dahi teşvik istemedik. Hâlbuki Demirel'den en fazla istifade edebilecek insanlarız biz. 28 Şubat'a kadar Demirel aynı Demirel'di. 28 Şubat sürecinden sonra değişti. Demirel'in bizi kullandığı doğru değil. Bizi nerede kullandı? Oylarımızı alarak mı kullandı?.. Demirel'e oyumuzu verdik, ama istediğimizi yapmadı diye parti değiştirecek bir kitle değiliz... Demirel, Bediüzzaman ve talebelerinin samimi bir dostudur" (Bkz. Mehmet Kutlular ile röportaj, Hocaefendi yanlış yaptı, 10 Nisan 2005, Vakit; ayrıca bkz. Euronur, Avrupa Nur Cemaati, http://www.saidnursi.de/tr/detay.php?index_id=127,)Demirel'in nurcularla olan politik temaslarının en çarpıcı anekdotlarından birini, nurcuların ağabeylerinden Hamdi Sağlamer'in şu hatırasıyla toparlayalım:"Demirel, Bekir Berk ağabeyi çağırmış ve demişti ki:"Biz sağ cepheyi Adalet Partisinde toplayacağız. Size de 15 tane milletvekilliği kontenjanı ayırdık. İstediğiniz kişileri listeye koyabilirsiniz." Bekir ağabey, "Biz bir cemaatiz. Ben tek başıma karar verecek değilim. Gidip danışmam ve size ondan sonra bir şey söylemem lâzım" demiş. Bekir ağabey, teklifi Zübeyir ağabeye getirmiş. Zübeyir Ağabey: "Üstadımızın Menderes Hükûmetinden istediklerini biz de Demirel'den isteriz" (Hamdi Sağlamer anlatıyor, Nur Penceresi, http://www.nurpenceresi.com/moduller.php?modul=makale&op=1&id=1189).Nihayet destek kararı çıkartılıp Demirel işbaşına geldiğinde, ortalığa yayılan karşılık şu olmuştur: "Siz, vekil kontenjanını ne yapacaksınız, sizden biri olarak burada ben varım ya... Va mı başka bir ihtiyaç!"Bu destek, iç siyasete dair politik manevralar gibi görünse de, hakikatte ABD, AB ve IMF politikalarının Türkiye'yi her alanda kuşatması demekti.Nurcuların Demirel'i yıllarca omuzlarında taşımaları, şimdi de AB'ci, IMF'ci ve ABD'nin stratejik ortakçısı AKP'nin payandası olmaya devam etmelerini algılamak için, öncelikle coğrafyamız üzerindeki İngiliz inisiyatifinden Amerika'nın işgal ve ihtirasına uzanan çizgide Said Nursî'nin duruşunu kestirmek gerekmektedir. Aksi halde Mustafa İslamoğlu gibilerinin "Demirel'e destek politikasını böylesine savunan Nur Şakirdi okurum gücenmesin ama; ya Şeytan'dan ve siyasetten Allah'a sığınan üstatlarını anlamamışlar, ya da yolunu terk etmişler..." (Mustafa İslamoğlu, 'Bizim mahalle'nin 'cemaat sokağı', Akit, 29 Mayıs 2000) şeklinde düştüğü paradoksa düşeriz.Gerçek şu ki, nurcular, Şeytan'dan ve siyasetten Allah'a sığınan üstatlarını çok iyi anlamışlar ve de yolunu terk etmemişlerdir. Bugün sergiledikleri AB'ci, IMF'ci ve Amerika'nın stratejik ortakçısı politikaların payandası olma misyonu, Said Nursî'den tevarüs ettikleri misyondur.Yarın, siyasetten güya Allah'a sığınan diyalogcu nurcularla AKP'nin payandası olma pozisyonlarına değinelim.
Mehmet Emin KOÇ / eminkoc@yenimesaj.com.tr
Morrison Süleyman'ın şahsında kime hizmet, kime kısmet!II. Dünya savaşı süreciyle Osmanlı hinterlandında inisiyatifi İngilizlerden devralan Amerika Birleşik Devletleri, tarihi Osmanlı coğrafyanın kalbi ve mirasçısı durumundaki Türkiye üzerinde özellikle yoğunlaştı.Anadolu topraklarına dair ilk Kürdistan haritalarını hazırlatan ABD Başkanı Truman'ın "meşhur Türkiye'yi çevreleme doktrini"nin, Marshall Planı'nın, Nixon ve Johnson şoklarının Ankara'yı kuşattığı İnönü, Menderes dönemlerinde Said Nursî, bir yandan konjonktüre uygun olarak Amerikancı iç siyasetin destekçiliğini sürdürürken, öte yandan "siyasetten Allah'a sığınmaya" devam etti.1960'ların sonunda Amerika ile Türkiye arasında Nixon'un "Haşhaş üretimini yasaklayın" talimatının şoku, 1964'te ise "1947'de benim verdiğim silahlarla Kıbrıs'ta savaşamazsın" diyen 'Johnson Mektubu' şoku yaşanırken; şapkalarını önlerine koyması gerekenler, üç-beş Milli Savunma sanayi temeli atmanın ötesinde "milli bir duruş" ve "milli bir çıkış" yolu oluşturmadılar. Türk siyaseti, Amerikan menşeli "düşük yoğunluklu gerilimler"in kıskacında Amerikancı rotada tutulmaya devam etti.Nursî'nin "İslamköy'den biri çıkacak, milletin yüzü onunla ağaracak" şeklinde kulaktan kulağa fısıldanan söylemleri, İslamköylü Süleyman Demirel'in Amerikancı-IMF'ci politikasına "özel alan" hazırladı. Halbuki Demirel, daha o zamanlar Morrison Süleyman olarak yad edilmektedir."Demirel, "Morrison Süleyman" olarak anılacaktır. Bu lâkâb da, onun 1960'lı yılların başında ABD şirketi Morrison Knudson'un temsilciliğini yapmasından dolayı, Amerikancı ve mason suçlamalarına maruz kaldığı döneme denk düşmektedir. Demirel'in temsilcisi olduğu bu firma, Türkiye'de "Bahriye Kışlası" adı altında gizli işkence merkezlerinin yapılması, Orta Doğu Teknik Üniversitesi'nde ek bina yapımında sözleşmede yazılanlardan daha fazla para alması gibi bir takım olaylara adı karışan bir firmadır. Bu dönemde Demirel adı, Morrison adı ile çok fazla anılır olduğu için Demirel, "Morrison Süleyman" lâkâbı ile anılmaya başlamıştır" (Dr. Gülseren Şendur Atabek, Siyasal İletişim Metaforu Olarak "Baba", Akdeniz Üniversitesi İletişim Fakültesi, Dergi, s. 1).Belki de Nursî'nin "İslamköy işareti" Hafız Ali'ye dairdi; ama Said Nursî'nin politik nabzını çok iyi bilen toplum mühendisleri, işareti "Demirel'e politik payanda"ya dönüştürdüler.Nitekim "Din, cemaat ve siyaset ilişkisini çok iyi gören Adalet Partisi yetkilileri özellikle Süleyman Demirel, Isparta'nın İslamköy'den olmasını da değerlendirerek, nurcuların önemli bir kesiminin siyasal desteğini almıştır. Halbuki, meselenin aslı şudur. Said Nursi'nin, İslamköy'den çıkacak, İslam'a hizmet edecek dediği şahıs Demirel değildir, Büyük Hafız Ali namıyla bilinen ve Denizli hapishanesinde vefat eden şahıstır. Bu husus, siyasi hedefler için dinin nasıl kullanıldığının bir göstergesidir." (Bkz. Nursi, Kastamonu Lahikası, s. 70,103-104; Barla Lahikası, Tenvir Neşriyat. İstanbul. t.y. s.111; Doç. Dr. Mevlüt Uyanık. Gazi Üniversitesi Çorum İlahiyat Fakültesi, Demokratik Bir Hukuk Devleti Anlayışının Oluşumunda Sivil İtaatsizlik Kavramının Yeri -Said Nursi Örneği-)Mustafa Kaplan kardeşimiz gibiler, Said-i Nursî'nin "İslamköy'den çıkacağına işaret buyurduğu kurtarıcı" diye yıllarca yapıştıkları Demirel'den 20-30 sene sonra kopabildiler. İş işten geçtikten, atı alan Üsküdar'ı aştıktan sonra nasuh tövbesi vurdular. Ama o yolun yolcularının büyük kısmı, AB'ci-Amerikancı ve IMF'ci politikaların payandası olmaya devam ediyorlar.Bu bağlamda Mehmet Kutlular'ın açıklamaları dikkat çekicidir:"Genç bir grup ayrılıp AK Parti'yi kurarak, bizim düşüncelerimize geldi. Böylece iktidar da oldular. Ayrıca o zamana kadar Demirel'in alternatifi yoktu. Kime oy vereceksin? MHP'ye mi, Ecevit'e mi, MSP'ye mi? Bunların demokrasiyle ilgisi yok. Biz ehven-i şer olarak gidip Demirel veya Çiller'e oyumuzu verdik. Benim Üstadım Demirel'den evvel demokrat. Hiçbir zaman alt seviyede bir siyaset yapmadık... Oyumuzu veriyoruz, savunuyoruz... Hiçbir hükümet döneminde bir kuruş dahi teşvik istemedik. Hâlbuki Demirel'den en fazla istifade edebilecek insanlarız biz. 28 Şubat'a kadar Demirel aynı Demirel'di. 28 Şubat sürecinden sonra değişti. Demirel'in bizi kullandığı doğru değil. Bizi nerede kullandı? Oylarımızı alarak mı kullandı?.. Demirel'e oyumuzu verdik, ama istediğimizi yapmadı diye parti değiştirecek bir kitle değiliz... Demirel, Bediüzzaman ve talebelerinin samimi bir dostudur" (Bkz. Mehmet Kutlular ile röportaj, Hocaefendi yanlış yaptı, 10 Nisan 2005, Vakit; ayrıca bkz. Euronur, Avrupa Nur Cemaati, http://www.saidnursi.de/tr/detay.php?index_id=127,)Demirel'in nurcularla olan politik temaslarının en çarpıcı anekdotlarından birini, nurcuların ağabeylerinden Hamdi Sağlamer'in şu hatırasıyla toparlayalım:"Demirel, Bekir Berk ağabeyi çağırmış ve demişti ki:"Biz sağ cepheyi Adalet Partisinde toplayacağız. Size de 15 tane milletvekilliği kontenjanı ayırdık. İstediğiniz kişileri listeye koyabilirsiniz." Bekir ağabey, "Biz bir cemaatiz. Ben tek başıma karar verecek değilim. Gidip danışmam ve size ondan sonra bir şey söylemem lâzım" demiş. Bekir ağabey, teklifi Zübeyir ağabeye getirmiş. Zübeyir Ağabey: "Üstadımızın Menderes Hükûmetinden istediklerini biz de Demirel'den isteriz" (Hamdi Sağlamer anlatıyor, Nur Penceresi, http://www.nurpenceresi.com/moduller.php?modul=makale&op=1&id=1189).Nihayet destek kararı çıkartılıp Demirel işbaşına geldiğinde, ortalığa yayılan karşılık şu olmuştur: "Siz, vekil kontenjanını ne yapacaksınız, sizden biri olarak burada ben varım ya... Va mı başka bir ihtiyaç!"Bu destek, iç siyasete dair politik manevralar gibi görünse de, hakikatte ABD, AB ve IMF politikalarının Türkiye'yi her alanda kuşatması demekti.Nurcuların Demirel'i yıllarca omuzlarında taşımaları, şimdi de AB'ci, IMF'ci ve ABD'nin stratejik ortakçısı AKP'nin payandası olmaya devam etmelerini algılamak için, öncelikle coğrafyamız üzerindeki İngiliz inisiyatifinden Amerika'nın işgal ve ihtirasına uzanan çizgide Said Nursî'nin duruşunu kestirmek gerekmektedir. Aksi halde Mustafa İslamoğlu gibilerinin "Demirel'e destek politikasını böylesine savunan Nur Şakirdi okurum gücenmesin ama; ya Şeytan'dan ve siyasetten Allah'a sığınan üstatlarını anlamamışlar, ya da yolunu terk etmişler..." (Mustafa İslamoğlu, 'Bizim mahalle'nin 'cemaat sokağı', Akit, 29 Mayıs 2000) şeklinde düştüğü paradoksa düşeriz.Gerçek şu ki, nurcular, Şeytan'dan ve siyasetten Allah'a sığınan üstatlarını çok iyi anlamışlar ve de yolunu terk etmemişlerdir. Bugün sergiledikleri AB'ci, IMF'ci ve Amerika'nın stratejik ortakçısı politikaların payandası olma misyonu, Said Nursî'den tevarüs ettikleri misyondur.Yarın, siyasetten güya Allah'a sığınan diyalogcu nurcularla AKP'nin payandası olma pozisyonlarına değinelim.
Mehmet Emin KOÇ / eminkoc@yenimesaj.com.tr